18-01-2024
İsmet Berkan

Özgür Özel en büyük muhalefet partisine yakışan bir isim midir?

Özgür Özel en büyük muhalefet partisine yakışan bir isim midir?

Baştan cevabımı vereyim: Hayır, değildir!

Kimse yazının devamını okumak zorunda değil elbette ama izin verin neden böyle bir cevap verdiğimi ve sorunun kendisini neden önemsediğimi anlatmaya çalışayım.

Biz sıradan vatandaşlar kaçınılmaz biçimde siyasette pasif tarafız. İçimizde aktif siyaset yapmak isteyenler elbette partilerde görev alıyor ama çoğunluğumuz pasif taraftayız, yani seçim zamanları oy veriyoruz sadece.

Ama bu pasif pozisyon bizim siyaset ile sadece seçim zamanından seçim zamanına ilgilenen insanlar olmamızı gerektirmiyor. Hepimizin kendimize göre siyasi görüşü, öncelikleri, tercihleri var elbette.

Siyasi partiler ve aktif siyasette her gün çalışan insanlar biz pasif vatandaşların duygu, görüş, öncelik ve tercihlerinin ortalamasını dile getirmeye, yani bizleri kendi yanlarına çekmeye çalışırlar.

Biz pasif vatandaşların siyasi davranışlarını iki şey belirler: 1. Pozitif tercihlerimizin siyasette temsil edilmesi, yani bizimle aynı düşünen, aynı önceliklere ve tercihlere sahip partilere yöneliriz; 2. Negatif tercihlerimiz de var; yani kimin veya hangi görüşlerin yönetimde olmasını istemediğimizi de biliriz, bu da bizi ‘Benim sevmediğimi sevmeyen benim dostumdur’ diye düşünmeye iter, seçimde o partiye oy verebiliriz.

Dünyada ve Türkiye’de seçmen davranışlarını inceleyen bir hayli gelişmiş bir bilim dalı var. Bu bilim bize seçmenin pozitif tercihlerinin çok daha kıymetli olduğunu, ama negatif tercihlerin de yabana atılmaması gerektiğini söylüyor.

O yüzden siyasi partiler ve liderler sürekli yaptıkları propaganda bu dengeye dikkat ediyor. Yani hem yeterince çok kişinin pozitif tercihle kendilerini beğenmesini istiyorlar; hem de sürekli ‘Ben ötekiler gibi değilim’ diyerek negatif tercihlerimize de sahip çıkmaya çalışıyorlar.

Seçim günü geldiğinde o liderler ve partileri bir çeşit huni görevini görür. Negatif ve pozitif tercihlerin sonunda verilen oylar o partinin hunisinin ağzından oy çuvalına dökülür. Nihayetinde bizlerin, yani seçmenlerin mutluluğunun temel olduğu, partilerin de o mutluluğun aracısı olduğu dikkate alındığında sözünü ettiğim huni ağzının genişliği burada en önemli faktör haline gelir.

Örneğin son seçimde Tayyip Erdoğan’a oy vermek istemeyen nice seçmenin rakip huninin ağzında duran Kemal Kılıçdaroğlu’nu yeterince beğenmediği için ona değil istemeye istemeye Erdoğan’a oy verdiğini artık hepimiz kabul ediyoruz. Huninin ağzında duran ve oranın genişliğini, akışkanlığını kontrol eden kişi o yüzden çok önemli. Kılıçdaroğlu’na bunca kızılmasının esas nedeni onun o huni ağzında genişletici olmak yerine tıkaç görevi görmesi.

Seçimden sonra en büyük muhalefet partisi (ana muhalefet parlamenter sisteme özgü bir isimlendirme, başkanlık sisteminde ana muhalefet yok) CHP’nin başına seçilen Özgür Özel acaba selefi Kemal Kılıçdaroğlu’na göre daha geniş bir huni ağzı mı oluşturacak?

Ben iddia ediyorum ki, hayır o huninin ağzı Özgür Özel sayesinde genişlemeyecek, hatta tam tersine daha daralacak, oradan geçen insan sayısı artmayacak, azalacak.

