23-10-2023
İsmet Berkan

İsrail, daha kaç Filistinli öldürürse bu savaş biter?

İsrail, daha kaç Filistinli öldürürse bu savaş biter?

Eminim siz de görmüşsünüzdür, Mısırlı komedyen Bassem Yusuf’un Britanyalı televizyoncu Piers Morgan ile söyleşisi günlerdir parça parça sosyal medyada yayılıyor.

Bassem Yusuf aslında bir kalp cerrahı, ama sonra Mısır’daki Arap Baharı’nın ardından demokrasi geldi diye düşünüp siyasi komediye başlamış, tabii Mısır’da siyasi komedi yapmak riskli bir iş. Önce Müslüman Kardeşler döneminde soruşturulmaya başlanmış, darbenin ardından Sisi de soruşturmayı sürdürmüş, hapse girmemek için ailesiyle birlikte Amerika’ya kaçmayı başarmış.

Onunla söyleşiyi yapan Piers Morgan ise Britanya ve Amerika medya dünyasının bir hayli tartışmalı muhafazakar isimlerinden biri. Bir süreden beri TalkTV adlı kanalda kendi programını yapıyor.

Piers Morgan’ın uzakta (galiba Amerika’da, Los Angeles’te) bir stüdyoda olan Bassem Yusuf ile söyleşisi, Batı medyasında Filistin yanlısı bir sese yer veren ender örneklerden biri oldu son savaşta. Yusuf, söyleşi sırasında kendisinden  Hamas’ı kınamasının istendiğini biliyor ve bunu yapıyor ama orada durmuyor, önemli bir tartışmayı gayet çarpıcı biçimde ifade ediyor.

Tartışma şu: Evet, Hamas vahşi bir saldırı gerçekleştirdi, İsrail’in de kendini savunma hakkı var. Peki ama İsrail’in kendini savunurken vereceği cevap ne ölçüde ‘orantılı’ olmalı?

Bassem Yusuf, söyleşi sırasında Arapça yazılı bir grafik gösterdi, grafikte yıllar içinde ölen Filistinlilerin ve İsraillilerin sayıları vardı. Sorduğu soru şuydu: ‘Bugün geçerli olan oran nedir? Çünkü bakınca 2014’te mesela ölen 1 İsrailliye karşılık 27 Filistinli öldürülmüş. Bu güzel bir oran mı? Bilmek istiyorum…’

Söyleşiyi herkes gibi izleyince (ki buraya tamamının videosunu da koyuyorum) ben de Yusuf’un elindeki grafiğin kaynağını merak ettim.

Kaynak, Birleşmiş Milletler’in ‘Office for the Coordination of Humanitarian Affairs’ (OCHA) adlı birimiydi. Bu birimin web sayfasında 2008’den bu yana Filistin-İsrail çatışmalarının bir dökümü var. O dökümden hareketle şöyle bir tablo çıkardım:

İsrail ile Filistinliler arasındaki çatışmanın orantısız doğası bu tabloda gayet net biçimde görülüyor. Bassem Yusuf, acı bir espri yapıyor, ‘Bugünkü çatışmada hangi oranı kullanacağız’ diye soruyor.

Daha önce de yazdım, İsrail 7 Ekim cumartesi sabahı şok edici bir saldırıya uyandı; Hamas ve İslami Cihad gerillaları sadece havadan roket saldırısı düzenlemedi, karadan da sınırı yıkıp İsrail topraklarına girdi ve vahşice cinayetler işledi, 200 kadar da kişiyi rehin alıp Gazze’ye götürdü. O gün 1,500 kadar İsrailli öldürüldü, çoğu da sivildi bu ölenlerin.

İsrail ordusu ve polisi karadan yapılan bu saldırılar karşısında öyle bir şoka girdi ki, saatlerce cevap bile veremedi. Filistinli gerillaların bastığı bazı kibutzlara Gazze’den birkaç kez gelip gittiği ve insan öldürmeye devam ettiği ortaya çıktı. İsrail askerleri ancak öğleden sonra çatışma bölgelerine gelebildi.

