13-10-2023
İsmet Berkan

Avrupa Konseyi, Osman Kavala için kararlı

Avrupa Konseyi, Osman Kavala için kararlı

Türkiye, Osman Kavala ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını uygulamadığı için bir süreden beri Avrupa Konseyi’nin yaptırım gündeminde. Dün bu konuda yeni bir gelişme yaşandı, Konsey’in Parlamenter Asamblesi bir oylama daha yaptı ve Türkiye aleyhine yeni bir çağrıyı 2/3 çoğunlukla kabul etti. 

Aslında Asamble daha önce de Türkiye’ye yaptırım uygulanması kararı almıştı ama yaptırımı belirleyecek olan Konsey Dışişleri Bakanları Komitesi henüz yaptırımı belirlememişti. Şimdi Asamble’nin yeniden yaptırım kararı oylaması yapması ve bu kez spesifik olarak yaptırımın ne olacağını belirlemesi, Dışişleri Bakanları Komitesi’nin Aralık ayındaki toplantısı öncesinde ciddi bir siyasi irade anlamına geliyor.

Avrupa Konseyi parlamentosunda dün kabul edilen kararda Osman Kavala’nın 1 Ocak 2024’ten önce serbest bırakılması, açıkça tarih de verilerek isteniyor. O tarihte Kavala’nın serbest kalmaması halinde, hem Avrupa Konseyi parlamentosu üyesi Türk parlamenterlerin oy haklarının askıya alınmasına karar veriliyor hem de konsey üyesi ülkelere ‘Magnitsky Yaptırımları’ diye bilinen bir dizi yaptırımın Osman Kavala’nın özgürlüklerinden mahrum edilmesine katkıda bulunmuş polis memuru, savcı, yargıç ve diğer devlet memurlarına uygulanması tavsiye ediliyor. Bu yaptırımlar arasında tutuklama, mal varlıklarına el koyma gibi şeyler var.

Osman Kavala’nın mahkumiyetinin yargıtay kararıyla kesinleşmiş olması, Türkiye açısından AİHM kararına uymayı ve onu serbest bırakmayı imkansızlaştırıyor. Nitekim, Adalet Bakanlığı’nın standart hukuki görüşüne göre mahkumiyetin kesinleşmesiyle Kavala hakkındaki AİHM kararı da anlamını yitirdi, çünkü karar Kavala’nın tutukluluğuyla ilgiliydi, oysa Kavala artık ‘hükümlü.’

Ancak Türkiye’nin eski AİHM yargıcı Rıza Türmen’e göre Kavala’nın artık tutuklu değil hükümlü olması AİHM kararını ortadan kaldırmıyor, çünkü kararda mahkeme Kavala ile ilgili delil incelemesi de yaptı ve onu mahkum eden delillerin geçersizliğine de karar verdi.

Gelinen noktada mesele aslında hukuki olmaktan da çıkmış, Türkiye ile Avrupa Konseyi arasında siyasi bir konuya dönüşmüş durumda. Konsey Parlamenter Asamblesi dün Osman Kavala hakkındaki hükmün kesinleşmiş olduğunu bile bile 2/3 çoğunlukla karar aldı.

Türkiye, kurucusu olduğu Avrupa Konseyi’nden dışlanmanın eşiğine geldi.

Bu da, bir anlamda Mehmet Şimşek’in New York’ta uluslararası yatırımcılara onlar sormadan olmayacağını söylediği ‘Jeopolitik izolasyon’un gerçekleşmesi anlamına gelebilir.

‘Baba, İsrail-Hamas savaşında sen kimi tutuyorsun?’

‘Baba, İsrail-Hamas savaşında sen kimi tutuyorsun?’

Kızım, henüz 13 yaşında ve elbette Türk veya dünya siyasetiyle ilgisi, o gün TikTok’ta gördüğü videolara bağlı.

Dün gece televizyon karşısında oturmuş, Big Bang Theory’nin bir bölümünü kim bilir kaçıncı kez yeniden izlerken ansızın döndü, ‘Baba’ dedi, ‘Sen İsrail-Hamas savaşında kimi tutuyorsun?’

Benim de ciddiyetim üzerimdeydi veya konunun ciddiyeti beni başka türlü davranmaktan alıkoydu, ‘Kimseyi tutmuyorum’ dedim, ‘Savaş bu, maç değil. Bir tarafı tutmuyorum. İsrail’de Hamas’ın öldürdüğü insanlar için de, şimdi İsrail’in Gazze’de öldürdüğü insanlar için de üzülüyorum.’

