21-06-2023
İsmet Berkan

İsmail Kılıçarslan’a yakışmayan yazı: Hayır, eşcinsellik hastalık değildir

İsmail Kılıçarslan’a yakışmayan yazı: Hayır, eşcinsellik hastalık değildir

Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan, benim dikkatle takip etmeye çalıştığım aydınlardan biri. Çünkü onu Türkiye’de az bulunur bir tür olan ‘fikri hür, vicdanı hür’lerden biri olarak görüyorum; yeri geliyor kara koyun olmayı göze alıyor, kendi mahallesini ve yerleşik kabul görmüş kimi görüşleri eleştirmekten çekinmiyor.

Hayatını inancına göre yaşamak isteyen pek çok müslüman gibi o da zaman zaman modern hayatın kaçınılmaz kıldığı kimi çelişkilerle karşılaşıyor, öyle durumları yazması gerektiğinde de işin kolayına kaçıp modern olanı kökten reddetmek yerine akılcı ve sürdürülebilir çareler bulmaya çalışıyor.

Ama bu sefer öyle olmadı.

İsmail Kılıçarslan dün köşesinde bir hayli öfkeli bir yazı yazdı. Öfke, daha yazının başlığından anlaşılıyordu: ‘Onurunuz yok ki haftanız olsun.’

Tahmin ettiniz, yazı da ima yollu hakaret de eşcinsellik hakkındaydı. Malum Haziran ayı dünyanın dört bir yanında eşcinsel cemaatler tarafından ‘Onur Ayı’ olarak kabul ediliyor. Eşcinsellere göre bu ay, onların toplum tarafından onursuz görülmekten kendilerini kurtarıp gururla ‘Ben eşcinselim’ diyerek ortaya çıkmasını temsil ediyor.

Kılıçarslan’ın yazısı aynen şöyle başlıyordu: 

Herhangi bir eşcinsel insana, tıpkı diğer günahkârlara baktığımız nazarla bakabiliriz ancak. Nasıl ki bir alkoliğe, bir kumarbaza, bir yalan bağımlısına, bir zinakâra “Allah affetsin, Allah hidayet versin, doğru yolu göstersin” diye dua etmekten daha net bir yolumuz yoksa mesele “eşcinsel bir insan” olduğunda da izleyeceğimiz, dahası izlememiz gereken yol budur. İnsan olmaklığı bakımından bir alkoliğe hangi merhamet nazarıyla bakıyorsak bir eşcinsel insana da aynı nazarla bakmaktır vazifemiz. Çünkü biz Müslümanların temel ilkesi “günahkârdan değil günahtan nefret etmek”tir ve üzerimize vazife olan şey de “günaha uygun ortamın oluşmasına engel olmak”tır, günahkârı hırpalamak değil.

Yazısında eşcinsellik konusunu iki ayrı düzlemde ele almış Kılıçarslan. Birinci düzlemi şöyle anlatıyor: 

Eşcinsellik, tıbbi olarak bir hastalık, psikolojik bakımdan bir rahatsızlık, İslam ve diğer büyük dinler açısından da bir günahtır. Hastaya, rahatsıza, günahkâra yapılması gereken şeyler neyse onlar yapılmalıdır o insanlara. Hormon tedavisi, onarım terapisi ve tövbe üçgeni devreye alınmalıdır.

Kılıçarslan’ın söylediği ikinci düzlemle ilgili ayrıca konuşacağım ama esas itirazım, onun sanki bir bilimsel gerçekmiş, tıbbi bir gerçekmiş gibi söylediği ‘Eşcinsellik, tıbbi olarak bir hastalık, psikolojik bakımdan bir rahatsızlık…’ sözlerine.

Bu görüş, yani eşcinselliğin bir ‘hastalık’ eşcinsellerin ise ‘cinsi sapık’ olduğu düşüncesi, Batıda yüzyıllar boyunca egemen olmuş, 1960’lara kadar da kendine zemin bulmuş, hatta yasalara girmiş bir görüş. Nazi Almanyası eşcinselleri toplama kamplarına gönderdi; İngiltere, müttefiklere 2. Dünya Savaşı’nı kazandıran isimlerden biri olan büyük matematikçi Alan Turing’i eşcinsel olduğu gerekçesiyle yargılayıp tam da İsmail Kılıçarslan’ın önerdiği hormon tedavisine mecbur etti, o da sonunda intihar etti.

