13-12-2023
İsmet Berkan

Amerika’da İsrail’e karşı tutum değiştirme işaretleri

Amerika’da İsrail’e karşı tutum değiştirme işaretleri

İsrail 7 ekim sabahı uğradığı şok edici ve vahşi Hamas saldırısının ardından, daha Hamas saldırısının devam ettiği saatlerde reflekse dönüşmüş yöntemini uygulamaya başladı: Gazze’ye sivil asker ayrımı yapmadan bomba yağdırdı.

Verilen kısa bir ara dışında o gün bugündür de bomba yağdırmaya devam ediyor. Gazze’de ölenlerin sayısı 20 bine doğru gidiyor. Gerçek insanların, çocukların, kadınların hayatları dünya medyası açısından zaten çoktan birer sayıya dönüşmüştü, artık bu sayıyı hatırlatan bile kalmadı.

Alman asıllı ünlü Amerikalı filozof Hanna Arendt, zamanında Nazi savaş suçlusu Eichmann’ın İsrail’deki yargılanması izlerken ‘Kötülüğün sıradanlığı’ diye bir kavram ortaya atmıştı. Bugün İsrail’in yaptığına baksa herhalde aynı şeyi söylerdi: Kötülüğün sıradanlaşmasına, İsrail devletinin ayrım gözetmeksizin bir halkın üzerine bomba yağdırmasına tanıklık ediyoruz hep birlikte.

İsrail, Hamas’ın katliamına kendi kısa tarihinin siyaseten en bölünmüş halinde yakalandı. Normalde bütün ülkeler ama en çok İsrail, saldırıya uğradığında siyasi bölünmüşlüğünü unutur ve birleşir. Ama İsrail’de bu sefer öyle olmadı. 

Ülkede devletin ve hükümetin Gazze’ye yönelik bu ayrım gözetmeyen saldırısına başından beri ciddi bir muhalefet var, bu muhalefet her gün biraz daha büyüyor. İşte solcu ve saygın, çok satan Haaretz gazetesinin bazen son derece sert eleştirel yayınlarını ilk günden beri aktarmaya çalışıyoruz 10Haber’de.

İsrail’de hükümete yönelik eleştirilerin yegane sebebi ayrım gözetmeksizin yapılan bombardıman değil. Esas eleştiri Netanyahu hükümetinin bu savaştan bir çıkış stratejisi olmamasına, savaşın siyasi hedeflerinin bulunmamasına. Böyle olduğu için saldırı intikamdan başka bir amaç gütmeyen düpedüz bir katliama dönüşüyor muhalif İsrailli’nin gözünde de.

Gerçi Netanyahu bir ‘çıkış stratejisi’ ve bir ‘siyasi hedefi’ olduğunu öne sürüyor: Hamas’ı yok etmek.

İsrail devleti de, İsrailliler de ve dünya da bu konuda yeterince tecrübeli: Birincisi ‘Hamas’ı yok etmek’ imkansıza yakın bir hedef. Ama diyelim ki Hamas yok edildi, yerine çok daha radikal bir başka direnişin geleceğini en iyi İsrail biliyor, çünkü görece ılımlı ve konuşulabilir Fetih’in yerine Hamas’ı ortaya çıkaran da zaten İsrail’in bugünkü politikaları dün de uygulaması olmuştu.

Netanyahu’nun bu imkansız hedefini gerçekleştirmesinin bir tek yolu var: Gazze’deki Filistin varlığını tamamen yok etmek, hatta mümkünse Batı Şeria’yı da yok etmek.

Eh, bu da herhalde daha da büyük bir imkansızlık. Gazze ve Barı Şeria’da İsrail’in çok şikayetçi olduğu hızlı nüfus artışının başlıca sebebi İsrail’in öldürmeye ve süründürmeye dönük politikaları. Filistinlilerin sığındığı bu iki bölge İsrail’in sahip olduğu refahın ve sağlık/eğitim sistemlerinin dörtte birine sahip olsa nüfus artış hızı hemen düşecek.

Netanyahu hükümetinin bu nihayete ermesi imkansız savaşı bütün hızıyla sürdürmek istemesi yavaş yavaş İsrail’in en büyük destekçisi ülkelerin bile tepkisini çekmeye başladı.

İşte geçen gün ABD Başkanı Joe Biden ile Netanyahu arasında hayli sert bir telefon konuşmasının geçtiğini bizzat Biden’dan öğreniyoruz. ABD Başkanı, İsrail Başbakanına ‘Ayrım gözetmeyen bombardımanı durdurmasını’ söyleyince Netanyahu’dan ‘Ama siz de 2. Dünya Savaşı’nda Almanya’yı topyekün bombaladınız (Meşhur Dresden bombardımanını kastediyor, bütün şehri bir gecede yerle bir etmişti müttefikler) ve atom bombası kullandınız’ diyor.

Aslen tarihçi olan Netanyahu’nun verdiği örnek çok dikkat çekici. Neyse ki Biden hemen cevabı yapıştırmış: ‘Evet yaptık ama bunlar hataydı, bu hatalar tekrar edilmesin diye savaştan sonra onca uluslararası kurum kuruldu.’

Burada daha önce yazmıştım, ABD İsrail’in arkasında kayıtsız şartsız durmaya devam edecek olursa bu bölgede zaten artık çok azalmış olan yumuşak gücünü tamamen kaybedecek, geriye bir tek askeri tehdit gücü kalacak diye. Bu tehlikeyi ABD kendisi de görüyor elbette, o yüzden İsrail’e ‘savaşı durdurmasını’ tavsiye ediyor, Netanyahu bu tavsiyeye uymayınca da Biden ‘Netanyahu değişmeli’ deyiveriyor.