Peki neden?

Bu iddiayı basit bir gözleme dayanarak yapıyorum: Özgür Özel bu partinin başına geçeli daha üç ay olmadı. Bu üç aylık sürede partisiyle pozitif bağ kuran seçmen sayısını arttırmak için henüz tek bir hareket yapmadı, bırakın yeni politikalar ve açılımlar denemek mahiyetinde hareket yapmayı, demeç dahi vermedi. Onun yerine seçmenden partisiyle negatif bağ kurmasını istemeye büyük ağırlık verdi.

Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve partisi ile MHP, en azından 2019’daki yerel seçimden beri kendi negatif seçmenlerini arttırmak için CHP’yi (ve o sırada yanında kimler varsa onları) doğrudan PKK ile işbirliği ve güç birliği yapmakla suçluyor. Bu suçlamaların belli ölçüde etkili olduğunu ve seçim sonucunu belirlediğini Mayıs 2023’ten biliyoruz.

CHP de ta Kemal Kılıçdaroğlu zamanından beri iktidar kanadından gelen bu suçlamaya cevap vermeye çalışıyor. Tayyip Erdoğan ‘Terörle mücadelede ya yanımızdasınız ya karşımızda’ diyerek siyah-beyaz ayrımı yapıyor; CHP ise bazen o siyah-beyaz ayrımına tam olarak uyum sağlıyor, bazen de arada bir de gri bölge olduğunu ümitsizce anlatmaya çalışıyor. Böyle yaptıkça ortaya çıkan tutarsızlıklar da iktidar kanadının propaganda gücünü büyütüyor.

Son yaşananlara bakın… 

Aralık ayında PKK terörüne 12 şehit verildiğinde CHP Meclis’te yazılan (ve kimsenin içeriğini hatırlamadığı) ortak bildiriye imza atmadı. Bunu yaparken kendince iktidarı sert biçimde eleştirdiğini düşünüyordu, ama sonuç tam tersi oldu: CHP’nin yine PKK’ya destek verdiği izlenimi yerleşti.

Derken geçen haftaki PKK saldırısı ve dokuz şehit haberi geldi. CHP yine ortak bildiriye imza atmadı, ama neyse ki bu kez Meclis Başkanı ürettiği bir formülle sıkıntıyı aştı, kimsenin metnine bakmadığı bir tezkere çıkarıldı Meclis’ten.

Ama esas vahim olay CHP’nin taze genel başkanının Cumhurbaşkanı’nı kendisini telefonla aramamakla suçlamasıyla yaşandı. Gerçekte Cumhurbaşkanı kimseyi kendiliğinden aramamış, sadece kendisini arayıp not bırakan MHP ve İyi Parti liderlerinin telefonlarına cevap vermişti, ama bunun önemi ikincil. 

Önemli olan Tayyip Erdoğan’ın terörle mücadele gibi seçmen çoğunluğundan mutlak destek gören bir konuda CHP’nin yeni liderini tamamen dışladığı izlenimi yaratacak bir haberin bizzat CHP lideri tarafından duyurulması.

‘Beni aramadı’ diye şikayet etmek CHP’nin genel başkanına ne kazandırmış olabilir? Bırakın kazanmayı, şehit haberi geldiğinde telefon edip Cumhurbaşkanı’na ve diğer ilgililere başsağlığı dilemeyi düşünmediği sonucu çıkmadı mı bu son tartışmadan? Yani aslında aramayan kendisiydi, aramış olsa ve Cumhurbaşkanı ona dönmese bunu ilan edebilirdi ama bunların hiçbiri olmamışken medyada gördüğü iki dedikodu haberine inanıp ‘Tayyip Erdoğan beni aramadı’ demek bir küçük düşme örneği değil midir?

Üstünde enine boyuna düşünülmüş prensiplerle ve fikirlerle değil de gündelik olayların sizi sürüklediği manşet olma çabalarıyla siyaset yapmak Türkiye’nin en büyük muhalefet partisini büyütmez, aksine küçültür.

