24-10-2023
İsmet Berkan

Doğru faiz yüzde 33 mü?

Doğru faiz yüzde 33 mü?

Geçen hafta ilginç bir şey oldu. Bankalar, bir günde mevduata verdikleri faizi yüzde 42-45’lerden yeniden yüzde 37-39 aralığına indirdiler.

İddia oydu ki, bankalar Merkez Bankası’nın bu perşembe yapacağı toplantıda yüzde 30 olan politika faizini sabit tutacağını varsaymaya başlamıştı. Gerçi bu rakam şu an için bankalarımızı pek ilgilendiriyor gibi durmuyordu; çünkü Merkez Bankası’ndan yeniden pek fon kullanmamaya başlamışlardı.

Bu arada bütçe açığını finanse etmeye çalışan Türkiye Hazine’si son bir haftada büyük bazı iç borçlanma ihalelerine çıktı ve son 8 günde toplam 16,6 milyar lira borç aldı. Son yapılan iki yıllık iç borçlanma ihalesinde bileşik faiz yüzde 33’ü buldu.

Bankaların 32 günlük mevduata (yıllık) yüzde 37-39 faiz verip Hazine’ye 2 yıl için yüzde 33’le para park etmesi, bu arada Merkez Bankası’nın politika faizinin yüzde 30 olması; en azından para politikasında Mehmet Şimşek’in sözünü ettiği ‘rasyonel zemin’e henüz gelmediğimizin çok açık bir ifadesi.

Gerek yerli yabancı bankalarda ve gerekse Merkez Bankası’nda banka ekonomistleri bu ‘rasyonel zemin’i ifade edecek optimum faiz oranını bulmaya çalışıyor.

Mehmet Şimşek, ‘Negatif faiz alanından çıkıp pozitif faize ilerliyoruz’ diyor ama tam olarak nerede pozitif faiz oluşacak? Bankalarımızın dün Hazine’ye borç verirken kabul ettiği yüzde 33 faiz pozitif faiz mi, yoksa hala negatif mi?

Bu soruların cevabı, geleceğe dönük enflasyonu yüzde kaç beklediğinizle ilgili. Diyelim Hazine borçlanma faizinden söz ediyoruz. 23 Ekim 2023’ten 707 gün sonraya, yani Ekim 2025’e kadar Türkiye’de toplamda yüzde 66’dan daha az enflasyon gerçekleşirse, dünkü ihalede ortaya çıkan faiz pozitif olacak. (Ben çok kaba söylüyorum, elbette çok daha ince bir hesabı var bu faizin.)

Dün Hazine’ye yüzde 33 faizle 2 yıllığına borç veren bankaya siz gidip aynı vadede kredi isteseniz, herhalde pazarlık yüzde 50’den başlayacak. Merkez Bankası verisine göre son bir haftada ticari kredi faizi yüzde 49,70.

Hatırlayın, Haziran ayında pek çok kişinin inanmak istediği, hatta gazete köşelerinde de yazdığı efsane şuydu: Mehmet Şimşek göreve gelince, hemen Batıdan 50 milyar dolar kaynak sağlayacaktı.

Henüz bir kaynak falan geldiği yok. Kaldı ki Türkiye öyle bir sıcak parayı (ihtiyacı olsa dahi) ne kadar istiyor veya istemeli, bu da meçhul zaten.

Ama bırakın sıcak parayı, kalıcı yatırıma gelecek para da gelmiyor. Bakın, Birleşik Arap Emirlikleri ile 50 milyar doları aşan bir para için yatırım sözleri verildi. Bu paranın önemli bölümü Türkiye’deki yeşil enerji yatırımlarına gelecekti. Sonra ortaya çıktı ki BAE sermayesi sıfırdan yatırıma değil mevcut şirketleri satın almaya veya onlara ortak olmaya geliyor. O cephede bazı görüşmeler var ama henüz bir sonuç yok.

Benzer şekilde Suudi Arabistan’dan geleceği söylenen yatırımlardan da henüz bir haber yok.

Batıdan ise bir ara borsaya minimum miktarda para girdi ama ne sıcak para olarak ne de kalıcı yatırım için henüz gelen giden yok.

Sıcak para gelmesinin şartını biliyoruz: Türkiye’nin pozitif faiz vermesi. Eh işte dün ortaya çıkan yüzde 33’lük faizin de henüz pozitif bir faiz olarak algılanmadığı belli.

Zaten salt pozitif faize gelecek sıcak paranın olabilecek en acımasız para biçimi olduğunu ve gelmesine sevinmek değil bu para bizim kaynaklarımızı sömüreceği için aslında üzülmek gerektiğini de biliyoruz. Ama işte ülkemizin döviz ihtiyacı o denli büyük ki, ‘Dolarını getir ve benim geleceğimi çal’ diye yalvarır duruma geliyoruz.

Peki bu döviz ihtiyacımızı kendi ihracatımızla neden karşılayamıyoruz?

