04-09-2023
İsmet Berkan

CHP Türkiye siyasi yelpazesinin ne yanındadır?

CHP Türkiye siyasi yelpazesinin ne yanındadır?

Doğan Kitap’tan 2013’te yayınlanan ‘Seçimi Kazanan İdare Fıkrasıdır Çocuk – Türkiye’de Siyaseti Okuma Kılavuzu’ adlı kitabımı yazdığımdan beri, Türkiye’de temel siyasi bölünmenin sağ ile sol arasında olmadığını, hatta bu Batılı klasik siyasi bölünmenin ülkemizde neredeyse hiç olmadığını yüksek sesle söylüyorum.

Bana göre Türkiye’de siyaset ‘Osmanlı’yı ve vatanı kurtarmak’ iddiasıyla, yani sivil taleplerin politika sahnesinde yerini bulması amacıyla değil, doğrudan devleti hedef alarak başlamış ve bugün bile kısmen öyle devam eden bir ‘spor’ türü.

Temel bölünmemizin köklerini Yusuf Akçura’nın ‘Üç Tarzı Siyaset’ adlı uzun makalesinde billurlaşan görüşlerde aramak bence işin doğrusu. Okumayanlar için kabaca özet vereyim: Akçura, çökmekte olduğu ayan beyan ortada olan Osmanlı’yı kurtarma iddiasıyla ortaya üç görüş atıldığını söyler. Bunlardan Akçura’nın da tercihi olan ilk görüş ‘Türkçülük’tür, ikinci görüş ‘İslamcılık’ ve üçüncü görüş ‘Osmanlıcılık’tır.

Bir ölçüde Amerikan liberal rüyasına benzeyen ‘Osmanlıcılık’ ortadan kaybolur ister istemez ve ülkenin ‘Türkleşerek’ kurtulacağını söyleyenlerle ‘İslamlaşarak’ kurtulacağını söyleyenler, Cumhuriyet döneminin temel bölünmesini yaratır.

Burada ‘Türkleşmek’ sadece milliyetçilik değildir, Atatürk’ün ‘Türk, Övün, Çalış, Güven’ sözünde ifadesini bulan bir kimlik yaratma sürecidir. Bu yaratılmak istenen kimlik, tepeden inme modernleşmeci, bu modernleşmeci anlamıyla da ilerlemeye karşı direndiğini düşündüğü dinin neredeyse düşmanıdır. Batı tarzı hayatı savunur, kadınları gündelik hayata dahil eder vs ama her zaman ve her durumda taklitçi değildir bu kimlik, özgün bir milliyetçiliği ve Türk milletinin kendisiyle gurur duyması gerektiğini söyler. Ama işte Atatürk’ün dediği gibi ‘övünmek’ için önce çalışmak ve öz güvenli olmak gerekir.

Cumhuriyet Halk Partisi, Atatürk eliyle devletin kendisiyle birlikte bu kimliği kuran, geliştiren ve yürüten partinin adıdır. Parti sembolünde hala duran 6 Ok, bu kimliğin kurucu unsurlarını anlatır. Ziya Gökalp’in Atatürk’ün en takdir ettiği ideologlardan biri olması aslında hiç şaşırtıcı değildir.

Bu ‘Türkçülük’ ideolojisi, daha Atatürk döneminde katman katman farklılaşmaya, derinlik ve genişlik kazanmaya başlamış, zaman geçtikçe de çok sayıda evrimi birden yaşamıştır. Bugün ‘Türkçülük’ kelimesi artık tek başına bu ideolojik tutumu izah edemiyor.

Benzer şekilde İslamcılık da, aradan geçen 100 yılı aşkın sürede çok büyük değişimlerden geçti, bana göre en kritik değişimini son 20 yılda yaşadı ve esasen büyük ölçüde pratik geçerliğini kaybetti, sadece bir retorik ve sembolik bazı uygulamalara veya uygulama taleplerine dönüştü. Bugün Türkiye’de ‘Hilafet geri gelsin, İslam şeriatı tam olarak uygulansın’ diyenler, epey bir marjinal kesimi oluşturuyor.

20 yıl önce İslamcı bir geçmişten geldiğini gizlemeyen Ak Parti ve Tayyip Erdoğan’ın bu 20 yılda yaşadığı değişim yeterince konuşulmuyor. Ak Parti ve Tayyip Erdoğan, Türkiye’de bir siyasal talep olarak ‘İslamcılık’ efsanesini sona erdirmekle kalmadı, son 7-8 yıldır kullandığı ‘Yerli ve milli’ sloganıyla bir zamanlar Türkçülük ve CHP’ye ait kabul edilen alana girdi ve o alanın hakimi oldu.