O yüzden söylüyorum, Özgür Özel o makamı dolduracak çapta bir isim değil.

Bugün Türkiye’de uzay endüstrisinin miladı olsun

Bugün Türkiye’de uzay endüstrisinin miladı olsun

Türkiye’nin ilk astronotu dün gece havalanamadı, bu gece umarız bir aksaklık çıkmaz ve onu taşıyan Falcon-9 roketi başarıyla fırlatılır.

İlk kez bir Türk’ün uzaya gidecek, 14 gün boyunca Uluslararası Uzay İstasyonu’nda çok sayıda deney yapacak olması elbette çok önemli.

Ancak anlaşıldığı kadarıyla Türkiye içindeki tartışmada taraflar ikiye bölünmüş durumda: Bir taraf buradan büyük ve bir hayli hayal gücü yüksek milliyetçilik propagandası çıkarıyor, diğer taraf ise olayı küçültme peşinde.

Oysa ikisi de doğru değil. Uzaya gitmek ve burada deney yapmak bütün dünya ve insanlık için çalışmak demek; sadece Türkiye için değil. Bunu hiç unutmamak gerek. ‘Uzayda Türk ayak sesleri duyulacak’ lafları boş laflar; biliyorsunuz uzayda ses olmaz zaten.

Olayı küçültmek, Türk astronota parası devlet tarafından ödenen ‘uzay turisti’ muamelesi yapmak da doğru değil. Unutmayın, NASA’nın kendi astronotları da uzaya gitmek için para ödüyor. Mesele uzay uçuşuna para ödenmesi değil yani.

Açıkçası, bu gece başlayacak yolculuk Türkiye açısından maalesef çok geç kalmış bir yolculuk. Türkiye bu işi çok daha önce başarabilirdi aslında. Ama bu aşamadan sonra önemli olan bu işin tek atımlık barut olarak kalmaması. Türkiye’nin bir yandan roket teknolojisine, bir yandan da uzay aracı teknolojisine yatırım yapmaya devam etmesi, bir süre sonra da uzay uçuşlarını kendi imkanlarıyla gerçekleştirmesi hedeflenmeli.

Gizli tutuluyor ama Türkiye’de Roketsan’ın uzaya kadar yükselebilen bir roketi yapmayı başardığını biliyoruz. Keşke bu teknoloji özel sektöre de açılsa, Türkiye’de de SpaceX gibi, Axiom gibi uzay şirketleri ortaya çıksa.

Ticaret Bakanlığı’na günaydın

Ticaret Bakanlığı’na günaydın

Ticaret Bakanlığı bünyesinde bulunan Tüketiciyi Koruma Genel Müdürlüğü’nün bir organı olan ‘Reklam Kurulu’ Türkiye’de medyanın korkulu rüyası. Artık televizyon haber bültenlerinde mesela bir cinayet mahalli çevresinde mecburen kameraya yansıyan otobüs üstü reklamlar veya mağaza tabelaları bile buzlanıyor, çünkü kurul hiç acımadan hemen ertesi gün ‘gizli reklam’ diye cezayı basıyor.

Ama aynı kurul nedense sosyal medyada ve internet ortamındaki reklamlara daha yeni uyanmış durumda. Özellikle sosyal medyada adına ‘influencer’ denen ne idüğü belirsiz kişilerin yaptığı gizli ve açık reklamlarla tüketicilerin nasıl zarar gördüğünü daha yeni araştırmaya karar vermişler. Araştırma sonuçları da vahim durumu ortaya çıkartmış.

Özellikle Instagram adlı mecrada kontrolsüz, sahte resim ve isimlerle yapılan reklamların hiçbir denetimi yok. Bu reklamların çoğunluğu dolandırıcılık amaçlı ve Ticaret Bakanlığı’nın Instagram’a yanıltıcı reklam veya gizli reklam cezası kestiğine henüz hiç tanık olmadık.