04-11-2023
İsmet Berkan

Devlet-Millet kavgasının hiç sözü edilmeyen boyutları

Devlet-Millet kavgasının hiç sözü edilmeyen boyutları

Hangi siyasi görüşten, hangi etnik kökenden olduğunuzun bir önemi yok. Hepimizin birden ortak bir meselesi var: Devlet.

Biz, bir yandan devletini çok seven, onu gözü gibi bakan, sık sık devletinin bekasından ötürü endişeye düşen, devleti kurtarmak için gerekirse kendi bireyselliğini, hatta 15 Temmuz darbe girişiminde olduğu gibi canını feda etmekten çekinmeyen bir milletiz.

Ama bir yandan da bu çok sevdiğimiz devletimizle aramızda bitmek tükenmek bilmeyen bir didişmemiz, çekişmemiz var.

Devlet, tabii aslında soyut bir varlık, hepimizin hayalinde yaşayan ve bu sayede var olan bir şey ama aynı zamanda kurallar koyan, yaptırımlar uygulayan, zaman zaman son derece sert olabilen bir güç.

Osmanlı, uzun yüzyıllar boyunca bugünle kıyaslandığında epey gevşek bir devletti; o dev coğrafyanın dört bir yanındaki milyonlarca tebasıyla tek tek ilgilenecek hali yoktu.

Ama 19. yüzyılda özellikle büyük reformcu padişah 2. Mahmut döneminden itibaren devlet yeniden örgütlenmeye, daha çok Fransız devletini kendine örnek alıp merkezileşmeye ve taşra üzerinde de daha fazla kontrol uygulamak istemeye başladı.

Bu pederşahi devlet, henüz yaygın eğitimin ve sivil toplum bilincinin hiç olmadığı halkını da ‘koruması gereken bir çocuk’ gibi görmeye başladı. Bugün yıl 2023 olmuş, Türkiye 200 yıl öncesiyle kıyaslanmayacak derecede modern bir ülkeye ve eğitimli halka sahip olmuş durumda ama devletin halkına bakışı değişmiş değil: Biz, o devlet için hala mutlaka caddeden karşıdan karşıya geçerken elinden tutulması gereken bir küçük çocuğuz…

İşte devletle aramızda her gün yaşadığımız çekişme ve didişmenin en temel sebebi de bu: Devlet kendini halkın velisi, vasisi gibi görüyor ve üzerimizde bir vesayet uyguluyor; biz ise bu vesayetten kaçınabilmek için her gün küçük küçük kavgalar veriyoruz.

Bu kavga siyaset alanında yaşandığında genellikle haberimiz de oluyor. İşte mesela bugün kendilerine ‘Cumartesi Anneleri’ adını veren ve devlet tarafından gözaltına alınıp sonra kendilerinden haber alınamayan çocuklarını merak eden bir grup yine İstanbul’da Beyoğlu’nda Galatasaray Lisesi’nin önünde toplanmak isteyecek, devletin polisi yine onları engelleyecek, bazılarını gözaltına alacak. Bu didişme, devlet ile o grup arasında uzun yıllardan beri yaşanıyor, artık rutin bir kavga.

Ama bir de bu kadar görünür olmayan, bu kadar kavgaya neden olmayan didişmelerimiz de var.

Bir basit örnek, cep telefonu veya diğer adıyla akıllı telefonlar konusunda yaşanan. Bir diğer örnek otomobil. Son örnek ise yurt dışına seyahate gitmek.

Millet en son ve en iyi akıllı telefonu almak, onu cebine koymak ve kullanmak istiyor. Devlet ise bu telefonlar için yapılan ithalatı azaltmak, mümkünse milletini bu telefonları almaktan caydırmak istiyor.

Aynı şey otomobiller için de geçerli. Millet dünyada çıkan en yeni, en iyi modelleri almak istiyor. Devlet ise vatandaşını bu alış verişten caydırmak.

Ne yapıyor devlet, kalkıyor yüksek vergiler koyuyor akıllı telefon ve otomobillerin ithalatına. O kadar ki, her iki cihazda da, cihazın orijinal fiyatını aşan vergiler söz konusu. Yani almak isteyen dünyada başka insanların ödediğinin iki katından fazla para vermeye razı olmalı ki, akıllı telefona veya otomobile sahip olabilsin.

Ama buna rağmen iki konuda da başarılı olamıyor devlet. Türk milleti cep telefonu ve otomobil almaktan caymıyor.

Cep telefonları konusunda Bilgi Teknolojileri Kurumu adlı kurumun rakamlarına bakıyorum; 2022 yılında ülkemizde 22,6 milyon akıllı telefon satılmış. Türkiye’de 70 milyondan fazla cep telefonu abonesi olduğuna göre, demek ki ortalama 3 yılda bir telefonlarımızı yenisiyle değiştiriyoruz.

Bu satılan 22,6 milyon telefonun kabaca yarısı Türkiye’de üretiliyor; yarısı ise yurt dışından ya resmen ithal ediliyor ya da yolcu beraberinde getirilip kayda alınıyor.

