27-09-2023
İsmet Berkan

Felsefe değil, mikro ekonomi yazısı: Hiçlikten bir şey yaratmak…

Felsefe değil, mikro ekonomi yazısı: Hiçlikten bir şey yaratmak…

Sabahın erken saatlerinde genellikle çok telaşlı oluyorum. Türk ve dünya basınını tarıyor, 10Haber’de haber atlayıp atlamadığımıza bakıyor, ayrıca yerli ve yabancı basında ardı ardına çok sayıda köşe yazısı ve analiz okuyorum.

Bütün bunları kısıtlı bir sürede yapmak gerektiği için de telaş içindeyim. Bu telaş içinde, konuları çok ilgimi çekse bile ‘hard news’ kategorisine girmeyen şeyleri okuyamıyor, ‘Daha sonra bakarım’ diye bir kenara ayırıyorum.

Ama bu sabah öyle olmadı. Onca telaşımın ortasında kendimi The New York Times’da çıkan Starbucks’ın bal kabaklı latte adlı içeceği hakkında bir haber okurken buldum. İçimden bir ses, ‘Bırak bunu okumayı, daha bekleyen bir sürü şey var’ diyordu ama ben okumayı bırakamıyordum.

Nedenini kendimce buldum, bu yazıyı da o yüzden yazıyorum zaten.

Felsefenin 3 bin yıllık bir sorusu var: Nasıl oldu da ‘hiçlik’ten bir şey doğdu?

Öyle ya, en geriye gittiğinizde başlangıçta hiçbir şey yoktu. Sonra biz dahil onca madde ortaya çıktı. Nasıl oldu?

Büyük dinler bu soruya ‘Allah sayesinde’ diye cevap veriyor.

Evreni tanımlayan en iyi teorinin sicim teorisi olduğunu düşünen kuantum fizikçileri, hiçlikten bir şey çıkmasını kuantum titreşimlerine bağlıyorlar.

Neyse, konumuz bu derin felsefe sorusu değil; konumuz daha basit, gündelik hayatımızda sık sık gördüğümüz bir ‘hiçlikten bir şey yaratma’.

Starbucks’ın yarattığı dev yeni pazar

Yıllar önce Starbucks’ın artık galiba sonunda emekli olan CEO’su Howard Schultz ile İstanbul’da dar bir öğlen yemeğinde tanışmıştım. Kendi kitabında da anlattığı (Gönlünü İşe Vermek) hikayeyi anlattı. Kendisi fakir bir Yahudi ailenin çocuğudur, sosyal konutlarda büyümüş ve çok da iyi bir eğitim alamamıştır. Ama üniversite yıllarında 1 yıllığına değişim öğrencisi olarak gittiği İtalya’da tanık olduğu kahve kültürü onu değiştirmiştir.

Üniversite sonrası zor bela iş bulmuş, Seattle’da 8 şubesi olan Starbucks adlı küçük bir şirkette çalışmaktadır. Şirket batacak durumdadır. Genç Schultz’un ise şirketi kurtaracak bir planı vardır. En fazla bir bardak karton filtre kahveyi alıp giden Amerikalılara İtalya’da yaşama deneyimini satacaktır.

Neyse, Starbucks bu sayede bildiğiniz Starbucks’a dönüştü, Amerikalılar o tuhaf isimli kahvelere bayıldılar, derken Amerikalıların bayıldığı her şeye bayılan dünyanın geri kalanı da Starbucks’larda kuyruk oluşturdu.

Yiyecek içecek işinde böyle çok sayıda olağanüstü başarı hikayesi var; Starbucks bu hikayelerin en çarpıcısı elbette. Ama hikaye bu kadar değil.

Ardı ardına yaşanan 4 gelişme

Bir şirket temelde kahve satarak bu kadar dev haline gelince bir dizi olay yaşanmaya başlıyor.

Birincisi, dünyada kahve tüketimi ansızın artınca çekirdek kahve fiyatı artmaya başlıyor.

İkincisi bu şirket en büyük alıcı olduğu için pazarı belirler hale geliyor.

Üçüncüsü ortaya çok sayıda taklitçi kahve satan zincir veya butik çıkıyor.

Dördüncüsü, Starbucks’ın yarattığı zincirin tekleştirici yapısına tepki gösterenler, kendilerini ‘Yeni nesil barista’ falan gibi isimlerle tanımlayıp ‘Yeni nesil kahve dükkanları’ açmaya, sözde bu ‘endüstriyel kahve’ciliğe karşı çıkan bir ‘devrimci hareket’e başlıyor.