Karada bu şok yaşanırken İsrail’in hava kuvvetleri neredeyse refleks bir davranışla, hükümetinden emir bile beklemeden, saldırıya uğradıklarını anladıkları anda uçaklarını kaldırdı ve Gazze’yi bombalamaya başladı. O sırada saldırıdan ne kimin sorumlu olduğunu biliyorlardı ne de başka bir şeyi ama belli ki ellerinde hedef listesi vardı, gidip hedefleri vurmaya başladılar.

O havadan bombardıman, yakın zamanda İsrail topçusunun da devreye girmesiyle 7 Ekim sabahından beri devam ediyor. İsrail evet elbette kendince hedef gözetiyor ama onun gözettiği hedefler pek geniş. Fırın önünde ekmek kuyruğunda bekleyenleri de, vurulmaz diye sığınılan camiyi de bombalıyor. Ehli Arap Hastanesini kimin vurduğu hala meçhul ama İsrail’in burayı vurup derme çatma çadırlarda hayatta kalmaya çalışan 471 kişiyi öldürmüş olmasına kimse ‘Yok canım olmaz öyle şey’ demiyor.

Hepimizin gözünün önünde yaşanan bu orantısız güç kullanımına dünyanın düzenini ve barışını koruma iddiasındaki büyük ülkelerin, yani BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesi ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in bir önlem getirememesi, konseyden ancak zor bela bir geçici ateşkes kararı tavsiyesi alınabilmesi ama bunun bile ABD tarafından veto edilmesi, İsrail’in aslında elinde bir açık çekle hareket ettiğinin en büyük delili.

İsrail’in kuruluşunda devlet başkanı olması için davet edilmiş ama bunu kabul etmemiş olan büyük fizikçi Albert Einstein’ın bir sözü var: ‘Aynı şeyi tekrar tekrar yapıp her seferinde farklı sonuç beklemeye aptallık denir.’

Yukarıdaki tabloya bir daha bakın, İsrail’in yaptığı da bu. İddia ediyor ki, kendisine saldırılacak olursa Filistin’e çok ağır bir bedel ödetiyor ve böylece bir sonraki saldırıyı engelleyeceğini sanıyor ama işte tablo ortada.

İsrail, 2009 yılında ölen 1 İsrailli’ye karşılık 97 Filistinli öldürmüş. 2020 yılı görece ‘sakin’ geçmiş, 3 İsrailli öldürülmüş, karşılığında 30 Filistinli can vermiş. Oran 1’e 10.

Bu rakamlarla konuşmak bile korkunç bir şey.

Devlet, Cumhuriyet’in 100. yılını kutlamayacak mı?

Devlet, Cumhuriyet’in 100. yılını kutlamayacak mı?

Beklerdim ki, Türkiye’de yer yerinden oynasın. 

Beklerdim ki, Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılı ardı ardına çok sayıda etkinlikle kutlansın. Çok sayıda bilimsel sempozyum da yapılsın, TV’ler Cumhuriyet belgesellerinden ve filmlerinden geçilmez hale gelsin, gazetelerinden yeni medyasına her yerde Cumhuriyet coşkusu olsun.

Beklerdim ki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kendisi, bu 100. yıldönümünü sadece bir güne ve geceye sıkıştırmasın, mesela bu haftayı ‘Cumhuriyet haftası’ ilan etsin, her gününde farklı farklı onlarca etkinliğin düzenlenmesine ön ayak olsun.

Beklerdim ki, ister özel şirket olsun ister sivil toplum örgütü ister üniversite, kim 100. yıl için bir etkinlik yapsa, bu bayramın esas sahibi olarak TC Cumhurbaşkanlığı bunların hepsine himaye kollarını uzatsın.

Ve tabii beklerdim ki, devletimiz 100. yıldönümünü en azından 50 ve 75. yıllardaki kadar çoşkuyla, görkemle kutlayacak organizasyonlar içinde olsun.

Mesela ben 50. yıldönümünde henüz çocuktum ama Cumhuriyet’in 50. yılını kutlamakta olduğumuzu bilmeyen kalmamıştı, o fakir yıllarda neler neler yapılmıştı.

