12-10-2023
İsmet Berkan

Çirkin bir terlik, Türk ekonomisinin en temel sorununu yüzümüze vuruyor

Çirkin bir terlik, Türk ekonomisinin en temel sorununu yüzümüze vuruyor

Apple’ın piyasa değeri 2,81 trilyon Amerikan doları. Bir başka teknoloji şirketi olan Microsoft 2,47 trilyon dolar, Google ise 1,78 trilyon dolar.

Bu şirketlerden en ‘ucuzu’ gibi gözüken Google’ın piyasa değerinin bütün Türkiye’nin bir yılda ürettiği ekonomik aktivitenin, yani dolar cinsinden milli gelirimizin iki katına yakın olduğunu hatırlatmama gerek yok sanırım.

Bu dev şirketler sadece bizim için değil, ev sahibi Amerika için de dev ekonomik varlıklar. Zaten o yüzden onların büyüklüğünü ülkemizle kıyaslıyorum.

Bu dev şirketler, dünya ekonomisini dönüştüren teknoloji şirketlerinin sadece bazıları. Daha çok şirket sayabilirim ama gerek yok: Bu şirketlerin neden büyük olduklarının herkesçe kabul edilmiş bir izahı var; geliştirdikleri yeni teknolojileri satıyorlar.

Türkiye’nin ve şirketlerinin önemli bir derdi bu. Kendimiz teknoloji geliştirmiyoruz, dolayısıyla yeni teknoloji de satamıyoruz, en iyimser ihtimalle başkasının geliştirdiği teknolojiyi ucuza üretmeyi başararak satış yapıyoruz.

Türkiye’nin 200 yıllık derdi olan cari açığının arkasında bu sorun var. Yaptığımız ithalatın değeri yaptığımız ihracatın değerinden daha yüksek.

Katma değeri yükseltmek

Ne yaparız da ihracatımızın değerini yükseltiriz? 

Sorunun cevabı basit: İhraç ettiğimiz ürünlerden elde ettiğimiz kârı yükseltmeden, yani daha fazla katma değerli ürün üretmeden bunu yapamayız.

Daha fazla katma değerli ürün üretmenin bir yolu, yeni teknolojiden, yeni icattan, üretim süreçlerini daha verimlileştiren inovasyondan ve elbette özgün tasarımdan geçiyor.

Türkiye, üretim açısından baktığınızda mesela bir moda ve tekstil devi. Ama moda ve tekstil endüstrisinden elde ettiğimiz katma değer son derece düşük. Bunun sebebi, yaptığımız üretimi kendi tasarımımız ve markamızla satamamamız, onun yerine yabancı markaların tasarımlarını onlar adına fason olarak üretmemiz.

İki ay önce de ben bu konuyu yazmıştım, bugün yeniden yazacağım: Benim kişisel olarak son derece çirkin bulduğum bir Alman terlik markası var, Birkenstock. Sonbahar ve kışın gelmesine sırf bu terlikleri daha az göreceğim için seviniyorum bile.

Ama ben beğenmiyorum diye bu terlik markası kahrolup iflasın eşiğine gelmiyor, tam tersine büyümeye devam ediyor.

Yılda 1,2 milyar Euro’luk terlik satmak

260 yıllık bu marka bundan 2 yıl önce kurucusu aile tarafından Fransa merkezli dünya lüks devi LVMH’nin Amerika’da büyük ortağı olduğu bir yatırım şirketi olan L Catterton’a 4,7 milyar dolar değer üzerinden satılmıştı.

Bir terlik markası için 4,7 milyar dolar çok değil mi? Değil aslında. Baktığınızda Birkenstock, 2022 yılında 1,2 milyar Euro’luk terlik satmış. Sadece terlikten elde edilen müthiş bir ciro. Ama esas önemlisi şu: Şirket bu ciro üzerinden 394 milyon Euro kâr elde etmiş. Yani, satılan her Birkenstock terliğin fiyatının üçte biri şirketin katma değeri.

