23-08-2023
İsmet Berkan

Kur korumalı mevduat: Gitmek mi zor, kalmak mı?

Kur korumalı mevduat: Gitmek mi zor, kalmak mı?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dün Ankara’da bir tören vesilesiyle bir kez daha ekonomi konuştu, aynen pazartesi akşamı Kabine Toplantısı sonrası söylediği gibi, Türk ekonomisinin ‘dış güçler’in ve onların ‘yerli işbirlikçileri ve mandacılar’ın saldırısına uğradığını söyledi, ‘Kur-Faiz-Enflasyon kıskacına alınmak istendik, seçim öncesinde milyarlarca dolarlık operasyon yapıldı’ dedi.

Erdoğan’ın bu sözleri teknik ekonomi açısından hemen hemen hiçbir anlam taşımıyor; çünkü doğru değil. Siyaseten ise çok anlamlı; çünkü Cumhurbaşkanı’nın bu sözleri sırf siyasi propaganda olsun diye inanmadan söylediğini düşünmek safdillik ve ona karşı büyük haksızlık olur. Cumhurbaşkanı, gerçekten de bir ‘ekonomik bağımsızlık savaşı’ verdiğine inanıyor ve bu savaş yüzünden de dış ekonomik güçlerin Türkiye’ye saldırdığını düşünüyor. 

Eğer Türkiye’ye karşı yurt dışından sahiden bir ekonomik saldırı varsa, bu saldırı olsa olsa pasif bir saldırı. Yani dışarıdaki para sahipleri, Türkiye’ye yatırım yapmayarak, Türkiye’yi görmezden gelerek saldırıyor olabilirler ancak; çünkü ülkemize aylardır yabancı sermaye hiçbir kılık altında girmiyor, o yüzden Merkez Bankası cari açığı aylardır kendi rezervlerinden finanse etmek zorunda kalıyor.

Buna da ‘saldırı’ denir mi, bilemedim. Tam tersine Cumhurbaşkanı bizzat kendisi seçildiği günden beri dış kaynak bulmak için uğraşmıyor mu? Daha yeni Macaristan’a gidip gelmedi mi? (Gazeteci Murat Yetkin, YetkinReport adlı sitesinde bu konuda dikkat çekici gözlemlerini iki ayrı yazıda yazdı. Biri burada, diğeri burada. Türkiye, gerçekten de dış politikasında son aylarda ‘Aman tatsızlık çıkmasın’ tadında davranışlar içinde.)

Erdoğan’ı anlamaya çalışmak

Yine de, Cumhurbaşkanının ‘dış güçler saldırıyor’ söylemini anlamaya çalışmakta fayda var. ‘Siyasi kaygılarla paranoya aşılıyor, bize bir düşman gösterip oyalıyor’ dersek durumu küçümsemiş oluruz bence.

Baktığınızda ülkede ekonomi ve piyasalar hayli canlı aslında. İşsizlikte belirgin bir artış yok, üretim yavaşlamış değil, tüketim yavaşlama eğilimine girmiş olsa bile hala canlı. Yani reel kesim açısından bakıldığında, sorunlar olmakla birlikte bir ‘kriz’ gözükmüyor.

Ama gözümüzü reel kesimden alıp finans kesimine çevirdiğimizde açıkça bir ‘kriz’ görüntüsü var.

2022 rakamlarını vereyim, 2023’de de seviyeler benzer olacak çünkü: Türkiye 254 milyar dolar ihracat yaptı; buna karşılık 363 milyar dolar da ithalat.

Reel ile finansal ekonominin kesişme noktalarından biri tam burası: İthalat açısından baktığımızda 365 günün her birinde ortalama 1 milyar dolara yakın ithalat finansmanı ihtiyacı var. Ama yıllık düzeyde baktığımızda 109 milyar dolarlık dış ticaret açığımız oluşuyor, yani ithalatımız ihracatımızdan daha fazla.

Aradaki farkı turizm gelirleriyle bir ölçüde azaltıyoruz ama tabii hepsi kapanmıyor, bu da cari işlemler açığı oluyor. O açığın finansmanı için de Türkiye yurt dışından borç alıyor(du).

2018’den beri döviz krizindeyiz

2018 yılından başlayarak biz ‘Bu Batılılar verdikleri borçları bizim iç ve dış politikamıza müdahale için silah olarak kullanıyor’ diye düşünüp onları kaçırmaya başladığımız için artık ciddi bir döviz sıkıntısı içindeyiz.

Bu sıkıntı 2021 sonunda hükümeti oluşan döviz açığını vatandaşın ve şirketlerin bankalarımızda yatan mevduatıyla da kapatmayı düşünmeye itti; çünkü deniz bitmişti. Kur korumalı mevduat adıyla bir şey icat edildi, vatandaştan dövizini TL’ye çevirmesi istendi ama parası sanki hala dövizmiş gibi faiz geliri elde etmesi uygulamasına geçildi.

Bu uygulama başlı başına bir büyük felaketti ama başka bir felaketi baskılamak, gizlemek için çaresizlikten başvurulmuş bir yoldu. Sorun, az önce söyledim, Türkiye’nin döviz açığını artık makul fiyatlarla borçlanarak temin edemez hale gelmesi.