Baktığınızda Türkiye’de sanayide kapasite kullanım oranı eylül ayında yüzde 76,9 seviyesine gelmiş. Yani kullanılmayan veya eksik kullanılan çok az bir üretim kapasitemiz daha var aslında, hepsi bu. Ve bu kapasiteyle yaptığımız ihracat da bu işte; haftada 7 gün ve günde 24 saat çalışıyoruz, yurt dışına satabildiğimiz mallarımızın değeri yılda taş çatlasa 250 milyar dolar ve civarına geliyor. Oysa yurt dışından ithalatımız 350 milyar dolara tırmandı bile.

İşte bu çözümü zor sorun yüzünden Türkiye kendi geleceğini kaybetmek pahasına sıcak para peşinde koşuyor, doğru faiz oranını bulmaya çalışıyor.

Hamas zaman kazanmaya çalışıyor, ABD’nin İsrail’e tavsiyeleri var

Hamas zaman kazanmaya çalışıyor, ABD’nin İsrail’e tavsiyeleri var

İsrail, beklenen kara harekatına başlamış değil. Başlayıp başlamayacağı da belli değil aslında.

Gelen bütün haberler, Amerika’nın İsrail’i en azından şimdilik durdurduğuna işaret ediyor.

Ama yanlış anlamayın, Amerika İsrail’in kara harekatını engellemeye çalışmıyor, aksine onun bu harekatını destekliyor. ABD’nin itirazı, harekatın yeterince planlanmamış olmasına.

İsrail, ‘Hamas’ı yok etme’ gibi bir hedefi karşısına koymuş durumda. ABD de bu hedefi destekliyor.

Peki nasıl yok edecek Hamas’ı? Uzun ve kanlı bir şehir savaşından başka bir çıkış yolu gözükmüyor.

ABD, böyle bir şehir savaşında tecrübeli olduğu iddiasında. Bir tecrübeleri Irak’ta Felluce’de yaşandı, çok acı bir tecrübe oldu bu. İkinci tecrübe ise DAEŞ’le çarpıştıkları Musul ve Rakka’da.

Musul’da Kürt peşmergelerin ve Irak ordusunun desteğindeydi ABD. Rakka’da ise yanlarında PKK/YPG vardı.

Aslında Musul ve Rakka savaşları da çok iyi tecrübeler değildi, onbinlerce sivil hayatını kaybetti. Üstelik DAEŞ bu iki şehri görece kısa süre önce kontrol altına almıştı, yani yeterli savunma hazırlığı yoktu. Yine de ‘temizlik’ aylar aldı.

Oysa hamas 16 yıldır İsrail işgaline hazırlanıyor, arada bu işgalin provalarını da yaşadı. Tünelleri, yeraltı savunma sistemleri, mayınları ve bombalı tuzaklarıyla Hamas İsrail ordusunu epeydir bekliyor, hatta sık sık davet ediyor Gazze’yi işgale.

Musul’da da Rakka’da da sivil halkın kaçabileceği yerler vardı. Gazze’de ise kaçılabilecek hiçbir yer yok. Siviller gönüllü veya gönülsüz ama her şart altında şehir savaşının ortasında olacaklar.

Bu kaçınılmaz sonu gören ve bu savaşa hazır olduğunu iddia eden Hamas ise rehine diplomasisiyle zaman kazanmaya çalışıyor. İşte dün gece iki rehine daha bıraktılar, bir hayli yaşlı iki kadındı bırakılanlar. Onlar kadar yaşlı kocaları hala Hamas’ın elinde.

Çok pis ve fena günler bizi bekliyor maalesef. 

İsrail karadan tamamen mi girsin, yoksa bazı nokta operasyonlar mı düzenlesin, buna karar vermeye çalışıyor hala.

Nobel’li buluşun kansere karşı hücumu

Nobel’li buluşun kansere karşı hücumu

Biliyorsunuz, bu yıl mRNA teknolojisi Nobel ödülü kazandı. Bu teknolojiyi biz korona aşılarından tanıyoruz, hatta çoğumuz hala bazı kalıntılarını vücudumuzda taşımaya da devam ediyoruz.

Covid-19 salgınına karşı başarılı olan bu teknolojiyle yapılan aşı, aslında en çok kanserle ilgili araştırmalara bir cevap oluşturması beklenen bir teknolojiyi içeriyor. Bu mRNA teknolojisinin kullanıldığı ilk kanser aşısının 1 ve 2. aşama testleri hala devam ediyor.

Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin şirketi BioNTech, dün İspanya’da yapılan bir onkoloji kongresinde bu aşının 1/2. faz denemeleriyle ilgili bazı ilave verileri paylaştılar.

Virüslerden kaynaklanan kanserlere ve yumurtalık kanseri gibi ‘sert tümörlü’ kanserlere karşı geliştirilen aşı, temelde mRNA aracılığıyla vücudumuzdaki CAR-T tipi savunma hücrelerini harekete geçirmeyi hedefliyor. Son açıklanan araştırma rakamlarına bakılacak olursa deneye katılan kanser hastalarının önemli bölümünde ciddi bir başarı da elde etmiş bu CAR-Vac adı verilen aşı.

Tabii daha üçüncü faz denemeleri yapılacak aşının ve ancak ondan sonra lisans almak için ABD ve Avrupa otoritelerine sunulacak.

Ama ümitli olmak için çok sebebimiz var. Bu belirli kanser türlerinde elde edilecek başarı, diğer kanserlerle ilgili başarının da habercisi olabilir.