06-11-2023
İsmet Berkan

Acaba Özgür Özel bir ‘Silkele Baba düşecekler’ havası yaratabilir mi?

Acaba Özgür Özel bir ‘Silkele Baba düşecekler’ havası yaratabilir mi?

Benim açımdan Türk siyasi hayatının en etkili muhalefet sloganı, ‘Silkele Baba, düşecekler’dir.

Artık çoğu insanın yaşı bu sloganı hatırlamaya yetmiyor, anlatayım:

Yıl 1986. Türkiye’de şu veya bu sebeple boşalan 11 milletvekilliği için ara seçim yapılacak.

1983 yılında seçime girmesi engellenen iki parti, Doğru Yol Partisi ile Sosyal Demokrat Halkçı Parti, bu ara seçimi bir fırsat olarak kullanmak, hem muhalefetlerini göstermek hem de liderlerini parlamentoya sokmak istiyor. 

1983’te Meclis’e giren Necdet Calp liderliğindeki Halkçı Parti, seçime girmesi engellenen Erdal İnönü’nün SODEP’iyle birleşip SHP olmuştu ama parti lideri İnönü Meclis dışındaydı. DYP’de de aslında lider Süleyman Demirel’di ama onun siyasi yasağı devam ediyordu, genel başkanlık koltuğunda Hüsamettin Cindoruk oturuyordu.

Bu ara seçim, bir genel seçim havasında geçti. Seçim kampanyasında siyasi yasaklı Süleyman Demirel ile onun sembolü fötr şapkası baş roldeydi ve halk onun için bir slogan bulmuştu: ‘Silkele Baba, düşecekler.’

Sadece 11 milletvekilliği için ve sadece 10 seçim çevresinde yapılan seçimin gerçekten de en büyük heyecanı, Süleyman Demirel’in 6 yıl sonra yeniden meydanlara çıkmasıydı. 12 Eylül darbe döneminde açıktan konuşması yasaklanan Demirel’in bir dizi takma ismi olmuştu. Örneğin gazeteci Nazlı Ilıcak onunla konuşuyor ve Demirel’in sözlerini ‘Bir bilen anlatıyor’ diyerek yazıyordu. Sansürü aşmanın bir yoluydu bu. Demirel’in adını veremeyince ona takılan isimlerden bir başkası da ‘Baba’ydı.

Bu seçimde ‘Baba’ gerçekten silkeledi ama kimseyi düşüremedi. Gerçekte seçimin galibi yine Turgut Özal ve onun ANAP’ıydı, yüzde 32 oy almış, 11 vekillikten de 6’sını kazanmıştı ANAP. Buna karşılık DYP’nin oyu yüzde 23,5’tu; 4 milletvekilliği kazanmıştı. Bunlardan ikisi, Özgür Özel’in memleketi Manisa’dan gelmişti. (Özgür Özel o sırada 12 yaşındaydı.) SHP ise yüzde 22,7 oyla sadece Erdal İnönü’yü İzmir’den Meclis’e sokabilmişti.

Peki ama seçimi kazanamadığı halde neden ‘Silkele Baba, düşecekler’ sloganı herkesin aklında kaldı? İşte, Demirel’in esas başarısı buydu.

Bu seçimden sonra Turgut Özal’ın dengesi öyle bir bozuldu ki, üst üste hatalar yaptı. Önce Demirel’in siyasi yasağını kaldırmayı referanduma götürdü, bu yetmezmiş gibi referandumda hayır oyu verilmesi için çirkin bir kampanya yürüttü. Referandum ucu ucuna evetle sonuçlandığında Süleyman Demirel kuyudan çıkmıştı. Özal hemen seçim ilan etti. 1987 seçimi, ardından 1989 yerel seçimi Özal’ın çöküşünü getirdi. ANAP bir daha seçim kazanamadı, zaman içinde tarih sahnesinden silindi gitti. İşte bütün bu süreci başlatan slogan odur: ‘Silkele Baba, düşecekler.’

Bugün bu sloganı aklıma getiren şey, elbette Özgür Özel’in Cumhuriyet Halk Partisi’ne genel başkan seçilmesi oldu.

Bugün baktığınızda memleketteki siyasi hava, 1986 ara seçimi öncesi havayı andırıyor. Siyasetin üzerine ölü toprağı serpilmiş durumda. Muhalefet, daha düne kadar yüzde 50-50 bölünmüş olan ülkede kafasını kaldıramayacak durumda, müthiş bir moral çöküntü içinde.

Sadece siyasi partiler değil moral çöküntü yaşayanlar. Seçmenin yarısı da benzer bir moralsizlik içinde. Bu da, Tayyip Erdoğan ve Cumhur İttifakı açısından tek kale bir maça çeviriyor Türkiye’nin siyasi ortamını. Muhalefetsizlik, mesela 5 Yıllık Kalkınma Planı’nın dişimizin kovuğuna gider tek satır tartışma yapılmadan bir günde Meclis’ten geçmesine neden oluyor. Plan elbette Meclis’ten geçecekti ama tek satır tartışılmadan mı geçer?

