25-07-2023
İsmet Berkan

Okul kitaplarında yazan temel bilgiler yerine hurafelerle meşgul bir toplum

Okul kitaplarında yazan temel bilgiler yerine hurafelerle meşgul bir toplum

Bazı şeyler vardır, artık ilkokul ortaokul ders kitaplarında yazar ve onlar üzerinde tartışma olmaz. Onlar basit ve temel bilgiler olarak hepimizin aklının bir kenarında yer alır.

Lozan Barış Antlaşması, bundan 100 yıl önce yapılmış bir antlaşma olarak bizim okul ders kitaplarımızda anlatılı. Konu, bugünden bakınca o kadar karmaşık değildir zaten.

Ama hayır; ilkokul-ortaokul seviyesindeki bu bilgi bile bizde birileri tarafından tartışmaya açılır.

Son birkaç günde Ege’deki 12 Adaların Lozan Antlaşmasıyla Yunanistan’a verildiğini yazan kaç yazı okudum acaba? Çok.

Oysa bu konunun Lozan’la uzak yakın ilgisi bulunmuyor. Benzer şekilde, mesela Batı Trakya’nın da Lozan’la ilgisi yok.

Okul bilgilerinizi tazelemek için yazıyorum:

12 Adalar adı da verilen Ege’deki Türkiye’ye yakın adalar, 1911 yılında kaybedildi. Hayır, Yunanistan’a değil; İtalya’ya kaybedildi. Üstelik İtalya bu adaları Ege’de savaşarak da almadı, bugünkü Libya’da savaştıktan sonra bu adaları da Osmanlı ona vermek zorunda kaldı.

12 Adalar, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar İtalyan egemenliğinde kaldı, Yunanistan değil. Ancak bu savaştan sonra adalar Yunanistan’a geçti.

Peki Türkiye’ye geçemez miydi? İddiaya göre 1943 yılında, İkinci Dünya Savaşı devam ederken İngiltere Başbakanı Winston Churchill, Ankara’ya dönüp, ‘İtalyanlarla savaşın, onları adalardan kovun, adalar da sizin olsun’ dedi. Bunu kara kaşımız kara gözümüz için söylemedi. Türkiye’nin müttefik ülkelerin yanında savaşa dahil olmasını istiyordu, Türkiye Adalar’ı alabilirse Ege’de müttefik gemi ve denizaltıları çok daha rahat at oynatabilecekti.

Ankara savaşa girmemekte kararlıydı; Alman orduları Bulgaristan ve Yunanistan’ı işgal altında tutuyordu, yani sınırımızdaydı zaten. 12 Adalar savaşa girmemiz için ağzımıza çalınan bir parmak baldı ama bu balın tadının çok acı olabileceğini düşündü o zamanki İsmet Paşa yönetimi, savaşa girilmedi.

Dolayısıyla ‘Lozan’ı yeniden müzakereye açalım, adaları alalım’ demenin bir alemi yok; çünkü konunun Lozan’la ilgisi yok.

Peki ya Batı Trakya?

Osmanlı orayı da, bütün Makedonya’yı da, yani bir anlamda ‘ana vatanı’nı birinci Balkan Savaşı’nda, 1912’de kaybetti. Osmanlı çok daha önce Çanakkale üzerinden Trakya ve Balkanlara geçmişti ama tayin edici savaş Kosova Meydan Savaşı’dır. Bu savaş 1389 yılında yaşandı. 

Dile kolay, 1389… O tarihten 1912’ye kadar da Selanik dahil Batı Trakya ve bugünkü Kosova ile Makedonya, hatta kısmen bugünkü Sırbistan’ın bazı bölgeleri Osmanlı’nın ana vatanıydı. Osmanlı Balkanlara Anadolu’dan önce gitmişti.

