05-08-2023
İsmet Berkan

‘Kendini cüce sanan dev’ ile ‘Kendini dev sanan ülke’nin arasında sallanıp duruyoruz işte

‘Kendini cüce sanan dev’ ile ‘Kendini dev sanan ülke’nin arasında sallanıp duruyoruz işte

Geçen gün bir sohbet sırasında çok da iyi tanımadığım biri bana eski bir yazımı hatırlattı, hatta sonra bu yazının kupürünü de gönderdi.

90’lı yılların sonuydu, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’le o sırada harıl harıl Avrupa Birliği’ne üye olmaya uğraşan Romanya’ya gitmiştik, orada Türkiye’nin etkisini tanık olunca şaşırmış, Türkiye için ‘Kendini cüce sanan dev’ başlıklı bir yazı yazmıştım.

Yazıyı Demirel çok beğenmiş, ertesi sabah telefon edip kutlamıştı. Yazı o internetin yaygın olmadığı dönemde elden ele çok okunmuş, çok yerden de ses getirmişti.

Şimdilerde söyleniyor ya, ‘Eski Türkiye’ diye. Bana göre ‘Eski Türkiye’yi iyi anlatan tanımlardan biri bu ‘Kendini cüce sanan dev’ benzetmesi. Türkiye’de hepimiz şu veya bu kadar aşağılık kompleksiyle malûldük, ‘Onu yapamayız, bunu yapmamıza Batılılar izin vermez, şöyle yaparsak IMF ne der’ gibi kaygılarımız gündelik konuşmalarımızdı.

Tayyip Erdoğan’ın sırrını merak edenler, Türkiye’nin bu aşağılık kompleksinden nasıl kurtulduğuna bir baksın. Hiç etrafınızda, ‘Ama onu yaparsak Batılılar izin vermez’ diye lafa giren kimse kaldı mı? Kaldıysa bile onun lafı dinleniyor mu?

Ama bu sefer de ters uca sürüklendik sanki. Şimdi de kendimizi dev aynasında görebiliyoruz. Amerika’ya ayar veren, Avrupa’yı titreten, Suriye’yi, Libya’yı ve hatta bütün Doğu Akdeniz’i askeriyle kontrol eden ülke imajını az yaşamadık. (Bugünlerde bu gazın dozu çok azaldı ama yeniden aynı fütühat ruhunun geri gelmeyeceğinin bir garantisi yok elbette.)

Oysa gerçekçi olmak lazım. Ülkelerin siyasi/askeri gücü ile ekonomik gücü arasında ve bu siyasi/askeri güç kullanılmaya kalkıldığında o gücün meşru ve ahlaki bir sebeple kullanılıp kullanılmadığı arasında sıkı bir bağlantı var.

Geçen gün bir haber vardı, bundan neredeyse 200 yıl önce Almanya’da kurulmuş bir terlik ve sandalet markası olan Birkenstock, Fransız ve Amerikalı yatırımcılar tarafından 4,7 milyar dolara satın alındıktan iki yıl sonra 8 milyar dolara halka açılmaya hazılanıyordu.

Bizim rekor üstüne rekor kırdığı söylenen borsamıza baktık; koca Sabancı Holding veya Türkiye’nin dev petrol rafinerisi ve alım satımı şirketi Tüpraş’ın piyasa değeri bu terlik firması kadar değildi. Bizim ‘dev’ şirketimiz Arçelik’in yıllık satış cirosu, bu terlik şirketinin satışının ancak üçte ikisi kadardı.

Bir terlik firması iki yıl önce 4,7 milyar dolara el değiştirmişti ama bizim Togg adlı elektrikli otomobilimizi üretmek için bir araya gelen ülkenin en büyük şirketleri ancak 1 milyar dolar sermayeyi koyabilmişti. Oysa elektrikli araç yapmak isteyen firmalardan biri olan Volkswagen’in tek başına elektrikli yatırımı 100 milyar Euro’yu bulacaktı!

Bakın dün başka bazı rakamlar geldi. Apple ile Amazon, borsa için üç aylık bilançolarını açıkladı. Bu iki şirketin son bir yıldaki satışları, yani cirolarının toplamı 920 milyar dolar. Oysa bütün Türk ekonomisinin 2022’deki büyüklüğü sadece 905 milyar dolar. Üstelik biz bu rakama hep birlikte çok sevindik, uzun yıllar sonra ekonomimiz dolar bazında da büyüdü diye düşündük.