Peki Özgür Özel, 1986’da siyaset yasaklısı Süleyman Demirel’in yaratmayı başardığı ‘Silkele Baba, düşecekler’ havasını yaratabilir mi? Yani, hem muhalif seçmene moral verip hem de genel olarak muhalefetin üzerindeki ölü toprağını silkelemesini sağlayabilir mi?

Herkes gibi benim de şüphelerim var. İnsanlar, ümitlenip sonra da ümitlerinin karabasana dönüşmesinden fena halde yoruldu, o yüzden herkes artık yoğurdu bile üfleyerek yemeyi tercih ediyor ve edecek.

Dün burada Özgür Özel’in önce ‘değişim’ lafının altını doldurması gerektiğini, bunun için de halka dönüp ‘Ne istiyorsunuz’ diye sorması gerektiğini yazdım.

CHP, 100 yıldır ‘Ben öncü görevi yapayım, halk da bana benzesin’ diyor ve geldiği nokta belli. Bugün CHP’nin artık halka benzemeyi denemesini önerenlerdenim.

Hep birlikte göreceğiz, Özgür Özel’in hangi yolu seçeceğini.

Hadi gelin, Bayburt’a gidelim

Hadi gelin, Bayburt’a gidelim

Çoğu kişi Bayburt’un haritadaki yerini bile aramadan bulamayabilir. Etrafınızda çok fazla Bayburtlu da bulunmaz. Eğer Halk Oyunları merakınız varsa Bayburt oyunları dikkatinizi ve ilginizi çekmiş olabilir ama o kadar.

Hayır, artık o kadar değil.

Bayburt, Türkiye’nin nüfusu en az ili. Sadece 82 bin kişinin yaşadığı bu şehre bu yıl tam 100 bin turist geldi. Herhalde bu durumdan Bayburt esnafı ve Bayburtlular çok memnun.

Peki ama bunca turistin, ki çoğu yerli turist, Bayburt’a gelmesinin sebebi ne?

Şehir sınırlarındaki iki tane müze yüzünden bu kadar turist geldi desem inanır mısınız?

Hüsamettin Koçan’ın Baksı Müzesi, olağanüstü bir müze. Şu an orada Vuslat Doğan Sabancı’nın, sanatçı adıyla Vuslat’ın sergisi devam ediyor. Müthiş bir sergi, olağanüstü güzel eserler. Eğer görmediyseniz, seyahat programınıza Bayburt’u alsanız iyi edersiniz.

Baksı Müzesi öyle kolay ulaşılabilir bir yerde de değil. Ama görüyorsunuz işte, insanlar kalabalıklar halinde gidiyor.

Bir başka olağanüstü müzesi daha var Bayburt’un. Ona da ulaşmak kolay değil. Ama o dünyanın pek çok yerinden ödüller almış bir müze: Kenan Yavuz Etnografya Müzesi.

Bu müze, gerek düzenlenişi ve gerekse içerdiği eserlerle insanın aklını başından alacak derecede güzel bir yer.

Bayburt’un bu iki olağanüstü müzesi, eminim peşlerinden olağanüstü güzel otelleri, yeme içme yerlerini de sürükleyecek. Mesela keşke Sahrap Soysal orada bir lokanta açsa, yerel yemeklerin modern versiyonlarını gelenlere sunsa…

Bir şehrin makûs talihini bu şekilde, iki müzeyle yenmesinden daha güzel ne olabilir?

Dilan ve Engin Polat’ın avukatı meselesi

Dilan ve Engin Polat’ın avukatı meselesi

Haftalardır Türkiye sosyal medya ünlüsü Dilan Polat ile Engin Polat hakkındaki soruşturmayı konuşuyor.

Gazeteci olarak elbette ben de bu konuda çıkan haberleri yakından izlemeye çalışıyorum, sık sık da 10Haber’deki arkadaşlarla bu konuyu tartışıyoruz.

Ortada havada uçuşan çok sayıda iddia var; bu iddiaların bir bölümü son derece vahim suçlara dair. Ama nedense henüz bu vahim suçlara ilişkin bir delil göremedik.

Tabii bizim gazeteci olarak bu delilleri görememiş olmamız onların hiç bulunmadığı anlamına gelmez ama yine de insan merak ediyor, ‘Dağ fare mi doğuracak’ diye düşünmeden edemiyor.

Son olarak Polat çifti beraberlerinde 10 kişiyle birlikte tutuklandı. Tutuklanma gerekçelerinden biri, bu çiftin şirketlerinin kestiği ve toplam miktarı 300 milyon liraya ulaşan naylon faturalar.

Peki bu faturaları kime kesmişler? Sıkı durun: Kendi avukatlarının kurduğu şirketlere.

Onları ihbar eden, hatta bir anlamda şikayetçi olan kişi de bizzat avukatları zaten.

Çok tuhaf değil mi avukatın müvekkilleriyle aynı iş kolunda faaliyet gösterecek şirketler kurması, onlarla ticari ilişkiye girmesi.

Avukat ‘Etkin pişmanlık’tan yararlanmak istemiş ve bu itiraflarda bulunmuş ama itiraflar onu tutuklanmaktan kurtarmamış. O da cezaevinde.