Bunca yıllık uygulamaya, bunca zaman boyunca aranan ‘tedavi’ye rağmen ne eşcinselliğin bir hastalık olduğu kanıtlanabildi, ne de ‘hastalık’ın ima ettiği tedavi bulunabildi.

Gerçek şu ki, kültürden kültüre değişmekle birlikte dünyanın bütün ülkelerinde nüfus içinde yüzde 2’den yüzde 10’a kadar bir grup, cinsel olarak karşı cinse değil kendi cinsine ilgi duyuyor, bunu deneyimliyor veya toplumsal/çevresel baskıyla doğasından gelen bu duyguyu ömür boyu baskılıyor, gizliyor.

Eşcinsellerin toplum içindeki oranının yüzde 2 ile 10 arasında değişmesinin nedeni de, bu konunun araştırılma ve saptanma yöntemi. Meraklısı için, bu araştırmaların nasıl yapıldığı ve muhtemel hataları hakkında güzel bir yazının (İngilizce) linkini buraya bırakayım. Burada bilmemiz gereken en önemli konu, eşcinselliğin belli bir kültüre, ülkeye, yöreye özgü olmadığı, dünyanın dört bir yanında bütün insan topluluklarında rastlandığı.

Sadece insan da değil. Bilim insanları çok sayıda memeli hayvan türünde de eşcinsellik gözlüyor. Ama konumuz koçlar veya orangutanlar değil, insanlar.

Peki insanlarda eşcinsellik neden oluyor? Bu konu çok uzun yıllardır araştırılıyor ve henüz tek bir sebep saptanmış değil. Şu an için geçerli teori, genetiğin, hormonların ve çevresel faktörlerin eşcinsellikte karma bir rol oynadığı. (‘Çevresel faktör’den kasıt bir çocuğun veya yetişkinin eşcinselliğe tanık olup ona özenmesi değil; doğum öncesi anne karnında maruz kaldığı kimyasal ve biyolojik süreçler. Meraklısı, eşcinselliğin nedenleri hakkındaki teorilerin fena olmayan bir derlemesini (İngilizce) burada bulabilir.)

Dediğim gibi henüz tam olarak kanıtlanmamış olsa da, bugün kabul gören genel anlayış, ‘eşcinsel davranış’ denen şeyin bir ‘spektrum’dan oluştuğu, bu spektrumda sıralanan özelliklerden bazılarına sahip olmanın insanı eşcinsel yapmadığı ve spektrumun bir ucunda yer alan eşcinsel davranışın doğuştan geldiği.

Tabii doğuştan geldiği kabul edilince eşcinselliğin esas temelinin genetik olduğu düşüncesi güç kazandı, hatta 90’lı yıllarda Amerikalı bir bilim insanı ‘eşcinsellik geni’ni bulduğunu da öne sürdü ama son olarak 2019’da 500 bin kişilik bir gen havuzunda yapılan bir araştırma, eşcinselliği belirleyen tek bir genin olmadığını, çok sayıda genin bir arada eşcinsellikte rol oynadığını ortaya koydu. Bu konu daha hala araştırılıyor.

‘Yaradılanı severiz, yaradandan ötürü’ diyen bir dinin, aynı Allah’ın yarattığı eşcinsellerden nefret etmesi herhalde söz konusu olmasa gerek. Nitekim İsmail Kılıçarslan da, Müslümanların temel ilkesinin ‘günahkârdan değil günahtan nefret etmek’ olduğunu söylüyor.

Yalnız bir problem var: Bilim diyor ki, o ‘günahkar’ bu dünyaya günahı ile birlikte doğuyor, sonradan günahkar olmuyor. Kılıçarslan’ın önerdiği, ‘Hormon tedavisi, onarım terapisi ve tövbe üçgeni’nin işe yaradığını da işiten yok.