Peki bir zamanların ‘yerli milli’ ideolojisinin kurucusu olan CHP’ye ne oldu? Dün PolitikYol adlı sitede Hasan Bülent Kahraman müthiş bir yazı yayınladı, yazdığı ama henüz yayınlamadığı CHP tarihi kitabından bir çeşit kaba özet sundu.

Az sonra Kahraman’ın yazısından bazı alıntılar sunacağım ama önce kendi görüşümü yazmama izin verin, Hasan Bülent Kahraman’la ayrıldığımız bazı noktalar var.

Bana göre İsmet Paşa liderliğindeki CHP, içine Batıda okumuş yazmış Bülent Ecevit gibi genç aydınların katılmasıyla, 1950-60 arası Demokrat Parti dönemini ve DP’nin halktan gördüğü yaygın teveccühü tahlil etme gereği duydu. Bu tahlilin sonunda da, İsmet Paşa 1965 yılında Abdi İpekçi’ye verdiği bir mülakatta ‘CHP ortanın solundadır’ dedi.

Herhalde CHP içinde şöyle bir akıl yürütme yapılmıştı: Cumhuriyet Devrimleri ve onun getirmek istediği toplum modeli artık oturdu. Biz de toplumsal bölümlenmemizi Batı toplumlarındaki gibi sınıf tabanlı görmeye başlayabiliriz, yeni dönemin siyaseti böyle yapılacak…

Bu tahlil baştan sona yanlıştı. Evet, belki şehirlerde Cumhuriyet Devrimleri oturmuştu ama o sırada (mesela 1965’te) nüfusun yüzde 70’e yakını köylerde yaşamaya devam ediyordu. Evet, özel sermaye yatırımları 50’lerin başında ilk kez devleti yakalamış ve geride bırakmaya başlamıştı ama hala çok yetersizdi, hala en büyük işveren devletti. Cumhuriyet Devrimlerinin başlıca silahı olan eğitime hala kalkın önemli bölümü erişemiyordu, nüfusun önemli bölümü okuma yazma bilmiyordu.

Neyse lafı çok uzatmayayım, CHP’nin ‘sol’ dönemi 1980’e kadar iyi kötü devam etti. Karizmatik lider Bülent Ecevit, Kıbrıs çıkartmasıyla edindiği siyasi sermayeyi 1978 seçiminde partisini hala erişilememiş olan bir seviyeye, yüzde 40’ın üzerine çıkartmakta kullandı ve başarılı oldu ama o kadar.

12 Eylül darbesi o olmayan ‘sol’un üzerinden silindir gibi geçti, darbe sonrası yaşanan SHP deneyimi sırtlarında CHP bagajı olmamasına ve açıkça ‘sol’ olmasına rağmen hiçbir zaman 1978’in Ecevit’i seviyesine gelemedi. 

90’lı yıllarda Deniz Baykal’ın CHP’yi yeniden açması ve SHP’yi yutması sonrasında ise Hasan Bülent Kahraman’ın yerinde tespitiyle ‘sol rafa kalktı.’ Geriye laiklik, modernlik, kalpaklı Atatürk gibi birtakım semboller kaldı, CHP’nin siyaseten bu ülkeye ne dediği belirsizleşti. İşte dediğim gibi onun boşalttığı alana da Tayyip Erdoğan bir hamlede girdi ve ‘Yerli milli’ kimliği kaptı, kendisinin yaptı.

Bugün CHP, kuruluşunun üzerinden 100 yıl geçtikten sonra yeniden kimlik arayışında. Ama bu arayış da eleştiriler üzerinden yapılıyor, ‘CHP sağa kaydı’ deniyor; bunu söyleyenler partilerinin ‘sol’ olduğunu düşünüyor olmalılar ama CHP çok uzun zamandan beri zaten sol bir parti değil. Bırakın sol olmayı, doğru dürüst ‘demokrat’ bir parti bile değil; ırkçı partilerle, İslamcı partilerle kameraların önünde gururla el sıkışırken Kürtlerle ancak kapalı kapılar ardında konuşuyor.

Bana kalacak olursa, Türkiye’de siyasi bölünme sınıfsal boyutlar içerse bile daha çok kültürel, yani kimliklere dayalı bir bölünme. Mevcut şartlar altında CHP’nin ‘değişimi’ o yüzden fikirler  düzeyinde olamayacak; çünkü bu kimlik bölünmesinde CHP’nin biraz da metazori yerleştiği bir kültürel taraf var, buradan vaz geçmeyi göze alamaz bu parti.

Tam da bu sebeple CHP’deki değişim tartışması, ‘Kılıçdaroğlu gitsin, yerine daha iyisi gelsin’den öteye gidemez.