Bu denli yüksek katma değer, işte o benim çirkin bulduğum tasarımdan geliyor.

Türk şirketlerinin görece ne kadar küçük kâr marjlarıyla çalıştıklarına çarpıcı bir örnek Arçelik aslında. Türkiye’nin bu dev sanayi kuruluşu, yurt içinde ve dışındaki fabrikaları, satış ve servis ağıyla hepimizin evine ve hayatına değen çok önemli bir şirketimiz.

Arçelik’in satışları 7 kat fazla, ama…

Ama Arçelik’in 2022 rakamlarına baktığımızda gördüğümüz çok çarpıcı bir durum var: Arçelik’in toplam cirosu 134 milyar lira olmuş. Yıllık ortalama dolar kuruyla 8 milyar dolar kadar.

Bu cirodan 39,5 milyar lira (2 milyar 380 milyon dolar) ‘kâr’ etmiş gözüküyor ama bu rakamdan şirketin pazarlama, yönetim ve ArGe giderlerini düştüğünüzde geriye 9 milyar lira (544 milyon dolar kadar) kalıyor.

Arçelik’in cirosu Birkenstock’tan neredeyse 7 kat daha büyük ama kârı 5 kat bile fazla değil.

İşte aradaki o fark, o çirkin terliklerin tasarımından geliyor. Arçelik ürettiği pek çok üründe yurt dışına lisans bedelleri öderken ve ürün geliştirmek için sürekli büyük bir kaynağı ArGe’ye ayırmak zorundayken Birkenstock çok daha düşük teknolojiyle ama tasarım farkıyla daha verimli bir şirket olarak göze çarpıyor.

Nitekim bu düşük teknoloji ve yüksek oranlı kârlılığı sayesinde Birkenstock New York Borsası’nda toplam 8,64 milyar dolarlık şirket değerine ulaştı. Bu haliyle Türkiye’nin pek çok dev şirketinden çok daha büyük bir değer bu. 

Arçelik’in düşük değeri haksızlık belki ama neyle kıyaslıyoruz zaten

Arçelik’in son piyasa değeri yaklaşık 110 milyar lira. Bugünkü dolar kurundan hesaplarsak 3,9 milyar dolardan fazla. Yani Birkenstock’un değerinin yarısından az. 

Bu dev Türk şirketinin 1 yıllık cirosundan daha düşük bir defter değerine sahip olmasını, buna karşılık Birkenstock’un yıllık cirosunun 7 katından değerlenmesini haksızlık olarak görmek mümkün, gerçekten de piyasanın Arçelik’e biçtiği değer olması gerekenin altında.

Ama bir de şunu düşünün: Son derece düşük bir teknolojiyle üretim yapıp alt tarafı terlik satan bir şirket bir tarafta, orta-yüksek kabul etmemiz gereken teknolojik ürünler üreten şirket öteki tarafta…

Türk ekonomisinin en temel sorunlarını bir kerede bir şirket kıyaslamasında görebilmek çok çarpıcı doğrusu.

Refik Anadol’un yolu daha çok açık

Refik Anadol’un yolu daha çok açık

Bundan yıllar önce, 2015’te Vestel’den arayıp İstanbul’daki Zorlu Center’da bir ‘ışık festivali’ne davet edildiğimde şaşırmıştım. ‘Işık festivali de ne’ dediğimi hatırlıyorum, ‘Dünyaca ünlü ışık sanatçımız Refik Anadol da orada olacak’ cevabını almıştım.

Böyle davetlere ender katılırım, o gece merakımdan gittim. ‘Işık sanatı’nı hiç duymamıştım; benim eksikliğim. Görünce hayran kaldım. Dünyanın pek çok yerinden ‘ışık sanatçıları’ vardı, yaptıkları şeyler ise gerçekten çok güzeldi. O gece Refik Anadol ile de tanıştım, sohbet edip ‘ışık sanatı’nı anlamaya çalıştım, o da sağolsun sabırla bana anlattı, kullandığı teknolojileri söyledi, işin teknoloji kısmının ilgimi çektiğini görünce daha çok anlattı.