Farkında değilim ABD’li market devi WallMart bilançosunu açıkladı mı, onların tek başına cirosu Türkiye’nin milli gelirinden fazla olabilir. Nitekim mesela Apple’ın sadece iPhone satışlarından elde ettiği gelir, Türkiye’nin toplam ihracatı kadar neredeyse.

Bütün bunları yeniden kendimizi cüce sanmaya başlayalım diye anlatmıyorum; şunu bilelim biz Türkiye’de ne cüceyiz ne de dev. Kendimizi hep gerçekçi bir gözle görmeyi başarmamız lazım.

Kendimizi cüce sandığımızda bir sürü fırsatı kaçırıyoruz; dev sandığımızda ise olmadık cezalara muhatap oluyoruz. Bugünkü ekonomik zorluklarımızın arkasında kendimizi dev sanmamız da yatıyor, unutmayın.

İmamoğlu neyi seçsin? Başkanlığı mı, Genel Başkanlığı mı?

İmamoğlu neyi seçsin? Başkanlığı mı, Genel Başkanlığı mı?

Cumhuriyet Halk Partisi’nin içinde bulunduğu hazin ve entellektüel derinlikten yoksun hali yazmayayım diyorum ama görüyorsunuz kendimi alamıyorum, bu, bu haftaki ikinci CHP yazısı.

Siyasi gerçekler CHP’de Ekrem İmamoğlu’na pek az ölümlüye nasip olacak türden bir şansı vermiş durumda. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, eğer isterse kurultayda CHP’ye genel başkan olabilir.

Ama tabii başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere pek çok farklı kesimden kişi, İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olmasını, bu önemli makamı Ak Parti’ye geri kaptırmamasını istiyor.

Burada amaç İmamoğlu’nun genel başkan olmasını mı engellemek yoksa sahiden İstanbul’u kaybetmemek mi, insan ister istemez şüpheye düşüyor. Böyle şüpheye düşenlerden biri de İmamoğlu’nun bizzat kendisi zaten, o da mütereddit konuşmuş dün, belediye başkanlığına yeniden aday olabileceğini ima etmiş.

Şunu söylememe izin verin: Parti Genel Başkanlığı ile belediye başkan adaylığı arasında yapacağı seçim, Ekrem İmamoğlu’nun bir lider olarak çapını ölçmemize yardımcı olacak.

Eğer genel başkanlığı seçerse, kendisinden daha büyük bir hedefe yürümek için kavgaya hazır olduğunu söyleyecek topluma. Yok belediye başkanlığını seçerse, kazanması zaten garanti olmayan bu makamı kendisine yeterli gördüğünü hepimize anlatmış olacak.

O bakımdan Ekrem İmamoğlu için gelecek şimdiden çizilmiş durumda. 

Bir inancımı söylemem gerek: Siyasette kavgasız, mücadelesiz, yarışmasız kazanılan koltuklar yeterince iyi doldurulamıyor.

Bakalım İmamoğlu ‘Yolları Çatallanan Bahçe’de hangi yolu tercih edecek…

10Haber’in yarattığı gazetecilik farkı

10Haber’in yarattığı gazetecilik farkı

Türkiye’nin Hazine Bakanı Mehmet Şimşek ile Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan, dün İstanbul’da bir grup Amerikan bankası ile toplantı yaptı. Toplantıyı yabancı bankalar düzenlemişti ve bakan ile başkan bu toplantıya sunum yapmaya, yabancı yatırımcıların sorularını yanıtlamaya gelmişti.

Türkiye çok derin bir ekonomik sıkıntı yaşıyor. Sıkıntılarımızın bir önemli boyutu, ülkemize yabancı sermaye girişinin tamamen durmuş olması. Türkiye, sermaye hareketlerinin serbest bırakıldığı, yani ülkeye girmenin de çıkmanın da kolaylaştırıldığı 90’lardan beri belki ilk kez sıcak para dahil yabancı sermayesinin tamamen durma noktasına geldiği bir dönemi yaşıyor.

Böylesine kritik bir dönemde, yabancı bankalara Hazine Bakanı ve Merkez Bankası Başkanı’nın sunum yapması, havada karada haberdir. Acaba bakan ve başkan yabancılara sunumda ne anlatacak? Çünkü malum, yerlilere pek bir şey anlatmıyorlar.

