Militan yargının yarattığı benzersiz kriz: Anayasal düzene karşı darbe!
Daha birkaç gün önce Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılını kutladık.
Cumhuriyet, en basit anlamıyla bir devletin iç ve dış egemenliğinin kaynağının doğrudan o devletin vatandaşlarından kaynaklanması anlamına gelir. Halk egemenliği yani.
Halk egemenliğinin, bir kralın, padişahın, şeyhin veya kabile reisinin egemenliğinden çok temel bir farkı vardır:
Halk, egemenliğini bir Anayasa ve o Anayasada yazılı kurallarla, Anayasada yazılı yetkili organlar aracılığıyla kullanır.
Buna da hukuk devleti denir.
Nitekim, bizim Anayasamızın ikinci maddesi aynen şöyledir:
‘Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.’
Türkçe bilen herkes anlıyor: En sonda yazılı ‘hukuk devleti’ sıfatı, cümlenin tamamını niteliyor, yani cümleye niteliğini bu tamlama veriyor.
İlkokul öğrencisine anlatır gibi anlatmaya çalışıyorum, buna kızanlar çıkabilir ama konunun herkes tarafından anlaşılması önemli:
Devlet yetkisinin kaynağı Anayasa
Anayasanın 6. maddesinde aynen şöyle denir:
Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.
Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.
Bu maddenin bize söylediği şey çok açık ama ben yine de tekrarlayayım: Anayasada yazılı olmayan ve devlet yetkisini kimse kullanamaz. Bütün devlet yetkilerinin kaynağı Anayasa olmak zorunda.
Devam edelim.
Anayasayı yorumlama yetkisi AYM’nin
Anayasamızın 3. Bölümü ‘Yargı’ başlığını taşır. Bu bölümde ‘Yüksek Mahkemeler’ sıralanırken en önce Anayasa Mahkemesi ile ilgili kurallar yazılıdır.
Anayasanın 148. maddesi, ‘Anayasa Mahkemesi, kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar’ diye başlar.
Bu yetki, yani kanunların, Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin ve Meclis iç tüzüğünün Anayasaya uygun olup olmadığını denetleme yetkisi, sadece Anayasa Mahkemesi’ne verilmiş bir yetkidir.
Buradan şunu da anlıyoruz: Anayasayı yorumlamak gerektiğinde nihai yetki ve nihai yorum Anayasa Mahkemesine aittir.
Herkes, her kurum kendine göre Anayasanın bir veya daha çok maddesini yorumlayabilir belki ama aynı konuda Anayasa Mahkemesi de bir yorum yapıyorsa, hukuken geçerli yorum odur!
Kararları herkesi bağlar
Anayasanın 153. maddesi şöyle başlar: ‘Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir.’
Yani bu kararların temyiz makamı yoktur.
Aynı madde şöyle biter: ‘Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.’
Yani herkes, Cumhurbaşkanı’ndan Yargıtay’a, sade vatandaştan şirket veya derneklere kadar herkes bu kararlarla bağlıdır, onları uygulamakla yükümlüdür.
Anayasamızın Yargı bölümünde Anayasa Mahkemesi’nin hemen ardından sıralanan bir başka Yüksek Mahkeme, Yargıtay’dır.
Yargıtay’ın yorumlama yetkisi yok
Anayasanın 154. maddesi şöyle başlar: ‘Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adlî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar.’
Bu madde (154) Yargıtay’la ilgili yegane maddedir ve hiçbir yerinde Yargıtay’ın görevleri arasında ‘Anayasayı yorumlamak’ diye bir yetkiyi saymaz.
Burada geriye dönüp Anayasanın 6. maddesindeki şu cümleyi hatırlatmam gerek: ‘Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.’
Hukuki çerçeve, bana göre de Anayasayı okuyan her aklı başında insana göre de son derece net, görüyorsunuz. Anayasayı yorumlamada nihai yetki Anayasa Mahkemesi’ne ait, Yargıtay’a değil!
Şimdi gelelim güncel olayımıza…
‘Anayasayı tağyir, tebdil ve ilga…’
Anayasa Mahkemesi, Can Atalay’ın YSK’dan mazbatasını alarak milletvekili sıfatını kazandığı gün, onun hakkındaki yargılamanın durmuş olması gerektiğine, dolayısıyla Atalay’ın hemen cezaevinden tahliyesine karar verdi. Tarih 24 Ekim 2023.