O geceden birkaç yıl sonra Instagram’da boş boş vakit geçirirken birden karşıma üç boyutlu bir video eser çıktı. ‘Yahu bu ne güzel bir şey’ diye düşünürken o eserin Refik Anadol’a ait olduğunu gördüm. Hemen hakkında her şeyi okumaya başladım.

Aslında ‘video wall’ adı verilen dev ekranlar ve bu ekranlarda çok çarpıcı görüntüler kullanmak çoktan başlamış bir şeydi ama Refik Anadol’un yaptığı tamamen yeni bir şeydi: Üç boyutlu hissi veriyordu onun videoları ve gördüğümüz görüntüler de öyle basitçe videolar değildi; bilgisayardaki yapay zeka tarafından üretilen eserlerdi.

Refik Anadol’un yaptığı öyle yeni bir sanat formu ki, bu form çoktan dünyada benimsendi, onun öncü ismi olarak da Refik Anadol artık çok önemli bir isim. Dün New York’taki MoMA’nın onun zaten aylardır fuayesinde herkese sergilediği dev eserini satın alıp daimi koleksiyonuna katması, sembolik olarak yerleşik sanat dünyasının da Anadol’u artık kabul ettiği anlamına geliyor.

Hoş Anadol’un bu kabule çok da ihtiyacı yok aslında. Los Angeles’te meşhur Disney Tiyatrosu binası onun  eserine aylarca her gece ev sahipliği yaptı. Las Vegas’taki meşhur The Sphere daha yeni Anadol’un eseriyle açıldı. New York’taki Lincoln Merkezi’nde bir deneysel opera Refik Anadol’un eseriyle sergilendi ve çok beğenildi.

Hafta sonu onun kullandığı teknolojiyi anlatmak istiyorum ama bugün söyleyeceğimi de söyleyeyim: Refik Anadol, dünyada olmayan bir yolu açan, bir büyük sanatsal icadı gerçekleştiren insan ve bundan sonra da yolu çok açık.

Şu listedeki tuhaflığın adı: Sezen Aksu

Şu listedeki tuhaflığın adı: Sezen Aksu

Spotify, dün Türkiye’deki 10 yılının şerefine, Türkiye’nin popüler müzik dinleme alışkanlıklarına ilişkin çok ilginç veriler paylaştı. Bununla ilgili 10Haber’in haberi şurada. Benim en çok ilgimi çeken ise bizim haberde ‘Türkiye’de son 10 yılda müziğe damgasını vuran isimler’ diye paylaşılan bir liste oldu.

Listedeki isimler aynen şöyle: 

Ezhel, UZI, Sezen Aksu, Sagopa Kajmer, Duman, cakal, Lvbel C5, Emir Can İğrek, Yüzyüzeyken Konuşuruz ve  Dolu Kadehi Ters Tut.

Bu listede bir tuhaflık dikkatinizi çekmiyor mu? Aslında bir değil çok tuhaflık var ama bana en çarpıcı geleni, bütün bu genç isimlerin arasına Sezen Aksu’nun girmiş olması.

Kaç yıl önce sahne konserlerini bırakan, evinden ve müzik stüdyosundan dışarı pek az çıkaran sessiz bir hayatı tercih eden Sezen Aksu, elbette yaratmaya devam ediyor. Ve onun medyada veya sahnede hiç görünmeyen hali bile onun bu halkın gözünde ne kadar ‘taze’ ve ‘yeni’ olduğunu göstermeye yetiyor.

Başkaları medyada gözükmek ve bir şarkısını dinletebilmek için yapmadık cambazlık bırakmazken, evinden ve stüdyosundan dışarı nadiren (o da hatır için) çıkan Sezen Aksu’nun, pek çoğu Sezen Aksu şarkı söylerken daha doğmamış olan bu olağanüstü yetenekli genç kuşakla aynı listede olması, açıkçası bu ülke için çok ümit veren bir şey.