Kapitalizmin LBGT pazarlamasını siyaset sanmak, orada siyasi komplo bulmak…

Kapitalizmin LBGT pazarlamasını siyaset sanmak, orada siyasi komplo bulmak…

İsmail Kılıçarslan’ın eşcinsellik yazısının ikinci düzlemi ise onun kelimeleriyle şu: 

İkinci durum ise, büyük bir ideolojik tehlike ve aygıt haline gelen, insan ırkının devamlılığını ve sürdürülebilirliğini tehdit eden o büyük propaganda biçimi yani “LGBT çukuru”dur. Bu çukurla nesiller adına canımız pahasına mücadele etmemiz şarttır. Son derece buyurgan, son derece küstah ve son derece kibirli bu ideolojik aygıt “hakikati yalnızca ben belirlerim ve hakikat, hiçbir hakikatin olmadığıdır” dediği için “trans düşünce” gele gele “kendimi engelli hissettiğim için kolumu kestim” diyen insanlara, “kendimi köpek hissettiğim için bir sahip arıyorum” diyen insanlara ve “bugün kalktığımda kendimi kadın olarak hissediyorum, o yüzden kadınlar tuvaletine gireceğim” diyen insanlara dayandı. Leş ve hastalıklı bir hazcılığın adı “LGBT” olarak konuldu.

Kılıçarslan, eşcinsellik ile ‘LGBT çukuru’ adını verdiği durumu aynı madalyonun iki yüzü gibi takdim ediyor ama bence öyle değil. Onun isimlendirmesiyle ‘LGBT çukuru’ ayrıca değerlendirilmesi gereken bir konu.

Az önce rakamlarını verdim, toplumlarda yüzde 2-10 arasında bir ağırlığı bulunan eşcinselliğin özellikle son 20 yılda sosyal alanda bundan çok daha fazla temsil ediliyor olması ve bu alt kültürün neredeyse bütün kültüre hükmediyor bir görüntü içine girmesi, kapitalizmin bize dayattığı bir yeni pazarlama numarası aslında.

‘Kapitalizmin pazarlama numarası’ derken bir küçümseme içine de giriyor değilim; çünkü kapitalizmin kendine yeni pazarlar yaratmak için gazına bastığı bu özel kültürel durum ve propaganda gücü, arkasından kaçınılmaz bir siyasi kamplaşma da getiriyor. En azından bizim gibi ülkelerde bu konu, Batı emperyalizminin ve hegemonya arayışının yeni bir komplosu gibi görülüyor. Amerika gibi ülkelerde ise ‘woke kültürü’ adı verilen, kendini ‘ilerici liberalizm’ diye tanımlayan ama aslında baskıcı yöntemler kullanan grupların kendi ahlaki üstünlüklerini toplumun geri kalanına dayatma aracı olarak niteleniyor.

Bizim gibi ülkelerde yaşanan bu emperyalist komplo algısına tepki de çok üst perdeden geliyor. İşte İsmail Kılıçarslan bile ‘insan ırkının devamlılığını ve sürdürülebilirliğini tehdit eden o büyük propaganda biçimi’ demiş; yani propaganda yoluyla hepimizin eşcinsel olacağını, bunun da insan ırkının devamını tehlikeye düşüreceğini söylemiş, söyleyebilmiş.

Kılıçarslan yalnız değil, hatırlayın Süleyman Soylu da aynı şeyi söylemiş, ‘Batı hepimizi LBGT yapacak’ demişti. Tabii karşı propaganda orada da durmuyor, ‘Aile kurumu yok olacak’ deniyor. İnsan var olduğundan beri yok olmamış aile kurumu neden LBGT serbest kalınca yok olsun? Cevabı yok.

Tayyip Erdoğan daha seçim zaferi gecesi söyledi, ‘Ailemizi LBGT belasından koruyacağız’ dedi. 

Sanki bir büyük tehdit varmış gibi, durduk yerde bir düşman yaratılıyor, ‘Ben LBGT bireyim’ diyenler topluma büyük tehdit getiren ‘öteki’ haline getiriliyor. Zaten korku içinde yaşayan, kendini gizleme ihtiyacı duyan bu insanlar iyice itiliyor. Oysa minik bir azınlıktan söz ediyoruz.

‘Kapitalizmin oyununa gelmeyelim’ güzel slogan da nasıl yapacağız? Cevabı eşcinselliği yok kabul etmek, eşcinselleri hastanelere kapatıp Nazi Almanyası usulü zorla tedavi etmek mi?

Konu son derece basit aslında:

Eğer mesele eşcinsellerin var olma ve kendilerini ifade etme hakkıysa, hiç kuşku yok bu bir temel insan hakkı. 

Yok meselemiz ‘LGBT propagandasıyla başa çıkma’ ise, Batı kültür emperyalizminin bazen sert bazen yumuşak biçimde dayattığı başla şeylerle nasıl mücadele edildiyse, daha doğru edilemediyse, bu sefer de Türkiye’yi ümitsizce boşa çekilen kürekler bekliyor.