Devlet biz yeni cep telefonu almayalım diye onlara yüksek vergiler koyduğu gibi bir de bu alış verişin taksitlendirilmesini de engelliyor. Ama görüyorsunuz, halkımız engel tanımıyor.

Otomobillerimizi cep telefonlarımızı değiştirdiğimiz sıklıkta değiştirmiyoruz ama tabii cep telefonundan farklı olarak hala otomobil sahibi olmayanlarımız da çoğunlukta. 2022 yılında ülkemizde toplam 783 bin otomobil satılmış. Bu satılan araçların yaklaşık yarısı da yurt dışından ithal edilmiş.

Görüyorsunuz, devletimiz aslında biz otomobil almayalım diye elinden geleni yaptığı halde biz yine de büyük sözü dinlemiyor ve dünyanın başka yerlerindeki insanların ödediğinin iki katından fazla fiyat ödeyerek otomobil almaya devam ediyoruz.

Devlet-millet kavgasının yaşandığı bir son alan, yurt dışına seyahat.

Devletimiz bizim yurt dışına gezmeye diye gidip bol keseden para harcamamızı istemiyor. ‘Yasaktır kardeşim, gidemezsiniz’ diyemediği için aklınca bizi caydırmak istiyor. 

Mesela yurt dışına çıkmak için bizden 150 lira harç parası istiyor. Bunu yapan dünyada başka bir devlet yok. Bir ara bu uygulama ‘onur kırıcı’ bulunup kaldırılmıştı, sonra geri geldi. Hatta artık çıkış pulu için makine bile imal ettik, kredi kartınızı uzatıyorsunuz, makine size pulu veriyor.

Sadece bu da değil. Diyelim yurt dışına seyahat edeceksiniz, artık uçak biletinizi peşin parayla almalısınız, öyle taksitle almak, üçe beşe bölüp ödemek yok.

Ama bütün bu caydırıcı önlemlere rağmen millet devletini dinlemiyor. 2022 yılında 7 milyon 226 binden fazla vatandaş yurt dışına gitmiş ve geri gelmiş. Bu yılsa daha ilk dokuz ayda 8 milyona yakın vatandaş yurt dışına gitmiş gelmiş.

Vatandaşın devletine karşı verdiği kavganın  hemen hemen hiç söz edilmeyen boyutlarından bazıları bunlar işte.

Polis polis olalı böyle zulüm görmemiş olabilir

Polis polis olalı böyle zulüm görmemiş olabilir

Bugünlerde başlıca meselemiz Dilan ve Engin Polat çifti ile ilgili yürütülen savcılık soruşturması.

Bu karı-koca nasıl ailelerde büyümüştür, nasıl bir geçmişten gelmiştir bilmiyorum ama pek varlıklı ailelerde büyümediklerini tahmin etmek zor değil. Ortalama Türk aileleri olmalı onların büyüdükleri evler; kolejlerden gelen, kendini mavi kanlı sanan beyaz Türklerden değiller.

Değiller ama artık nasıl edindikleri bir savcılık soruşturmasına tabi olan servetlerinin getirdiği yeni hayat tarzına sanki o hayat tarzının içine doğmuşlar gibi kolayca alışmışlar belli ki.

Bugün 10Haber’de Müge Dağıstanlı’da okudum, polisteki sorguları sırasında mesela kahve istemişler. Daha önce bizde haberi çıkmıştı, Dilan Polat cildinin kuruduğunu söylemiş, nemlendirici istemiş ve her gün besin takviyesi olarak aldığı vitaminlerini talep etmiş.

Polis, tabii görevi gereği her çeşit insanla karşılaşıyor ama böylesini karşısında ilk defa gördüğünü tahmin ediyorum.

‘Kanlı Para’ adlı oyundan nasıl haberdar oldum?

‘Kanlı Para’ adlı oyundan nasıl haberdar oldum?

Türkiye yeniden demir para kullanmaya başladığından beri, yani TL’den 6 sıfır atıldığından beri evde ve otomobilimde bu demir paraları koyduğum, sonra da ihtiyaç oldukça kullandığım yerler var.

Tabii epeydir bırakın demir parayı 200 TL dışında kağıt paralar bile kullanılamaz hale geldiği için bu demir paralara da dokunulmadan duruyor öylece.

Geçenlerde fark ettim, evdeki demir paralar ortada yok. Meğer ortaokul son sınıf öğrencisi kızım almış. Alma sebebi de, ‘Kanlı Para’ adı verilen bir oyun. Bu oyun madeni 1 liralarla oynanan korkunç bir yeni moda.

Bugün 10Haber’de haberi de var, anne-babaların mutlaka haberdar olması gereken ve mutlaka bir önlem alınması gereken, adı gibi kanlı bir oyun bu.

Çocuklar neden böyle yeni modaları başlatır, bu modalar nasıl olur da bu kadar büyük bir hızla bu denli yaygınlaşır bilmeye imkan yok.

Çocuğunuzun ellerini yara bere içinde görürseniz bilin ki bu iğrenç yeni oyunu oynuyor.