O yüzden 10Haber ekonomi editörü Ruhi Sanyer daha dün sabahın erken saatlerinde toplantının yapılacağı oteldeydi. Amacı toplantı girişi ve çıkışı toplantıya katılan bankacılardan, hatta olabilirse Mehmet Şimşek ve Gaye Erkan’dan görüş almaktı. Gazetecinin işi budur. Ama çok kaba bir biçimde otelden dışarı atıldı. Toplantı sadece basına kapalı değil gizliydi, bakan ve başkan örneğin otele deniz yoluyla gelmişlerdi.

Tabii toplantının içinde ne konuşulduğunu öğrenmenin başka yolları da var. Nitekim 10Haber yazarı Barış Soydan, toplantı sona erdikten birkaç saat sonra son derece ayrıntılı bir kulis haberini bize göndermişti bile. Biz de 10Haber’de hiç bekletmeden bu haberi yayına aldık, dün akşamdan beri Türkiye bu toplantıda konuşulanları 10Haber’den öğrendi ve konuşuyor.

Tek yapmaya çalıştığımız şey bu bizim: Gazeteciliğimizle fark yaratmak, sizi ‘Okumak için ücret ödüyorum ama değiyor’ diye düşündürtmek.

Bir dizi nasıl bir ekonomi yaratıyor olmalı ki…

Bir dizi nasıl bir ekonomi yaratıyor olmalı ki…

Bugün 10Haber’de Müge Dağıstanlı yazmış, Aile adlı dizide başrolleri paylaşan Kıvanç Tatlıtuğ bölüm başına 1,5 milyon, Serenay Sarıkaya ise 1,2 milyon lira alıyormuş. Elbette hak edilmiş kazançlar, o seviyedeki star oyuncuların gelirleri merak edilse bile bu merakı kıskançlıkla karıştırmamak lazım. Her iki oyuncu da, Türkiye’nin yetiştirdiği uluslararası isimler, unutmayın.

Beni bu iki oyuncunun kazandığı paradan daha fazla ilgilendiren şey, dizi sektörünün yarattığı ekonomi aslında. Sadece iki başrol oyuncusuna bölüm başına 2,7 milyon lira ödeyen bir dizinin haftalık maliyeti herhalde 15 milyon lira civarında olmalı. Bu, aslında Amerikan standartlarıyla kıyaslandığında oldukça düşük, hatta neredeyse yok seviyesinde bir maliyet ama burası da Amerika değil zaten.

ShowTV’de yayınlanan bu dizinin her hafta çok daha yüksek reklam gelirleri yarattığını düşünmemiz gerek.

Bu iş, çok ciddi bir iş.

Galatasaray ceza almak istemiyorsa…

Galatasaray ceza almak istemiyorsa…

Geçen yılın şampiyonu Galatasaray, bu yıl Şampiyonlar Ligi’nde de oynayacağı için buna göre bir kadro kurmaya çalışıyor, o yüzden de sürekli bir takım pahalı ve flaş transferlerle gündemde.

Evet ama bir de ‘Financial Fair Play’ diye bir şey var. UEFA’nın aynı isimli komitesinin sürekli kontrol ettiği bu uygulama basit bir prensibe dayanıyor: Futbolcu transferine yaptığınız harcama futbol gelirinden gelmeli, dışarıdan bir başka para kaynağından değil.

Galatasaray da yaptığı transferlerle kendi futbol gelirlerinin epey ötesine geçmiş durumda, gelen haberlere bakacak olursanız 14 milyon Euroluk bir gelir gider farkı oluşmuş.

Daha futbol sezonu başlamadığı için bir anda bu geliri elde edip bilançoyu hiç değilse sıfıra getirmenin yegane yolu, futbolcu satmak. Zaten kulüple arasında maddi meseleler olan Victor Nelsson ile Galatasaray’a olağanüstü kalite katan devre arası transferi Nicolo Zaniolo satılacak anlaşıldığı kadarıyla. Satılamazsa veya bu eksik 14 milyon Euro yerine konamazsa Galatasaray Şampiyonlar Ligi’nden men edilme cezası bile alabilir.

Bakalım bu iki üst düzey oyuncudan kaç para gelecek…