21-12-2023
İsmet Berkan

Dilan ve Engin Polat yoksa aslında birer kurban mı?

Dilan ve Engin Polat yoksa aslında birer kurban mı?

Gerek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ve gerekse partisi Ak Parti’nin halkın nabzını tutmaya ne kadar önem verdiğini, bu amaçla sık aralıklarla araştırmalar yaptırdığını hepimiz biliyoruz.

Bu araştırmaları geniş bir akademisyen grubu koordine ediyor, soruları hazırlıyor, sahada uygulanan anketleri veya ‘fokus grup’ tartışmalarını onlar yorumluyor.

Araştırmalarda halkın nelerden rahatsız olduğu üzerinde özellikle duruluyor, seçime yaklaşan bir dönemden geçiyorsak bu rahatsızlıkların azaltılmasına çalışılıyor.

Millet Bahçeleri nereden çıktı?

Geçmişten bir örnek vereyim: 2019 yerel seçimi öncesinde yapılan araştırmalarda büyükşehirlerde yaşayanların sosyal ilişkilerinin kalmamasından, birlikte vakit geçirilecek yer olmamasından ve yeşil alan yokluğundan şikayet ettiği sonucu çıktı.

Bu sonuçları yorumlayan akademisyenler Ak Parti’ye seçim öncesinde ‘halkın büyük projelerden yorulduğu, onun yerine mikro projeler istediği’ yönünde rapor verdi. Bu raporların sonucunda da parti Millet Bahçeleri, Millet Kıraathaneleri gibi projeler geliştirdi. Hatırlayın, bir önceki yerel seçimin gündemi bunlardı, Tayyip Erdoğan her yerde bedava kek ve çay vaat ediyordu.

Üç temel rahatsızlık alanı

Bu seçim öncesinde de, hatta 14 Mayıs seçimi öncesinde de araştırmalar yapıldı. Çok önemli üç rahatsızlık alanı ortaya çıktı: 1. Çeteleşme, ortaya bir takım ‘güçlü’ insanların çıkması, bunların kendilerini doğrudan iktidar partisiyle ilişki içinde gösterip ayrıcalık elde etmesi; 2. Bir takım nereden geldiği belli olmayan (raporda ‘nevzuhur’ kelimesi kullanılmış) kişilerin inanılmaz yüksek servet sergilemesi; 3. Çakarlı arabalarla yeni bir ‘ayrıcalıklı sınıf’ ortaya çıkması.

En sondan başlayayım: Bu çakarlı arabaların trafikte terör yaratması, emniyet şeridine dalıp gitmesi, olur olmaz yerde siren çalıp ayrıcalık elde etmesi konusu yeni bir rahatsızlık alanı değil. Bu 2019 yerel seçiminde de araştırmalarda rahatsızlık konusu olarak gösterilmişti. Seçimde Ak Parti yenilgiye uğrayınca İçişleri Bakanı Süleyman Soylu çakarlı araçlara karşı seri operasyonlar başlattı, bunların sayısı sahiden sınırlandı. Ama sonra yeniden gevşedi, çakarlı araç sayısı bu kez daha da arttı.

Ali Yerlikaya’nın çete mücadelesi

Biliyorsunuz, 28 Mayıs’ta Tayyip Erdoğan seçimi kazandıktan sonra tamamen yeni bir bir kabine kurdu. Bu kabinede İçişleri Bakanlığı’na Ali Yerlikaya getirildi. 

Yerlikaya kendine öncelik alanı olarak çetelerle mücadeleyi seçti tereddütsüz, çünkü ona verilen öncelikli şikayet listesinde bu konu yer alıyordu. 

Bu konuda en büyük sembolik hareket Ankara’daki Ayhan Bora Kaplan çetesine yönelik operasyon oldu. Bu çete ‘devlet ve polis bizim arkamızda’ diyerek faaliyet gösteriyordu. Sahiden polis içinde güçleri olduğu da anlaşılıyor.

Ali Yerlikaya’nın doğrudan ilgilenip desteklediği bu operasyonlar muhalefetten bile alkış alıyor biliyorsunuz.

Peki ya görgüsüz servetler?

Ama toplumsal rahatsızlığın ortaya çıktığı bir konu daha var: Özellikle sosyal medyada sergilenen servetler.

Bu mesele biraz daha ayrıntılı anlatmayı gerektiriyor. Sosyal medyanın varlığı görece yeni bir şey. Sosyal medya birdenbire ortaya yeni bir ekonomik faaliyet alanı çıkardı. Buna ‘Influencer ekonomisi’ deniyor.

Bizde ‘fenomen’ diye adlandırılan bu ‘influencer’lar temelde çeşitli mal ve ürünlerin tanıtımını yaparak para kazanıyor. ‘Fenomenlik’ olgusu sadece magazinel bir şey değil; çünkü bu ekonominin kapsama alanı çok geniş. Örneğin dünyanın en çok para kazanan ‘influencer’ı küçük bir çocuk. Bu çocuk tam da yaşına uygun olarak oyuncak tanıtımı yapıyor, onun beğendiği oyuncakların satışı patlıyor.