75. yıldönümde Süleyman Demirel Cumhurbaşkanıydı. Çankaya Köşkü günler süren, çok sayıda yabancı devlet adamının katıldığı kutlamalara ev sahipliği yapmış, devlet 75. yıl logosuyla yüzlerce kitap yayınlamış, sergiler, sempozyumlar, davetler yapılmıştı. Kutlamalar günlerce devam etmişti.

Şimdi 6 gün sonra Cumhuriyetimizin 100. yılı dolacak ama hiç öyle görkemli bir hazırlık göremiyoruz.

Hani ‘İtibardan tasarruf olmaz’dı. Bundan daha itibarlı bir şeyimiz var mı?

Boyner’in Cumhuriyet filmi, Koç’un 100 ismi, İş Bankası’nın sempozyumu

Boyner’in Cumhuriyet filmi, Koç’un 100 ismi, İş Bankası’nın sempozyumu

Pazar sabahı Cem Boyner’den bir elektronik posta aldım. Onunla mail üzerinden haberleşmeye pek alışık değilim, o yüzden hemen baktım. Bakınca anladım ki, maili aslında Boyner şirketleri gönderiyordu. Cumhuriyet’in 100. yılı için bir film yaptırmışlardı.

Filmi buraya da koyuyorum, izlerken gözlerim doldu.

Boyner’den söz edince Koç Holding’in ‘Cumhuriyet’in 100 Değeri’ projesinden söz etmemek olmaz. Çok güzel ve değerli bir proje. Ayrıca Cumhuriyet’i Cumhuriyet döneminin 100 önemli ismiyle anmak da çok iyi fikir. Keşke, bu isimler arasında Nobel Edebiyat ödüllü yazarımız Orhan Pamuk da kendine yer bulabilseydi.

İş Bankası ise kendine yakışanı yaptı, daha da yapmaya devam ediyor. Görebildiğim kadarıyla 100. yılı bir bilimsel sempozyumla kutlayan yegane kurum İş Bankası oldu. Banka bir de resim heykel müzesi açıyor 100. yılda.

Türkiye’nin çakarlı araç problemi

Türkiye’nin çakarlı araç problemi

Eskiden Ankara’da gündelik hayatın son derece sıradan bir parçası olan ama İstanbul’un hemen hemen hiç bilmediği şeylerin başında, korumalı araçlar ve korumalı araç konvoyları gelirdi.

Ankara’da çakarlı araçla sıkışık trafikte sağı solu ittirerek ilerleme görüntüsü sıradandı, kimse önemsemezdi ama biz İstanbul’da kazayla valinin konvoyuna denk gelsek şaşırırdık.

Ak Parti’nin ülkemizde yarattığı değişimlerden biri de maalesef bu: Artık çakarlı araçtan bol bir şey yok ve İstanbul’da da bu duruma şaşırmıyoruz.

O kadar şaşırmıyoruz ki, emniyet şeridine dalan, arkadan siren de çalıp insanı paniğe sokan çakarlı araçlar öyle konvoy falan bile değiller. Bazen içinde 20’li yaşlarda bir çocuğun bile oturabildiği araçlar bunlar. Kendilerini ayrıcalıklı, hepimizden üstün sanan ve trafikte bizimle aynı kurallara tabi olmayan bir yeni sınıf ortaya çıktı Ak Parti sayesinde.

Ama bakın bugün 10Haber’de yayınladık, o yeni hakim sınıf, bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın güvenliğine bir tehdit haline geldi.

Tepesine kendi kendine taktığı çakar lambasıyla bir araç, Yeşilköy’deki Atatürk Havaalanı’nda piste, aprona girdi ve Cumhurbaşkanı’nın uçağının dibine kadar da geldi. Ya içindeki kişi ‘Erdoğan hayranı’ bir genç değil de, bir PKK’lı olsaydı ve roket atarıyla uçağı vursaydı?

Bu çakarlı araç ve içindeki ayrıcalıklı sınıf insan probleminin ne büyük bir problem olduğunu daha nasıl anlatabilirim, bilemedim.