Felaketten çıkışın bedeli başka bir felaket

Şimdi Merkez Bankası, geride kalan hafta sonundan beri bu ‘felaket’ diye nitelediğim KKM uygulamasından ağır ağır çıkılması için düğmeye bastı. Bastı ama temel sorun çözülmedi ve çözülecek gibi de durmadığı için bu ‘felaket’ten çıkışın bedeli de bir başka ‘felaket’ olabilir.

Bankalardan TL mevduata verdikleri faizleri yükseltmeleri isteniyor. Ama bankalar buna gönülsüz, çünkü faizi yükseltmek onların maliyetlerini arttırması yani kârının azalması anlamına gelecek. 

Bankanın topladığı mevduatı başta ticari müşterileri olmak üzere vatandaşa kredi olarak satabilmesi lazım. Ama bu satışın önünde engel var, çünkü aynı Merkez Bankası bankaları daha düşük faizle kredi vermeye zorluyor. (Bu kural belki bu perşembe günü değişip biraz daha gevşeyecek, bankaların kredi faiz oranları yine tam piyasa tarafından belirlenmeyecek ama yükselebilecek. Beklenti bu.)

Öte yandan, kredi faizlerinin artacak olması, yazının başında ne kadar canlı olduğunu anlattığım reel sektörün hiç değilse bir bölümünü daralmaya zorlayacak, tüketici kredisi faizlerinin artması tüketimi sınırlayacak, yani reel ekonomi yavaşlamak zorunda kalacak.

Eh, bu da Tayyip Erdoğan’ın tam ‘mandacı zihniyet’ dediği şey; ekonominin yavaşlamasını, üretimin azalmasını, işsizliğin artmasını istemiyor Erdoğan. Üstelik önümüz seçim.

Politika faizi artmadıkça…

Erdal Sağlam 10Haber’de günlerdir yazıyor, asıl yapılması gereken Merkez Bankası’nın politika faizini anlamlı bir seviyeye yükseltip piyasada TL’nin fiyatını (değerini) arttırması. O zaman mevduat faizlerinin de kredi faizlerinin de yükselmesi bir anlam ifade edebilecek. Ama şimdi Merkez kendi faizini yükseltmeden diğer faizleri arttırmaya çalışıyor. Öte yandan yüzde 18,5 civarında olan Hazine bonosu faizlerinden kimsenin söz etmemesi de ilginç. Mevduat faizi arttığında normalde Hazine’nin borçlanma faizinin de artması gerekir ama devletimiz buna da izin vermiyor, bankaları düşük faizle devlete borç vermeye zorluyor.

KKM ve KKM’den çıkış konusu bir ‘Kırk katır-Kırk satır’ ikileminde. Ama bu beklemedik bir şey değil.

Beklenmedik olan, bütün bu operasyonun Tayyip Erdoğan’dan onay almış bir operasyon olarak görülmemesi.

Gelin, ona da yakından bakalım.

KKM’den çıkışın yaratacağı sonuçları Erdoğan onayladı mı?

KKM’den çıkışın yaratacağı sonuçları Erdoğan onayladı mı?

Kolayca unutuluyor, arada bir hatırlamakta fayada var: 28 Mayısta seçimi Tayyip Erdoğan kazandı, Cevdet Yılmaz, Mehmet Şimşek veya Gaye Erkan değil.

Siyasi sorumluluk da, nihai karar da son kertede Tayyip Erdoğan’ın elbette.

Tayyip Erdoğan ülkeyi yönetirken bunu çeşitli görevlere atadığı kişiler aracılığıyla yapıyor. O kişiler, yetkinlikleri ne olursa olsun, bağımsız kişiler değiller, Tayyip Erdoğan adına ve onun için yönetiyorlar başlarında oldukları kurumları. Buna 2018’den beri artık bağımsız olmayan Merkez Bankası da dahil.

Sizi bilmem, ben aylardır o haberi bekliyorum ama göremedim: Cevdet Yılmaz, Mehmet Şimşek ve Gaye Erkan’dan oluşan ekonomi yönetimi ekibi Cumhurbaşkanı’na bundan sonra izleyecekleri yolla ilgili kapsamlı bir sunum yaptı mı acaba?

Bazı sunumlar ve konuşmalar mutlaka yapılmıştır, hatta bazı kararlar da Erdoğan tarafından mutlaka onaylanmıştır ama ekonomik program ve stratejiyle ilgili kapsamlı bir sunum ve onay olduğunu sanmıyorum.

Çünkü Mehmet Şimşek’in elinde böyle kapsamlı bir bakış açısını yansıtan bir program olmadığını, bu programın henüz oluşturulmaya çalışıldığını biliyoruz.

Henüz ortada bir program yok ama hepimiz ‘normalleşme’ ve ‘rasyonelleşme’ denen şeyin kaçınılmaz biçimde faiz artışı, sıkı para politikası, sıkı maliye politikası anlamına geldiğini biliyoruz. Eğer bu anlam ortaya çıkmayacaksa oluşturulmak istenen güven oluşmayacaktır, onu da biliyoruz.