Netanyahu iki devletli çözüme de karşı, zamanında yapılan Oslo Anlaşmaları’nı ‘hata’ olarak görüyor. Peki yerine ne öneriyor? Hiçbir şey. Biden buna da kızıyor, ‘Filistin devletini yok sayamazsınız’ diyor.

Netanyahu bu görüşlerinde yalnız değil. Ülkesinde ciddi bir kesim onun gibi düşünüyor. Ama bir o kadar ciddi bir başka kalabalık da İsrail’in sürdürülebilir çıkarının Filistin’le barış içinde beraber yaşamaktan geçtiğinin farkında. Şimdi Amerikan Başkanı da bu görüşü daha yüksek sesle dile getirir oldu.

Amerika’nın bu nüanslı tutum değişikliği ne sonuç yaratır bilinmez ama daha birkaç gün önce ABD Başkanı’nın kendi parlamentosunu by-pass edip İsrail’e sadece 45 bin top mermisi gönderdiğini unutmayın.

Sevgili arkadaşım Murat Yetkin’in hesabıyla, ‘İsrail’in 1000 tankı olsa, tank başına 45 mermi eder…’ Yani İsrail bu kadar muhtaç durumda şu an Amerika’ya.

Bir yumrukta yere serilen Türk futbolu

Bir yumrukta yere serilen Türk futbolu

Avrupa’nın kimi yerlerinde meydanlardaki saatlerin altında bir Latince özdeyiş yazılıdır. Türkçesi şu: ‘Her saniye yaralar, sonuncusu öldürür.’

Türkiye’de yıllardır sürdürülen bize özgü tuhaflıktaki ve çirkinlikteki futbol düzeninin öldürücü son saniyesi de, galiba Ankaragücü Başkanı Faruk Koca’nın hakem Halil Umut Meler’e attığı yumruk oldu.

Ama sanmayın ki bizim çirkin futbol düzenimizin yegane paydaşı şiddete başvurmaktan çekinmeyecek kadar gözü dönen kulüp yöneticileri ile onların kendilerine kurban seçtiği hakemlerdir.

Hayır, bu düzenin çok sayıda paydaşı var. Federasyondan kulüplere, transfer düzeninden futbola her yıl dışarıdan giren kimliği meçhul paraya, seyirciden hakemlere, sosyal medyadan geleneksel medyaya kadar uzanan kalabalık bir paydaşlar topluluğu.

Futbol denen oyunun güzelliği oyunun kendisinin ‘adil’ olmasından ve rekabetin de medeniyet sınırları içinde yaşanmasından geçer.

‘Fair play’ öyle içi boş bir slogan değil, çok temel bir gereklilik. ‘Adil oyun’ için futbola giren paraya da, siyasi veya diğer güç odaklarının düzenlerine de, hakemlerin düzgün yönetimine de dikkat etmek, bunların hepsinin ‘adil’ olmasını sağlamak gerekir. Türkiye’de sorun Faruk Koca’nın attığı yumruktan ibaret değil; bu ülkede futbolun ‘adil’ bir yarışma olduğuna kimsenin inanmıyor olması.

Öyle olunca, futbolun doğasında olan rekabet de medeniyet sınırlarında yaşanmıyor, sık sık gayrı medeni yollara, küfürden şiddete korkunç yerlere sapıyor.

Bakalım futbol düştüğü yerden nasıl kalkacak? Benim tahminim kötümser: Oyun kaldığı yerden devam edecek, hemen hemen hiçbir şey değişmeyecek.

Muhalifleri ortadan kaldırma sanatı

Muhalifleri ortadan kaldırma sanatı

Aslına bakacak olursanız, Rusya’da seçimler adil yapılsa bile bunu büyük ihtimalle Vladimir Putin kazanır. Putin’in ülkedeki popülerliği ve ‘kurtarıcı’ olarak görülmesi küçümsenmemesi gereken bir şey.

Ama Putin yine de işini şansa bırakanlardan değil. Karşısında muhalefet olmaması için her yola başvuruyor, bu yollara cinayet de dahil.

Aleksey Navalni, siyasi bir aday değil ama muhalefet örgütleyicisi. Finansmanını da artık İngiltere’de yaşayan bir eski Rus oligark sağlıyor. Navalni çok popüler, çünkü çok farklı metotlarla Putin’e karşı mücadele ediyor. İşte Karadeniz’de Putin için yaptırılan yazlık saray ve dev villayı Rusya da dünya da ondan öğrendi. (Sarayı yaptıran Prigojin de bu arada müteveffa oldu.)

Putin’in gizli servisi Navalni’yi öldürmek istedi. O ölmedi. Tedavisinden sonra döndü Rusya’ya ve teatral bir yargılamanın sonunda hapse girdi. Ama belli ki hapisten de muhalefet örgütlüyor.

Son yaptıkları bir billboard kampanyasıydı. Afişlerin üzerinde ‘İyi yıllar Rusya’ yazıyordu sadece ama afişteki kare kodu okutacak olursanız adı ‘Putin Değil’ olan bir muhalif web sitesine yönlendiriliyordunuz.

Bu şaka gibi eyleme çok kızdı Kremlin anlaşılan, son 6 gündür cezaevindeki Navalni’den haber alınamıyor.