05-12-2023
İsmet Berkan

Hukuk devletinin 40’ı da çıktı ama arkasından bir Mevlit bile okuyan olmadı

Hukuk devletinin 40’ı da çıktı ama arkasından bir Mevlit bile okuyan olmadı

Anayasa Mahkemesi, 25 Ekim 2023 günü, Türkiye İşçi Partisi Hatay milletvekili Can Atalay için bir karar verdi.

Bu karar, bugün 5 Aralık, halen uygulanmış, kararın gereği yerine getirilmiş değil.

Bu köşede, kararın verilmesinden 7 gün sonra, 1 Kasım 2023’te ben ‘Anayasal düzene karşı darbe oldu, haberiniz var mı?’ diye sormuştum.

Çünkü karar uygulanmasın diye bin dereden su getiriliyordu.

Anayasa Mahkemesi, kararını uygulasın diye Can Atalay’ı yargılayan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne göndermişti. Öyle ya, Atalay’ı tutuklayan mahkeme oydu, tahliye edecek olan da o olmalıydı.

Hayır, mahkeme bu kararı almadı, topu dosyanın Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından görüşülüp kesin hükme bağlanmış olması nedeniyle Yargıtay’a attı.

Benim az önce linkini de verdiğim yazım yayımlandığında henüz Yargıtay 3. Ceza Dairesi bu Anayasa Mahkemesi kararı konusunda bir karar almamıştı. Sonra aldı ve AYM kararını ‘uygulamamaya’ karar verdi, hatta bu kararı alan AYM üyeleri hakkında suç duyurusunda bile bulundu.

Oysa Anayasa çok açık

Türkiye, Anayasasında hukuk devleti olduğunu ve ‘Hukukun üstünlüğü’ ilkesini uyguladığını öne süren ülkenin adı.

Hukuk, başka hiçbir şey değilse öncelikle şekildir, yani usuldür.

Anayasa, açıkça Anayasa Mahkemesi kararlarının kesin olduğunu ve herkesi bağladığını söylüyor. Uyulması gereken şekil ve usul tam olarak budur. Mahkemenin kararını beğenmeyebilirsiniz ama onu uygulamak zorundasınız.

Aynı Anayasa AYM kararlarının herkesi bağlayacağını da söylüyor. Bu ‘Herkes’e kuşkusuz Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi’nin üyeleri de dahil, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin yargıçları da…

Ama onlar AYM kararını uygulamıyorlar, direniyorlar.

Bu da tabii çözümsüz bir problem yaratıyor. AYM’nin kararını uygulama gücü sadece Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi’nin ve 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin elinde, ama onlar kararı uygulamayı reddediyor.

AYM fiilen ortadan kaldırıldı

Ortada çok büyük bir sorun olduğuna kuşku yok. Ama nedense herkes kulağının üzerine yatmış durumda; başta ülkenin parlamentosu ve Cumhurbaşkanı olmak üzere herkes böyle bir sorun sanki yokmuş gibi davranıyor.

Meseleyi iki mahkemenin birbiriyle mücadelesine veya kavgasına indirgemek isteyenler var. Ama konu o kadar basit değil. 

Kararı uygulanmayan Anayasa Mahkemesi fiilen ortadan kaldırıldı aslında. 

Yarın bu mahkemenin bu kez diyelim İçişleri Bakanı’nın hoşuna gitmeyen bir karar alması halinde o kararın uygulanma garantisi var mı? AYM bir yasayı Anayasaya aykırı bulup iptal ederse ama uygulayıcılar hala o yasa yürürlükteymiş gibi davranmaya devam ederse ne olacak?

Dediğim gibi, sorun bir yanıyla çözümsüz. Yargıtay’a, ‘Bu kararı uygula’ diyecek bir güç yok. Bir devlet kurumu, hele hele bir yüksek yargı kurumu, ‘Ben Anayasayı uygulamıyorum, Anayasanın falanca maddelerini beğenmiyorum’ dediğinde ne yapılabilir?