Tamam biz biliyoruz ama acaba Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan biliyor mu, Mehmet Şimşek’in sıkı para politikası uygulamak istediğini? Hadi biliyor diyelim, acaba ona onay verdi mi?

Sıkı para politikasının doğal sonucu, ekonominin yavaşlaması, dolayısıyla işsizliğin artması vs. Mart ayındaki seçimden önce Erdoğan’ın böyle bir sonuca onay verdiğini veya vereceğini hiç sanmıyorum.

Nitekim Cumhurbaşkanı son iki gündür sanki böyle bir politika yokmuş, tek derdimiz hayat pahalılığıymış gibi konuşuyor.

Bir an için hayal edin, Tayyip Erdoğan çıkıp ‘Bir süre yüksek faize katlanacağız’ dese neler olur, bugün alınan kararların etkileri nasıl gerçekleşir?

Bana soracak olursanız Ankara’da, ekonomi yönetimi ile Cumhurbaşkanı arasında hiç alışıldık olmayan bir durum yaşanıyor. Ekonomi yönetimi bir şey deniyor, Erdoğan’dan itiraz gelmezse devam ediyor.

Yakında anlarız neler olduğunu…

Prostat kanserinde kurallar değişirken

Prostat kanserinde kurallar değişirken

Biz erkeklerin 50’li yaşlardan itibaren düzenli olarak yaptırmak zorunda olduğumuz sağlık kontrollerinden biri prostatla ilgili. Bugüne kadar bildiğimiz, standart kan testlerinde kolayca yer alabilen PSA testi ile prostat kanseri konusunda erken bilgi almanın mümkün olduğuydu. Bu doğruydu da, PSA seviyesi yüksek olanlar hemen daha ileri teşhis yöntemlerine yönlendirilir, bazılarında kanser hayli erken aşamalarda yakalanırdı.

Ama İngiltere’de yapılan bir araştırma PSA testinden daha iyisinin de var olduğunu gösterdi. Manyetik görüntüleme (MRI) yöntemiyle yapılan görüntülemelerde PSA’sı düşük olanlarda da kanserin ilk belirtilerine rastlandı. Yani, artık erkekler PSA ile yetinmeyecek, bir de MR çektirecekler yıllık kontrollarında.

Bakalım bu prostat MR’ı standart check-uplara ne zaman girecek.

Norveç’in tümgeneralliğe terfi eden pengueni

Norveç’in tümgeneralliğe terfi eden pengueni

Günün bana göre açık ara en eğlenceli haberi, Norveç ordusunun tümgeneralliğe terfi ettirdiği penguenle ilgili haber.

Adı ‘Sir Nils Olav III’ olan bu ‘kral penguen’ Norveç’te de yaşamıyor üstelik. Ana vatanı Güney Kutbu’ndan bir hayli uzakta (ama hiç değilse Norveç’e yakın) İskoçya’nın başkenti Edinburgh’daki hayvanat bahçesinde yaşıyor.

Bu hayvanat bahçesine ilk penguenleri zamanında bir Norveçli kaptan bağışladığı için, penguenlerle Norveç arasında duygusal bir bağ var. Bu bağ, 1961 yılında kral penguenlerden birinin onbaşı rütbesi alıp Norveç Kraliyet Muhafızları’nın maskotu olmasıyla başka bir boyuta geçiyor.

Penguen o yıldan itibaren sürekli terfi alıyor, 2008’de Norveç kralı onu şövalye bile yapmış, en son 2016’da tuğgeneral rütbesine yükselmiş, geçen gün de bir yıldız daha aldı ve tümgeneral oldu.

Akfen’in karbon kredisi satışı müthiş

Akfen’in karbon kredisi satışı müthiş

Akfen Holding’in enerji alanında çok sayıda yatırımı var, bu yatırımları bir bölümü de yenilenebilir enerji konusunda. Şirketin Çanakkale’deki rüzgar santralı, İngiltere merkezli bir şirkete tek seferde 1,8 milyon dolarlık karbon kredisi satmış.

Bilmiyorum daha önce Türkiye’de böyle bir satış gerçekleştiren oldu mu ama bizim ülkemizde henüz karbon borsası olmadığı ve bu konu neredeyse hiç konuşulmadığı için, haber bana önemli geldi.

Biliyorsunuz, her endüstrinin atmosfere salacağı karbon miktarına kota var dünyada. Bu kotalarını dolduranlar, atmosfere daha az karbon salanlardan veya hiç salmayanlardan ‘kredi’ satın alabiliyor. Rüzgar enerjisi santrallarının elinde her yıl bol bol karbon kredisi oluyor, çünkü onlar hiç karbon salmadan üretim yapıyorlar. İşte bu olmayan karbonları satmak, rüzgar ve güneş gibi alanlardan elektrik üretenler için ilave bir teşvik aslında.

Yani Akfen’in aldığı 1,8 milyon dolar, aslında sahiden havadan gelmiş bir para ve onlar bu parayı daha fazla çevreci yatırım için harcayacaklarını söylüyorlar.