Yani bir şirketin başarısı, daha düne kadar orada olmayan dev gibi bir ekonomiyi doğuruyor. Sadece Amerika’da kahve pazarının büyüklüğü 126 milyar dolardan büyük hesaplanıyor ve bu pazar büyümeye devam ediyor. Starbucks’tan önce bu pazar görece çok daha küçüktü.

Bir minik bardak kahveyi sonunda 8 dolara içersin işte

Ben Ağustos ayında Los Angeles’te ‘yeni nesil’ bir kahve dükkanında bir minicik espressoyu 8 dolara içtim. Gözlerim yerinden oynadı. Oysa Starbucks öncesini de hatırlıyorum, köşedeki bakkaldan aldığınız bir bardak filtre kahvenin fiyatı 50 cente yükseldiğinde New Yorklular söylenmeye başlamıştı.

Kapitalizm ve modern pazarlama bize bunu yapıyor işte: Bildiğiniz kahve artık bir ‘sanat eseri’ ve ‘gurme zevk konusu’ olarak tuhaf fiyatlara satılıyor. Bakkaldan aldığınız kahveye ise burun kıvırmaya başlıyorsunuz.

Bugün ‘gurme’lik ve kahve zincirlerine isyan satan ‘barista’ların babalarının aklına bile gelmeyen bir şeydi, ‘iyi kahve’ ve ‘daha iyi kahve’ konusu. Kahve kahveydi işte, en fazla berbatı olurdu ama berbat olmadıkça bütün kahveler aynıydı.

Bugün hiç yoktan bir sektör doğduğu gibi bir de meslek doğdu: Baristalık… Hatta artık ‘Barista’ yetiştiren ‘Barista akademileri’ bile var.

Bakar mısınız yoktan ortaya çıkan şeylere…

787 milyon dolarlık bal kabağı ekonomisi

Bal kabaklı latteye döneyim: Bu yıl bu tuhaf içeceğin 20. yılıymış. Yani Starbucks içine bal kabağı tadı eklenmiş ve bolca tarçın konmuş bu içeceğini bundan 20 yıl önce icat etmiş. New York Times’ın yazdığına göre bundan 20 yıl önce yiyecek sektöründe bal kabağının adı pek anılmazmış. Oysa bugün içinde bal kabağı tadı veya kokusu olan ürünlerin (kahvenin ötesinde artık bir sürü ürün var) yarattığı ekonominin toplam büyüklüğü 787 milyon doları bulmuş. Hiçlikten bir şey yaratmak tam da bu değil mi?

Yazının sonunu Türkiye’ye bağlamak istiyorum.

Yıllar önce, İstanbul Sanayi Odası’nın davetiyle bir çalışma grubuna katılmıştım, sanayiye yeni bir vizyon aranıyordu. Bugünkü İSO Başkanı Erdal Bahçıvan o zaman da başkandı, belki hatırlayacak, ben o toplantılardan birinde, ‘Sizin o 500 büyük kuruluş listeniz var ya’ demiştim, ‘Bundan 15-20 yıl sonra eğer bugünkü şirketler hala orada durmaya devam ediyorsa, Türkiye de batmış demektir.’

Tek başına Amazon, bizim 500 şirketimizin üç katı ciro yapıyor

Dün İSO bu yılki 500 Büyük Şirket listesini açıkladı. Hiç yoktan, yeni bir fikirle yeni bir ekonomi yaratan hiçbir şirkete rastlamadım orada. Listenin tepesinde beğenmediğimiz devletçi ekonomi döneminin KİT’i Tüpraş vardı hala.

Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşunun toplam cirosu 4 trilyon 485 milyar liraydı. Dolara çevirecek olursak bugünkü kurla 166,1 milyar dolar ediyor. Birinci sıradaki Tüpraş’ın cirosu 418 milyar lira. 500 Büyük Kuruluş’un bütün cirosunun yüzde 10’a yakınını zaten tek şirket yapmış. Bir kıyaslama için vereyim: Tek başına Amazon’un 2022 cirosu 514 milyar dolar, yani bizim en büyük 500 sanayi kuruluşumuzun 3 katından fazla.

500. sıradaki şirket, ki geçen yıla göre 68 sıra birden yükselerek buraya gelmiş, CRT Metal Sanayi’nin cirosu 2 milyar 53 milyon lira. Hatırlayın, Starbucks sayesinde ortaya çıkan bal kabağı ekonomisi 787 milyon dolar, yani bugünkü kurdan çevirecek olsak 2 milyar 124 milyon lira.