Bu cevabım onu hiç memnun etmedi, bir sohbetin başlatıcısı olmadı. İlgisi yeniden telefonuna döndü, bir parmak darbesiyle bir sonraki TikTok videosuna geçti.

Fakat benim aklım kızımın sorusunda kaldı.

Çocukların etraflarında bir düzen görmek istemesini ve bu yüzden dünyayı basitleştirmeye çalışmasını, her şeyi iyi-kötü veya siyah-beyaz netliğinde kavramak istemelerini anlayabilirim.

İsrail-Filistin meselesi gibi karmaşık bir tarihi olan; o tarihin üzerine dünyanın türlü çeşitli eşitsizlik ve haksızlıklarla bezeli düzeninin eklendiği bir sorunu 13 yaşında bir çocuğun bütün nüanslarıyla ve tarafsız bir gözle anlamasını beklemek zor.

Zaten böyle bir meselede tarafsız kalmak da zor. Ama öte yandan sizin veya benim taraf olmamın bu meselenin özüne ilişkin hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini idrak etmek de zor.

Dolayısıyla, ‘Hangi tarafı tutuyorsun’ sorusu sadece çocuklara özgü bir soru değil aslında. Koca koca insanların da bu soruyu sorduğunu, karşısındakini bir tarafı tutmaya zorladığını görüyoruz. Daha geçen gün, ‘Ya bu Hamas da keşke böyle vahşi bir saldırı düzenlemeseydi’ diye yazanları ‘İçimizdeki İsrailliler’ olarak niteleyen bir köşe yazısı okudum.

Kamuoyu, görece modern bir icat aslında. Modern zamanlara gelene kadar kamuoyu kimsenin umurunda değildi, krallar, padişahlar, prensler ve lordlar karar alır, halka da o kararların sonuçlarına katlanmak kalırdı.

Sonra 19. yüzyılda İngiliz Anglikan Kilisesi, Afrika’daki misyonerlik faaliyetleri için ‘kamuoyu baskısı’nı icat etti. Kilise cemaatleri mektuplar yazarak Büyük Britanya hükümetini belli bir biçimde davranmaya mecbur edince, ağır ağır ‘kamuoyu baskısı’ siyaset oyununun önemli bir parçası haline geldi.

Şimdi ama büyük ama küçük her olayda taraf olmaya, ahlaki seçimler yapmaya zorlanmamız işte bu ‘kamuoyu baskısı’ yaratmak için. Modern zamanın modern iletişim araçları, kamuoyu baskısının oluşma ve netice alma süresini kısaltmaya çalışıyor. Belki o yüzden, neredeyse her gün birbirinden farklı pek çok konuda ahlaki seçimler yapmaya zorlanıyoruz.

Fakat bazı konular var ki, sizin seçiminiz ne olursa olsun, etkiniz son derece sınırlı. İşte geçen cumartesi Hamas’ın İsrail topraklarına saldırıp çok sayıda İsrailliyi öldürmesiyle başlayan savaş.

Ama bir dakika…

Savaş, sahiden Hamas’ın cumartesi sabahki saldırısıyla mı başladı, yoksa aslında 19. Yüzyıl sonunda toplanan Siyonist Kongresi’nin bir İsrail devleti kurmak için toprak aramaya başlamasıyla mı? İsterseniz daha geriye de gidebiliriz: Savaş, Roma İmparatorluğu’nun bundan 2 bin yıl önce Kudüs’teki Davut Peygamber’in sarayını ve tapınağını yıkmasıyla başlamış olabilir mi?

Orada da duralım…

Hamas’ın İsrail’e düzenlediği, savaş araçları kullanılsa da, bir terör saldırısıydı. Bu saldırıyı 1500, bilemediniz 3 bin Hamas militanı yaptı. Onların bu yaptığından 2 milyon 300 bin kişiyi sorumlu tutmak ne demek? Gazze zaten 16 yıldır bir açıkhava hapishanesi, şimdi oraya havadan bombalar yağdırmak, yarın öbür gün de karadan tanklarla ve askerlerle girmek orantısız tepki, hatta başlı başına bir katliam değil mi?

Taraflardan birinin sizden onu tutmanızı sağlamak için sorduğu ve soracağı böyle onlarca soru daha var.