Osmanlı, Balkan Savaşı’nda Batı Trakya’yı Bulgaristan’a kaybetti; Yunanistan’a değil. Sonra Yunanistan burayı 1919 yılında Bulgaristan’dan aldı. ‘Meriç’in öteki yakası’ anlamında Batı Trakya’nın Lozan’la bir ilgisi yoktu; hiçbir zaman konuşulmadı. (Bölgedeki Türk müslüman azınlığın durumu, Yunanistan’la ayrıca yapılan nüfus mübadelesi anlaşmasının bir parçası olarak ele alınıp karara bağlandı. Bu anlaşma Lozan’la bağlantılıdır ama sadece nüfus ve azınlık hakları bakımından.)

Bu anlattıklarımın hepsi okul ders kitaplarında yazıyor eminim hiçbirini ilk kez burada okumuyorsunuz.

Bu basit, temel, tartışmasız bilgiler yerine hurafelere inanılmasını marjinal bir eğilim olarak makul görebiliriz belki ama o marjinal eğilimin TV’lerde konuşması, gazete köşelerinde bunları yazması, ülke yöneticilerinin bu hurafelere gerçek gibi inanması olacak şey değil.

Cehaletin saldırısı altındayız.

2023 yılında hastane hastane dolaşıp yine de kuduzdan ölmek…

2023 yılında hastane hastane dolaşıp yine de kuduzdan ölmek…

Bu ayın 12’sinde Şanlıurfa Siverek’ten çok acı bir haber geldi. 30 yaşındaki genç mimar Lütfü Seray, kendi köpeğinin ısırması sonrası kuduz hastalığına yakalanmış ve ölmüştü.

Haber şaşırtıcıydı, çünkü 1. Köpek sokak hayvanı değildi; 2. Ölen kişi eğitimli bilgiliydi.

Sağlık yazarımız Özgür Gökmen Çelenk bu haberin peşine düştü. Soru çok açıktı: Nasıl olur da 2023 yılında bir insan kuduzdan ölürdü?

Önce anlaşıldı ki, ölen mimar Lütfü Seray ısırıldıktan hemen sonra hastaneye gidip aşılarını da yaptırmıştı. Peki neden ölmüştü?

Özgür, en sonunda ölen mimarın acılı ağabeyi Eyüp Seray ile konuştu ve pazar gününden beri bütün Türkiye onun ağzından bu son derece trajik olayın bütün ayrıntılarını öğrendi.

Ümidimiz, savcılığın da Sağlık Bakanlığı’nın da Lütfü Seray’ın ölümüne giden sürecin her bir parçasını titizlikle araştırması, varsa ihmallerin ve yapılan yanlışların bir bir ortaya çıkması.

Kuduz, çok ciddiye alınması gereken bir ihtimal hepimizin hayatında.

Türkiye sokak hayvanlarıyla barış içinde yaşayan bir ülke. Ama o sokak hayvanları, eğer belediyeler görevlerini yeterince iyi yapmazsa kuduz hastalığına açıklar. O yüzden hepimiz de tehdit altında olabiliyoruz.

Bir gazetecinin ısrarlı çabası bizi gerçeğe çok yaklaştırdı; şimdi sıra savcılık ve bakanlıkta.

Barbie’ci misiniz, Oppie’ci mi?

Barbie’ci misiniz, Oppie’ci mi?

Yaz ortasında gösterime giren iki film birden bire hayatımızda fırtınalar estirmeye başladı.

Daha iki gün önce ‘Barbieciler’ ile ‘Oppieciler’in tartışmasına tanık oldum. Bir grup genç, Barbie filminin hayatlarındaki en güzel film olduğunu söylüyordu, öteki grup ise onları küçümsüyor, ‘Oppenheimer’in daha güzel olduğunu öne sürüyordu.

Bakım bizim kültür sanat editörümüz Olkan Özyurt her iki filmi ayrı ayrı değerlendirdi ve tarafını belli etti. Olkan’a göre Oppenheimer neredeyse bir başyapıttı, buna karşılık Barbie senaryosuyla vs ‘sapır sapır dökülüyor’du.

Bilmiyorum Barbieciler Olkan için ne düşündüler ama iki filminde gördüğü ilgi sahiden müthiş.