3. Ceza Dairesi muhtariyetini mi ilan etti?

Anayasamız devletin üç eşit güçten oluştuğunu söylüyor. Yargı erkinin tepesinde yer alan Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay arasında bir hiyerarşi, bir ast-üst ilişkisi yok, yani biri diğerinden daha üstün değil. O yüzden Anayasa bu yargı organlarının kendi görev alanlarıyla ilgili ‘uygar bir işbirliği’ içinde çalışmasını öngörmüş. 

Mesele de buradan çıkıyor: Yargıtay ile Anayasa Mahkemesi arasında bir ‘görev alanı’ çatışması var. Daha doğrusu Yargıtay’ın bir ceza dairesiyle AYM arasında bu çatışma var. 

Ama aynı Yargıtay’ın Ceza Daireleri Genel Kurulu, yani 3. Daire’nin bir üstü diyebileceğimiz kurumu, bu yetki çatışması konusunda AYM’nin haklı olduğuna dair bir karar vermişti. 

Aslında geçerli içtihatın bu olması gerekir ama belli ki 3. Ceza Dairesi, kendi Ceza Daireleri Genel Kurulu’nun kararını da tanımıyor, bir nevi bağımsızlık ilan etmiş durumda. Yani ortada bir de hiyerarşik uyumsuzluk da var.

Ülkede bu çapta büyük ve önemli bir sorun çıktığında, bu sorunun çözüm adresi aslında parlamento. Kanun yapma ve Anayasa değiştirme gücüne sahip olan bu erk (yasama erki) meseleyi çözebilir. Ama parlamentoda bu konuda bir hazırlık veya eyleme geçme belirtisi görülmüyor.

Öte yandan Anayasa yürütme erkine de bu konuda görev veriyor, Cumhurbaşkanı’nı ‘Devlet kurumlarının uyumlu çalışması’ndan sorumlu kılıyor. Nitekim Cumhurbaşkanı bu sorunla ilgili ‘hakemlik’ yapacağını söyledi ama henüz bir şey yaptığını işitmedik.

TİP bile kendi milletvekilini unuttu

Herkes AYM kararının uygulanmaması konusunda kulağının üzerine yatmış durumda, konu da unutuldu bile aslında.

Tam burada insan dönüyor, Can Atalay’ı kendi listesinden milletvekili adayı olarak gösteren ve onu seçilmesini sağlayan TİP’e dönüyor. Öyle ya, hiç değilse onlar bu durumu gündemde tutmalı. Ama onlar da konudan uzaklaştı.

Aynen CHP’nin ‘Eylem yapacağız’ deyip bir iki gün sonra vaz geçmesi gibi…

AYM’nin Can Atalay kararının üzerinden bugün 42 gün geçti.

Bir Anadolu adetidir, bir ölümün üzerinden 40 gün geçtiğinde onun arkasından mevlit okutulur, helva veya lokma dağıtılır.

Bizim de hukuk devletimiz öldü, üzerinden 42 gün geçti. Helvadan ve lokmadan vazgeçtim, bari bir mevlit okutsaydık arkasından.

‘Ağzını büzüşünden Ömer diyeceği belli olmak…’

‘Ağzını büzüşünden Ömer diyeceği belli olmak…’

Sabah sabah bu güzel atasözünü hatırlamamın nedeni, 10Haber’de gördüğüm bir haber.

Gıda Dedektifi adıyla bilinen bir sosyal medya hesabı, kendi kendine şirket olmaya karar vermiş, başlangıç sermayesini de kitle fonlaması adı verilen yöntemle toplamak istiyormuş.

Türk sosyal medyasında maalesef böyle çok sayıda hesap var; sanki iyi bir şey yapıyor, bir hizmet yerine getiriyor gibi gözüküp aslında gayet karanlık şekilde para kazanmaya çalışan.