Taraf tutmaya zorlandıkça insanın çaresizliği daha da büyüyor.

Nedir bu Anadoludaki festivallerle alıp veremediği devletin?

Nedir bu Anadoludaki festivallerle alıp veremediği devletin?

Adana’da uzun yıllardır düzenlenen Çukurova Rock Festivali dün Adana Valiliği tarafından son dakikada engellenmek istendi. 12 bin bilet satılmış festivalin engellenme gerekçesi de pek komikti: Festival alanına yakın bazı tekel bayileri vardı, festivale gelen 18 yaşından küçükler buralardan içki alabilirdi, asayiş bozulabilirdi…

Neyse ki festivali düzenleyen şirket mahkemeden hızla karar almayı başarıp bu yasağı aştı ama festivalin başlaması yine de kolay olmadı. 18 yaşından küçük olanlar festival alanına biletleri olsa bile sokulmadı. Oysa müzik dinlemek için yaş sınırı yok. İçki satanların yaş sınırına dikkat edip küçük yaştakilere satış yapmaması lazım ama bu denetimi bile festival yönetimi yapmak zorunda kaldı.

Oysa valilik vatandaşa hizmet peşinde olsa, festivalin yapılmasını, herhangi bir asayiş olayının çıkmamasını ve çok meraklıysa civarda yaşı küçüklere içki satılmamasını kolayca sağlayabilirdi.

Sadece Adana da değil. Eskişehir’deki bir başka müzik festivali de tehlikede. Valilik geçmişte bu festivali engelliyordu, bu yıl da henüz izin vermiş değil.

Nedir acaba bu devletin gençlerin müzik dinlemesini ve festivalde bir araya gelmesini engellemeye çalışmasını ciddi bir gayrete dönüştüren çabanın sebebi?

Muhafazakar bazı dernekler ve sözde sivil toplum kuruluşlarının valilikler üzerindeki etkisi ne kadar büyük…

Meclis’teki gündelik kiralama yasası

Meclis’teki gündelik kiralama yasası

Efendim, bir yandan polis bir yandan turizmciler bastırdı, evlerini gerek AirBnb gerekse başka şirketler aracılığıyla gündelik kiraya verenlere karşı ‘önlem alma’ adı altında bir yasa teklifi Meclis’e geldi.

Esasen bu konu sadece ülkemize özgü bir sorun değil. Dünyanın dört bir yanında şehirlerde bu gündelik kiralık evler konusu tartışmalara neden oldu ve sonunda belli bir düzenleme biçimi de yaygınlaştı.

Evini gündelik kiraya vereceklerin belediyeye veya maliyeye kendilerini tescil ettirmeleri isteniyor, ancak bu tescilden sonra onlar evlerini bu aracın şirketlerle pazarlayabiliyor. Burada amaç  vergi kaybını önlemek elbette.

Bizde ise ikinci bir amaç daha var: Polis bu evlerde kalanların kim olduğunu bilmek istiyor. Olabilir, bunu yapan ülkeler de var. Ev kiralamak istediğinizde, kiralamayı yapan şirkete evde kalacakların pasaport bilgilerini de veriyorsunuz, yoksa kiralayamıyorsunuz.

Ama bu iki unsurun üzerine gelecek diğer önlemler yasaklamaya veya caydırmaya girer ki, bunu da herhalde yapmamak gerekir.

Pozitif faize doğru

Pozitif faize doğru

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, IMF-Dünya Bankası yıllık toplantıları için bulunduğu Fas’ın Marakeş kentinde, ‘Pozitif faize doğru geçiyoruz’ demiş. Evet, daha önce de ‘Negatif faiz alanından çıkıyoruz’ demişti. Ama unutmamak gereken bir şey var, Türkiye hala pozitif faiz vermiyor. Üstelik bu faizin pozitife dönmesi, yani enflasyondan daha fazla getiri sağlaması sadece banka faizleriyle ilgili bir konu değil.

Faiz arttırmakta esas amaç ülkeye sıcak para olarak dolar çekmekse, o zaman esas Hazine iç borçlanma kağıtlarının verdiği faizin yükselmesi gerek. Bu da piyasada mevcut kağıtların hızla değer kaybetmesi anlamına gelecek bir şey. Bu geçişin intizamlı olmasına çalışıyor belli ki Merkez Bankası ve Hazine.

Zor bir süreç yönetimi ve gecikmenin bedeli enflasyonun kalıcılığının daha da devam etmesi.