Sosyal medyalar algoritma değiştirince

Bu ekonomi sosyal medyanın zaman içinde algoritma değiştirmesiyle ciddi bir değişime uğradı. Artık diyelim milyonlarca takipçinizin olması yaptığınız her paylaşımın o milyonlar tarafından görülmesini gerektirmiyor. Paylaşımın mümkün olduğunca fazla insan tarafından görülebilmesinin yegane yolu o paylaşımın aldığı etkileşim sayısının artması. Yani birileri size cevap verecek, paylaşımınızı beğenecek veya yeniden paylaşacak. Bu olduğu zaman o paylaşımı görenlerin sayısı da artıyor.

Bu yeni algoritma zaten kendi aralarında çok sert bir rekabet yaşayan ‘fenomen’lerin rekabet biçimini değiştirdi. Artık dümdüz bir marka tanıtımıyla yetinemiyorlar. Hem fazla etkileşim alacak sansasyonel veya ‘ilginç’ bir persona yaratmak zorundalar, hem de yaptıkları reklamı reklam değilmiş gibi göstermek.

Bu arada bir başka önemli gelişme daha oldu; özellikle moda ve kozmetik alanındaki ‘fenomen’ler ortaya kendi markaları, kendi ürünleriyle çıkmaya başladı. Bu tabii reklamı hem kolaylaştırdı, hem zorlaştırdı. Fenomenin ‘persona’sı çok daha önemli hale geldi.

Bu minik açıklamanın ardından Türkiye’ye geri dönebiliriz. Çünkü Türkiye’de, dünyadaki örnekleri gibi bazı fenomenler ‘persona farklılaştırma’yı kendi olan veya olmayan zenginliklerini sergileme olarak uygulamaya başladı.

Önce Maliye devreye girdi

Aslında Tayyip Erdoğan iktidarı bu oluşan yeni ekonomiye ve onun yarattığı sosyal rahatsızlığa karşı tedbir aramaya seçimden önce başladı. Önce Maliye Bakanlığı devreye girdi, bu fenomenlerden vergi almak için faaliyete geçti.

Ama bu vergi takibi yavaş ilerliyordu ve devlete yeni gelir elde etmek dışında işe yarayacak gibi durmuyordu. Oysa şikayet bu insanların varlığından ve yaptığı işten değil bunu yaparken sergiledikleri görgüsüzlükten ve servetlerindendi.

Dilan ve Engin Polat’ın suçu

Orada polis devreye girdi. Dilan ve Engin Polat çifti kamuoyunun en çok konuştuğu ve dolayısıyla en fazla rahatsızlık yaratan fenomenlerdi. Gerçekten sergiledikleri çok tuhaf bir hayattı sosyal medyada. Özel uçaklar, pahalı otomobiller, dolarlarla yapılan bigudiler vs vs.

Peki ortada suç var mıydı? Suçu araştırması için devreye Mali Suçları Araştırma Kurumu MASAK sokuldu. MASAK raporu çarpıcıydı:

Dilan-Engin Polat çiftinin ana işleri olan güzellik salonları 2022 yılında 500 milyon lira ciro yapmıştı. 2022 ortalama dolar kurundan hesaplayacak olursak 31 milyon dolar neredeyse. Hiç fena bir ciro değil.

Polat çifti bu cironun tamamını yasal satışlarla mı elde etti, savcılık bunu araştırıyor, ama kısmen sızan MASAK raporu bu paranın daha çok elektronik ticaret yoluyla, yani yasal aracılarla tahsil edildiğini, dolayısıyla geriye doğru da takip edilebilir olduğunu söylüyor.

Kara para mı değil mi?

Sorun yapılan ciro içinde ‘kara para’ olup olmadığı. Bunu savcılık halen inceliyor, sonucu ileride göreceğiz.

Ama MASAK raporuna göre bu ciroyu elde etmek için yapıldığı söylenen satışlara konu ürünlerin nasıl temin edildiği konusu ciddi bir suç oluşturuyor. Buna göre Polat çifti bir takım paravan şirketlerden sanki mal tedarik ediyormuş gibi çok ciddi miktarda sahte fatura almış. Burada sadece vergi suçu yok, naylon fatura suçu da var.

Polat çiftinin avukatları burada sadece vergi suçu olduğunu söylüyor ama savcılık sanırım bu mal tedariklerinin gerçek olup olmadığını da soruşturuyor. Bir ihtimal Polat’ların güzellik salonlarında ve internet sitesinde satılan ürünlerin merdiven altı sahte ürünler olması, bir başka ihtimal ise bu ürünlerin ve gerçek satışın hiç olmaması, paranın olduğu gibi kara para olması. Savcılık buna bakıyor.

Biliyorsunuz Polat çifti epeydir hapiste, tutuklu. Onlara yönelik bir başka suçlama kendi şirketlerinin içini boşaltıp paraları başka şirketlerine aktarmaları… Bu da mali bir suç sonuçta.