Gıda Dedektifi, adından da anlaşılacağı gibi bizim gıda güvenliğimizle yakından ilgili olduğunu öne sürüyor. Kötü gıdaları, sağlıksız şeyleri teşhir etme iddiasında.

Ama gerçek böyle değil. Gıda üreten şirketlerden para alıyor, para aldığı şirketlerin ürünlerini övüyor, kendisine para vermeyi reddeden şirketlerin ürünlerini ise kötülüyor.

Överken de kötülerken de dengesiz; çünkü bu övgüleri veya yergileri herhangi bir bilimsel dayanağı olmaksızın yapıyor. Ne gıda mühendisleri ekibi var bu sosyal medya hesabının ne de ürünleri inceleyeceği laboratuvarları vs.

Ne herhangi bir ahlaki ilke ile bağlı ne de yapacağı değerlendirmelerin güvenilir olacağına dair bir garanti.

Şimdi işlerini daha da ilerletmeye, bu bir çeşit şantaj düzenini bir nevi halka açık anonim şirket çatısı altında yapmaya karar vermişler.

Türkiye öyle bir ahlaki çöküş içinde ki, Gıda Dedektifi en ufak bir tereddüt göstermeden kendine bir ‘iş planı’ yapmış ve denetleyeceğini söylediği şirketlerden para alacağını ilan etmiş. İnsanın nefesi kesiliyor.

Sahiden de, ağzını büzüşünden Ömer diyeceği belli.

Google’ın depremi önceden haber vermesine sevinmeli mi, bilemedim

Google’ın depremi önceden haber vermesine sevinmeli mi, bilemedim

Merkez üssü Gemlik olan dün sabahki depremi ben cep telefonumdan öğrendim. Hayır, Android telefonlara gelen uyarıdan değil, aldığım WhatsApp mesajlarından! Çünkü ben depremi farketmedim ama eden arkadaşlarım hemen mesaj yazdı.

Sonra anlaşıldı ki bazı Android telefonlara depremden kısa süre önce uyarı mesajları gelmişti. Bir sürü insan bana dönüp, ‘Nasıl önceden uyarı geldi?’ diye sordu. Ben de kendi bildiğimi anlattım:

Bütün depremler aslında üç aşamalıydı. Bunun birinci aşamasında sarsıntı olmuyordu ama kuvvetli bir ses dalgası yaşanıyordu. Deprem sensörleri bu ses dalgasını algılayabiliyordu. Esas sarsıntı ise genellikle bu ses dalgasından 40 saniye kadar sonra gerçekleşiyordu. İşte deprem öncesi aldığımız haberler bu sensör verilerine dayanıyordu.

Benim bildiğim bilimsel yöntem buydu. Nitekim Google, ABD’nin Batı kıyılarında çok yaygın olan bu sensör verileriyle depremleri 20-40 saniye önceden haber veriyordu ve bu sayede mesela havagazını kesmek, mesela trenleri yavaşlatıp durdurmak, elektrikleri kesmek gibi önemli şeyler otomatik yapılabiliyordu.

Fakat dün ilave bilgi geldi, Android’in de sahibi olan Google Türkiye’de Android telefonlardaki ivmeölçer sensörünün verisini bu deprem sensörleri verisine ilave olarak bir ‘büyük veri’ olarak değerlendiriyor, eğer yeterince çok insanın telefonundan benzer bir ivmelenme verisi gelirse bunu anında deprem olarak yorumluyor ve uyarı mesajını veriyordu.

Buna sevinmeli mi, korkmalı mı bilemedim. Bir yandan deprem öncesi 20 saniye hayat kurtarıcı olabilir, elbette sevinmek gerekir. Ama bir yandan da bir şirketin her an telefonlarımızın ivmelenmesi dahil onlarca belki yüzlerce verisini dev bilgisayarlarında ve dev veri tabanlarında izlediğini bilmek bana iyi gelmedi.