Hasan Bülent Kahraman: CHP 1995’ten beri sol değil

Hasan Bülent Kahraman: CHP 1995’ten beri sol değil

Işık Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman, PolitikYol adlı sitede CHP ile ilgili önemli bir yazı yayınladı. Bu yazının son bölümünden bazı alıntılar yapmak istiyorum ama size yazının tamamını okumanızı öneririm:

Bugün siyasal kimliği belirsiz, nerede durduğu meçhul, ideolojisi muğlak ve müphem, büyük ölçüde sağa yerleşmiş bir CHP var. Peki, bu sağ kaymaya yönelmiş eleştirinin dayanağı ve savı nedir denirse asıl polemiğin koptuğu noktaya parmak basmış oluruz.

O tartışmayı açmak için çok önemli bir tespiti yeniden hatırlatayım: Yeni CHP eski, bilinen CHP’den kopuktur ve onunla ilgisi yoktur. Eski CHP de hangi CHP’dir? Önceki bölümlerde böyle monolitik, üniform, homojen bir CHP hayalinin olmadığını, eğer eski CHP’nin Altı Ok’la simgelenen CHP olduğu düşünülüyorsa onun da daha 1970’lerde tartışıldığını belirttim. Yine de bir saptamada bulunayım. Bu özgünlük iddiası zaman zaman kendisini farklı bağlamlarda gösteren bir görüştür. Batı dillerinde, Almanca kökenli ur sözcüğü (Türkçedeki ur sözcüğünün bu sözcükle yani ‘öz’ sözcüğüyle ilişkisi çok tartışmalıdır) bir şeyin aslını belirtmek için kullanılır: ur-ancestors, örneğin öz-atalar demektir; ur-argument ilk sav anlamındadır. Türkçede böyle bir kullanım yaygın değil ama sürekli olarak bir ur-CHP arayışı var: öz-CHP. Bunu daha ziyade defalarca yinelediğim gibi 1930’ların, CHP’si, Atatürk’ün kalemi ve kafasıyla biçimlendirdiği CHP için düşünüyor kişiler. Bense onu daha önce açıkladığım şekilde değişimin getirdiği bunalım karşısında bir geçmiş arayışı olarak görüyorum. Siyaset düşüncesi ve sosyolojisi açısından hele hele politik pratik açısından bir öz arayışı olanaksızdır. Anlamlı da değildir. Bir referans noktası ve tarihsel kayıt olarak elbette önemlidir özgünlük fakat ötesine geçemez.

Böyle bir gerçek çerçevesinde öz arayışı CHP açısından bakınca nasıl bir anlayışa tekabül ediyor, şimdi ona bakalım.

Bugün CHP’de bir değişim yeli esiyor fakat yönü belirsiz. Değişim demek CHP’nin ur, asıl, özgün haliyle (‘değerleriyle’ değil) bütünleşmek midir yoksa CHP’yi tamamen bambaşka bir yöne çekmek midir? Bu sorunun cevabını nesnel olarak vermek dışarıdan bakan biri için olanaksız. Yorum düzeyinde ise ben doğrusunun elbette ikinci tutum olduğunu belirtmeliyim. Kurucu kavramların bugünkü anlamlarını aramak ayrı bir şeydir CHP’nin sollaşmasını savunmak ayrı bir görüştür. Ona bağlı olarak bir noktaya değinmek gerekir: CHP sol bir parti midir? Bunlar zor ve tartışmalı sorular ama o soruları yanıtlamadan CHP’nin bir siyasal kurum olarak gelişmesi olanaksız. CHP tarihsel olarak, tarihsel anlamıyla Fransız Devriminin sol olduğu ölçüde evet kesinlikle soldur. Gerçek bir sol partiye dönüşmek için hamleler yapmıştır ve 1973-1980 arası kesinkes sol bir arayış dönemidir. Bu tarih 1965’e kadar geri götürülebilir. CHP ile ilgisi olmayan, kim ne derse desin ilgisi olmayan SHP’de de bu türden bir arayış öne çıkmıştır. Fakat, asıl önemli olanı dile getiriyorum, Yeni CHP’nin uzaktan yakından solla ilgisi yoktur. Bu itibarla da CHP’deki değişimin sola dönük olmayacağını şimdiden görmek gerekir. Nereye gideceği ise ayrı bir çalışmadır.