Fenomen görgüsüzlüğü bıçakla kesilmiş gibi durdu

Polat çiftinin adli macerası bir yana, esas önemlisi Türkiye’de düne kadar fenomenlere yönelik ‘Görgüsüzce servetlerini sergiliyorlar’ şikayetlerinin bıçakla kesilmiş gibi durması.

Gerçekten de baktığınızda sosyal medyada bugün öyle aşırı servet sergileyen ve bu yolla fenomenliğini sürdüren kimse kalmadı gibi. Sanıyorum esas amaç da buydu.

İşte o meşhur ‘Fenomenlerin Şampiyonlar Ligi’ yemek fotoğrafındaki neredeyse herkes epeydir aslında ne kadar mütevazı olduğunu kanıtlama arayışında. Bazılarının işi bozuldu fena halde.

Fenomen ekonomisi devam ediyor

Sosyal medya var oldukça ‘fenomenlik’ olgusu da var olmaya devam edecek. Türkiye’de işin içine ‘yüksek siyasi çıkar’ girince bir düzen fena halde alt üst oldu.

O yüzden, fenomenler kendi ‘persona’larını başka şekilde oluşturacak, ilgi çekmenin ve sosyal medyada etkileşim almanın başka başka yollarını arayacaklar şimdi mecburen.

Nitekim arayıp bulmuş olmalılar ki fenomen ekonomisi yavaşlamış falan değil.

Amerika’da Trump’ın kaderi dokuz yargıcın elinde

Amerika’da Trump’ın kaderi dokuz yargıcın elinde

Amerika’da 6 Ocak 2021’de kalabalık bir grubun Kongre binasını işgal ederek Joe Biden’ın seçimi kazanıp başkan olduğunun tescil edilmesini engellemek istemesi ayaklanma mıydı değil miydi? Eğer ‘ayaklanma’ idiyse bunu yaptıran seçimi kaybeden mevcut başkan Donald Trump mıydı değil miydi?

Bu iki soruyu Amerika yıllardır soruyor, herkesin cevabı da kendine göre. Ama önemli olan mahkemenin vereceği cevap. Ondan da önemlisi bu cevabın Donald Trump’ın bu yılın sonunda yapılacak seçimlere aday olarak katılmasına engel olup olmayacağı.

Bir eyalet, Colorado, Trump’ın ‘ayaklanma lideri’ olduğunu ve bu yüzden o eyaletteki seçimde oy pusulasında adının yer almayacağını kararlaştırdı. Colorado’nun yüksek mahkemesinin bu kararı bir ilk.

Ama karar Federal Yüksek Mahkeme’ye gelecek ister istemez. Dolayısıyla Trump’ın seçimlerde aday olup olamayacağına ilişkin nihai kararı Amerikan Yüksek Mahkemesi’nin dokuz yargıcı verecek. Dokuz yargıcın çoğunluğu Cumhuriyetçi Parti tarafından atandı. Mahkeme artık daha muhafazakar. Ama sonucu önceden kestirmek kolay değil.

Gelen haberlere bakılırsa Colorado’nun aldığı karar Trump’ı olumsuz değil aksine olumlu etkiledi, bağışçılarının sayısı ve seçim için topladığı paranın miktarı daha da arttı.

Dijital tebliğ çağında YouTube imamları

Dijital tebliğ çağında YouTube imamları

Yeni haberleşme teknolojileri ile bu teknolojilerin sağladığı imkanlar modern hayatın her alanını olduğu gibi İslami cemaatleri de değiştiriyor, etkiliyor.

Selefilik, denebilir ki İslam’ın en ortodoks, en öze dönüşçü ve bu nedenle de en radikal görüşlere sahip kolu. Bu akım genel olarak peygamber zamanına ve uygulamalarına dönülmesini istiyor, bu anlamda aslında modern hayata da tamamen karşı.

Örneğin Afganistan’daki Taliban açıkça Selefi ve bu yüzden eğitimi, radyo TV kullanımını, interneti kısıtlıyor. Veya DEAŞ’ı alın, onlar da kafa kesmekten başka uygulamalara kadar İslam’ın bu çok dar ve kendine özgü versiyonunu savunuyor. Suudi Arabistan’da hakim olan Vahabi inancı mezar taşına bile karşı, mezar taşının başına gidip dua etmeyi ‘puta tapmak’ olarak yorumluyor. Onlara kalsa peygamberin türbesini bile yok edecekler.

Bu kadar katı ve modern hayatla kavga halindeki bu İslam inancı üzerine bir doktora tezi hazırlanmış. Masum Gök’ün haberinden öğreniyoruz, bir takım selefi imamlar ve hocalar kendi ‘tebliğ’ faaliyetlerini YouTube üzerinden yapıyormuş ve toplam abone sayıları 500 bini geçmiş bile.

Türkiye’de 500 bin selefinin olması çok yeni ve çok önemli bir gelişme aslında. Çünkü Selefilik daha düne kadar ülkemizde yok demesek bile marjinal sayılacak seviyedeydi; demek artık daha çok ilgi çekiyor Selefilik. Bu bir tehlike.

Sosyal medyanın hayatımıza soktuğu bunlar işte…