Korkarım arada bir birimizi boş yere çok kıracağız yine.

Gökkuşağı renklerine bakıp çocuğun eşcinsel olacağını sanan sersemlik

Gökkuşağı renklerine bakıp çocuğun eşcinsel olacağını sanan sersemlik

Sahiden bir küçük çocuğun gökkuşağı renklerinin önünde öğretmeniyle mezuniyet pozu verdi diye eşcinselliğe ‘itildiğini’ mi sanıyor bazı insanlar?

Maalesef evet, böyle sananlar, bunu ‘bilimsel bir gerçek’ olarak algılayanlar var. Onlardan biri, Ankara’nın eski belediye başkanı Melih Gökçek geçen gün çok takipçili sosyal medya hesabından müzevirlik yaptı, İstanbul’da bir okulda bir öğretmen ile bir çocuğun çektirdiği karne hatırası fotoğrafında arka planda görülen gökkuşağı renklerini ihbar etti.

Sonra ne oldu? Öğretmen ve okul müdürü açığa alındı.

Şaka değil, büyük bir kabus bu. Bu çapta bir akıl tutulmasına bu ülke nasıl düştü, anlamaya imkan yok. Sersemliğin bu kadarı insanın nefesini kesiyor.

Evet, dünya çapında siyasi eşcinsel hareketi gökkuşağı renklerini sembol olarak kullanıyor, bu doğru. Ama onlar bunu kendilerine sembol seçti diye gökkuşağından mı vazgeçeceğiz?

Ne yani, gökkuşağı eşcinsellerin olacak, bize de bulutlu ve gri gökyüzü mü kalacak?

Bu dünya üzerinde gökyüzünde gökkuşağının belirdiğini görüp de mutlu olmayan tek bir kişi var mıdır? Melih Gökçek hariç herhalde.

CHP’de kılıçlar çekiliyor, kavga kaçınılmazlaşıyor

CHP’de kılıçlar çekiliyor, kavga kaçınılmazlaşıyor

Bu partide yaşananları son derece sıkıcı buluyorum ve çok az ilgimi çekiyor ama yine de izlememek olmaz.

Benim anladığım son durum şu: Kemal Kılıçdaroğlu dün yaptığı konuşmayla kurultayda genel başkanlığa yeniden aday olacağını ilan etmiş oldu.

Bu durumda, ‘değişim’ isteyen Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere diğer lider adaylarının oturup bir karar vermesi gerekecek: Kurultayda Kılıçdaroğlu’na karşı aday olsunlar mı, olmasınlar mı?

Esasen, eğer arzu edilen şey gerçekten köklü bir değişimse, rakiplerinin oturup adam gibi bir değişim programıyla ortaya çıkması ve parti içinde siyasi mücadele verip liderliği söke söke kazanmaya çalışması, siyasetin doğasına daha uygun olacak.

Bakalım rakipler sahneye çıkmaya cesaret edecek mi ve sonra da topluma ne söyleyecek?

Yunan sahil güvenliği 13 saat teknenin batmasını seyretmiş

Yunan sahil güvenliği 13 saat teknenin batmasını seyretmiş

Tam da dün yazdığım şey ortaya çıktı. Anlaşıldı ki, Libya’dan yola çıkan ve en az 750 kişi taşıyan derme çatma mülteci gemisinin varlığından Avrupa’da haberi olmayan kimse yokmuş.

Frontex’in uçağı tekneyi daha 13 saat önceden denizde sürüklenirken görüntülemiş. Zaten İtalyan sahil güvenliği civardaki gemilerden tekneye erzak ve su vermesi için ricacı olmuş, bazı gemilerden tekneye yardım yapılmış. Teknede en az 2 kişi susuzluktan ölmüş.

Bütün bunlar olurken Yunan sahil güvenliği de, adından söz edilmese de İtalyan sahil güvenliği de olup biteni seyretmiş, masalarında teknenin kendi kara sularına doğru sürüklenmemesi için dua etmiş.

Yunan sahil güvenliği şu anda şanssız olduğunu düşünüyor olmalı, çünkü tekne onların kara sularında battı.

Göz göre göre öldü o insanlar; hiçbiri ölmeyebilirdi.