Sonuç olarak ortada 1995’ten beri yaklaşık otuz yıllık bir Yeni CHP var. Bu CHP’nin kurucu CHP ile bağları, referansları bulunmaktadır fakat ikisi birbirinden kesinlikle kopuk, hiç değilse uzak iki siyasal oluşumdur. Ayrıca Yeni CHP 1995’te barajı binde yedi oyla geçmiş 1999’da baraj altında kalmıştır. 2010 sonrası henüz yazılmamış ve göz önünde cereyan etse de bilinmeyen bir tarihtir. Yeni CHP’nin solla doğrudan bir ilişkisinin bulunmadığını da ayrıca vurgulayalım. CHP’nin tarihsel sol kimliğine verilen referanslarla CHP-sol ilişkisi kuruluyor. O doğrultuda 1973-1980 arası bile hatırlanmıyor. Tarihsel bazı bağların bulunması, bazı sembollerin öne çıkması ise bir partinin tarihsel süreklilik gösterdiği anlamına gelmiyor. Ortada bambaşka bir CHP var. Üstüne üstlük, ilk, özgün CHP’yi yeniden kurmak gerektiğini söyleyenler de o özgün partinin (ki, 1980’de ömrünü tamamlamıştır) geçirdiği evrimi, Ortanın Solu, Demokratik Sol, Sosyal Demokrat, Altı Ok’a üç yeni ok ekleyen geçmişini anımsamıyor.

Kadınların gururlandıran başarısı

Kadınların gururlandıran başarısı

Kadın Voleybol Milli Takımı’nın Türkiye’ye takım sporlarında ilk büyük kupayı getirmesi, tarif edilmesi zor bir büyük başarı.

Bu başarıda elbette o takımı oluşturan bütün o genç kadınlar baş rolde. Arka planda ise Türkiye Voleybol Federasyonu’ndan, Türkiye’deki Sultanlar Ligi’nin Avrupa’nın, hatta belki dünyanın en değerli ligi haline getiren kulüpler arası rekabet var. On yıllardır kadın voleyboluna yatırım yapan Eczacıbaşı, bu rekabete hem yatırımı hem de olağanüstü gücüyle çok büyük girip çok büyük kalan Fenerbahçe, Türkiye’nin en iyi takımlarını yaratan VakıfBank ve diğer kulüpler ile her maçta salonları hınca hınç dolduran seyircinin rolünü yatsıyamayız.

Kadın Voleybol Milli Takımı’nın şampiyonluğu dün geceden beri elbette herkesi (Bir tek Melih Gökçek’ten çok emin değilim) gururlandırdı ama sanırım ülkemizde yaşayan kadınların gururu tamamen ayrı bir gurur.

Meseleyi siyasete getirmek istemiyorum ama Türkiye’de neredeyse bütün kamuoyu araştırmalarına yansıyan kadın konusunu bence medya da, siyasetçiler de yeterince kavrayamamış durumda. Kadınlar gerek yaygın fiziki şiddet, gerekse ondan da yaygın sözel şiddete karşı çok öfkeliler ve bu öfke öyle siyasi parti ayrımı falan yapan bir şey değil.

Dün gece, o öfkeli kadınların gururlandığı, erkeklere dönüp ‘Bakın sizin beceremediğinizi biz başardık’ dediği bir geceydi.

Kadınlar çok haklılar.

Vargas Havayolları

Vargas Havayolları

Milli Takımın elbette hepsi yıldız ama bir oyuncu var ki, oynadığı her maça damgasını vurdu: Melissa Vargas.

Olağanüstü bir voleybol yeteneği olduğu yıllardır biliniyor, nihayet Küba’dan gereken izin alındı ve Vargas Türk Milli Takımında da oynamaya başladı ve hepimiz onun yarattığı farka tanık olduk.

Maçları anlatan TRT spikerinin bayıldığım bir benzetmesi var, ‘Vargas havayolları’ diyor, oyuncunun geri çaprazdan vurduğu smaçlar için.

Sahiden çok acımasızca vuruyor topa ve onun bu gücü Türkiye’ye çok şey katıyor.

Tahıl koridoru yeniden açılır mı?

Tahıl koridoru yeniden açılır mı?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün Rusya’nın Karadeniz kıyısındaki şirin tatil kenti Soçi’de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşecek. Görüşmenin ana gündemi, Rusya’nın süresini uzatmadığı tahıl koridoru anlaşması. Erdoğan bu anlaşmayı yeniden başlatmak istiyor, bakalım Putin’i ikna edebilecek mi?

Ancak görüşmenin yegane gündemi bu değil. Suriye konusu da önemli. Konu, Türkiye’nin Beşar Esad ile görüşmek istemesi, Esad’ın ise ortaya çeşitli şartlar sürmesi. Şartların başlıcası Türk askerinin Suriye’den çekilmesi.

Ve tabii ekonomi var. Türkiye, Rusya’nın daha fazla mal ve hizmet almasını istiyor.

Bakalım Putin, Türkiye’nin Batı ile yakınlaşma çabalarını nasıl görüyormuş?