Aradan 15 gün geçti, bu karar, Anayasadaki emredici hükme rağmen hala uygulanmış değil. Bu durum, başlı başına bir kriz. Ben bu durumu 1 Kasım’da burada yayınlanan yazımda ‘Anayasal düzene karşı darbe’ diye yorumlayan ilk kişiyim; bugün çok sayıda siyasi parti benim gibi düşünüyor, yaşanan şeyin eski TCK’da yazan ‘Anayasayı tağyir, tebdil ve ilga suçu’ olduğunu söylüyor.
Anayasa Mahkemesi kararı düne kadar fiilen uygulanmıyordu ama dün akşam saatlerinde gelen Yargıtay 3. Ceza Dairesi kararıyla durum değişti, çok daha vahim bir hal aldı. Çünkü Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi açık açık AYM kararını uygulamayacağını duyurdu.
Bu uymama kararının gerekçelerini 10Haber’de uzun uzun okuyabilirsiniz. Bakınca sanki ortada bir hukuki yetki tartışması varmış gibi duruyor, Anayasa maddeleri havada uçuşuyor ama gerçekte başta yazmaya çalıştığım gibi bir hukuk tartışması da, bir yetki tartışması da yok. Durum son derece net: Mesele Anayasayı yorumlamak olunca, yetki Yargıtay’da değil Anayasa Mahkemesi’nde.
3. Daire Haziran ayında Atalay’ı tahliye etmeliydi
Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi birinci hatasında, yani daha Mayıs ayının sonunda Can Atalay’la ilgili yargılamayı durdurmama hatasında ısrar ediyor.
Oysa 3. Daire, Haziran ayında Can Atalay’ın avukatlarının başvurmasını bile beklemeden Can Atalay’la ilgili dosyayı ayırabilir ve onu tahliye edebilirdi.
Çünkü Anayasa Mahkemesi’nin yargılaması devam ederken milletvekili seçilenlerle ilgili tutumu artık yerleşmiş bir içtihattı.
3. Daire’nin kendi yorumunda ısrarı
Ama hayır, 3. Daire, Anayasa Mahkemesi’nin Anayasanın 14. maddesine ilişkin yorumuna katılmıyordu. Dairenin kendi yorumu vardır ve bu yorumun geçerli olduğunu düşünüyordu.
Oysa, diyorum ya, Anayasayı yorumlama konusunda nihai yetkili Anayasa Mahkemesi. O bir yorum yaptıktan sonra, beğenmeseniz de bu yorumu uygulamak zorundasınız.
3. Daire, kendi yorumunda ısrar ederek sadece ‘yargısal aktivizm’ yapmıyor, tam da yorumladığı o Anayasanın 14. maddesini bir yerde ihlal ediyor.
Devleti savunayım derken devleti yıkmaya kalkışmak
Bakın o 14. maddenin maddenin ikinci fıkrası aynen şöyle: ‘Anayasa hükümlerinden hiçbiri, Devlete veya kişilere, Anayasayla tanınan temel hak ve hürriyetlerin yok edilmesini veya Anayasada belirtilenden daha geniş şekilde sınırlandırılmasını amaçlayan bir faaliyette bulunmayı mümkün kılacak şekilde yorumlanamaz.’
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin ‘yargısal aktivizm’ yaparken savunmaya çalıştığı şey, devletin kendisi olsa gerek. Öyle ya, devlete karşı suç işlediğini kesin hükme bağladığı bir kişiyi serbest bırakmaya direniyor.
Ama bunu yaparken bizzat kendisinin savunduğunu düşündüğü devletin temellerine kibrit suyu döküyor.
Oysa, devleti hukuk korur ancak
‘Ben devleti koruyorum, hukuk arkadan gelir’ dediğinizde, o devlet temel niteliği ‘Hukuk devleti’ olan Cumhuriyet olmaktan çıkar.
100 yıllık Cumhuriyet tarihimizin bu benzersiz krizinde meselenin çözümünün artık tek bir adresi var: Cumhurbaşkanı.
Anayasanın 104. maddesinin ikinci fıkrası bu konuda gayet net bir şey söylüyor: ‘Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder.’
Evet, Anayasamızın uygulanmasına ve devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasına ihtiyacımız var.
Anayasal düzene karşı yapılan ve 15 gündür devam eden darbe sona ermeli.