Bal kabaklı latte deyip küçümsemeyin yani. Türkiye’de inovasyon diye mangalda kül bırakılmazdı bir zamanlar.

(Yazının tepesindeki görsel de The New York Times’dan, Koren Shadmi çizmiş.)

10Haber, Financial Times’a haber atlatırken…

10Haber, Financial Times’a haber atlatırken…

Bundan tam 4 gün önce Ertuğrul Özkök’ün 10Haber’de yayınlanan yazısının başlığı şuydu: ‘Şimşek’in Chatham House kuralına takılan sözü: Batı’dan izole olmayacağız.’

Özkök bu haberi New York’tan bildirmiyordu. Onlarca gazeteci Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler temaslarını ve Hazine Bakanı Mehmet Şimşek’in uluslararası yatırımcılarla toplantılarını izliyordu ama Ertuğrul Özkök, Türkiye’de telefon başında Şimşek’in kapalı toplantıda sarf ettiği en kritik cümleyi öğrenmişti.

Bugün dünyanın en önemli ekonomi gazetelerinden biri olan Financial Times’da Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’le yapılmış bir söyleşi ve haber var. Haberin içinde Şimşek’in New York’ta daha önce Ertuğrul Özkök’ün aktardığı cümleyi söylediği de yazılı.

Küresel bir gazeteye haber atlatmak herkese nasip olan bir şey değil. 

10Haber, birinci sınıf gazetecilik yapmaya çalışıyor. Ertuğrul Özkök gibi yazarlar o yüzden varlar, birinci sınıf gazetecilik yapmak için.

Bizi takip etmeye devam edin.

Hıfzı Bey de göçüp gitti buralardan

Hıfzı Bey de göçüp gitti buralardan

Çok şanslı hatta ayrıcalıklı bir çocukluk geçirdim. Tabii çocukken bunun farkında değildim, ancak yetişkin olduktan sonra anladım nereden geldiğimi.

27 Mayıs darbesi sonrası, gazeteciler bir kooperatif kurup ‘Basınköy’ inşa etmişlerdi. Gazetecilerin çoğu (190 tanesi) bugün Menekşe ile Cennet Mahallesi arasında olan, denize doğru bakan ‘Basınköy’de yapılacak evleri tercih etmiş; çok daha azı ise Mecidiyeköy’ün de ilerisinde olan Esentepe’ye ‘kalmıştı.’ (Tabii Esentepe’deki gazeteciler sitesi kooperatifinde daha az üye olduğu için onların bahçe içinde müstakil evleri olmuş, Basınköy ise apartmanlara sığmıştı.)

Hıfzı Topuz’un evi Esentepe’deydi ama bütün dostları Basınköy’deydi. Bizim ev dahil pek çok eve misafirliğe gelir, bazen gece yatıya da kalırdı. Sabah beri arıyorum, Hıfzı Beyin kucağında minik bir çocuk olarak fotoğrafım var, ama bulamıyorum. Yıllar önce ona göndermiştim bir kopyasını.

Çocukluğumdan Hıfzı Beyin Paris yıllarını hatırlıyorum; daha doğrusu onun yılda iki kez Paris’ten İstanbul’a gelişlerini. Hediye olarak getirdiği çikolatalar hala aklımda.

Yıllar sonra, ben artık büyüdükten sonra birlikte kaç hafta Eskişehir’e, Anadolu Üniversitesine ders vermeye gittik. Trenin vagon restoranında rakı eşliğindeki geniş sohbet masamızdan galiba benden başka kimse hayatta kalmadı.

Hıfzı Beyin tarih merakı, amatör bir ilginin çok ötesindeydi ve her aklı başında insan gibi Osmanlı tarihinin en çok 19. yüzyılını anlamaya, bütün aktörleriyle tanımaya çalışıyordu. Bazıları roman tadında öyle güzel kitaplar yayınladı ki bu dönemle ilgili, artık maalesef tarihi böyle yazan kimse kalmadı.

En son birkaç yıl önce tamamen tesadüfen onu bir AVM’deki kitapçıda yaptığı imza gününde görmüştüm, upuzun bir kuyruk uzanıyordu önünde.

Bir zerafet, bir bilgelik, bir iyi insanlık timsaliydi. Toprağı bol olsun.