22-01-2024
İsmet Berkan

Adliye ile Mülkiyeye hakim olan…

Adliye ile Mülkiyeye hakim olan…

Fethullah Gülen’in meşhur video kaydını hatırlıyorsunuz değil mi? Hani o ‘Adliye’de, Mülkiye’de veya başka bir hayati müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti, öyle ferdi mecburiyetler şeklinde ele alınıp öyle değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. İstikbale yürümek için, sistemin püf noktalarını keşfedin’ dediği meşhur konuşma…

Bu konuşmayı hatırlamamın nedeni cuma akşamından beri devam eden bir kaymakam-imam tartışması.

Diyarbakır’ın Kulp ilçesindeki Bahçelievler Camiinde çıkan kavgayı bilmeyenlere kısaca hatırlatayım:

Kalp kaymakamı Burak Akeller cuma namazı için bu camiye gider. Hutbe okunurken imamın Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan gönderilen standart hutbe metninde iki bölümü okumadığını fark eder. İki bölüm de şehitlerle ilgilidir.

Önce cemaatin içinden seslenip duruma müdahale eder, imam yeniden kürsüye gelip eksik paragraflardan birini okur. Namaz bitince kaymakam imamla odasında görüşmek ister.

Bundan sonrası tartışmalı. 

Kaymakama göre o imama biraz sertçe çıkışarak konuşmuştur ama sertleşmesinin sebebi imamın ‘Bu paragrafı okumadım çünkü hassasiyet var’ demiş olmasıdır.

İmama göre ise kaymakam ondan cüppe ve sarığını çıkarmasını istemiş, sonra da mikrofonun ayağıyla dövmüştür.

Odada ne olup olmadığı bir adli soruşturmanın konusu. Ama bu mesele adli soruşturma veya bir yerel tartışma olmanın çok ötesine geçti; Ak Parti ile MHP arasında bir alt düzey tartışmanın, iki partinin kendilerine bağlı memur sendikaları arasında atışmanın konusu oldu.

Bugün bu konuyu yazan bazı köşe yazarları Cumhur İttifakı’nın iki müttefiki arasında dipten dibe devam eden kavganın bu imam-kaymakam çatışmasıyla ortaya çıktığı ve bu işin daha da büyüyebileceği kanısında. Ben biraz daha ihtiyatlı olma taraftarıyım.

Kavganın büyüyeceğini söyleyenlere göre meselenin temelinde MHP’ye yakın kadroların Adliye ve Mülkiye teşkilatlarındaki hakimiyeti yatıyor. İşte kavgaya adı karışan kaymakamın Ülkücü harekete yakın olduğu ve bu hareket tarafından sahiplenildiği örnekleri veriliyor.

Yazının başında içinden kısa bir alıntı yaptığım Fethullah Gülen videosu 90’lı yıllarda ortaya çıkmış ve çok yankı uyandırmıştı. O videodaki konuşmasında Gülen Türkiye’deki sistemin bir yumuşak karnı olduğundan söz ediyordu. Bu yumuşak karna da iki örnek veriyordu: Adliye, Mülkiye… Aslında Gülen ve ekibi bir de Harbiye’de örgütleniyordu ama bu örgütlenme çok daha gizliydi.

15 Temmuz gibi bu devletin hayatına kasteden çok vahim bir tecrübe yaşadık Türkiye’de. Bu tecrübeyi yaşadığımızdan beri de, Adliye Mülkiye ve Harbiye’den kovulan FETÖ’cülerin yerine kimlerin işe alındığına dair tartışmalar yürütüyoruz.

Adliye teşkilatında ‘Hak Yol’ adı verilen İslamcı (ve Ak Parti’ye yakın) bir ekiple ülkücü bir ekibin hakimiyet oluşturduğu, bu iki ekibin birbiriyle de zaman zaman kavgaya varan derecede iktidar yarışı yaptığına dair haberler sık sık geliyor. 

Hatta biz gazeteciler herhangi bir olayı soruşturan savcı için ilk soru olarak ‘kimci’ diye soruyoruz; acaba Hak Yol’cu mu, Ülkücü mü? Bu sorunun cevabı çoğunlukla soruşturmaların akıbeti hakkında da bize fikir veriyor.

Soruşturmaların konusunun siyasi mi, adli mi, organize suç mu, yoksa sıradan bir vatandaş kavgası mı olduğunun bir önemi yok. Türkiye’de hayatın hemen hemen her alanı siyasi çekişmenin de konusu olabiliyor.

Adliye teşkilatında bu çekişme yaşanırken Mülkiye’de pek çekişme yok gibi gözüküyor. Burada Ülkücü ekip sanki daha fazla duruma hakim. Bunun böyle olmasında Süleyman Soylu’nun beş yılı aşkın süre boyunca içişleri sakanı olmasının rolü olduğu çok konuşuluyor.

Geçmişte Tayyip Erdoğan ve hükümetinin İsrail politikaları yüzünden FETÖ harekete geçmiş, 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı gözaltına almaya çalışınca kavga açığa çıkmış, 2013’te Tayyip Erdoğan’ın FETÖ’ye bağlı dershaneleri kapatmaya kalkışmasından sonra FETÖ’nün adliye ve mülkiye ekibinin 17-25 Aralık operasyonları gelmiş, bundan sonra iyice alevlenen kavga 15 Temmuz kalkışmasına uzanmıştı.

Geçmişte iktidarını tamamlamak için FETÖ kadrolarına ihtiyaç duyan Ak Parti ve Tayyip Erdoğan 15 Temmuzdan beri bu kez MHP ve bir kısım İslamcı cemaatten gelen kadrolarla iş tutuyor. Bu ilişki öyle çok barış içinde bir ilişki değil; sık sık gerginlikler oluyor.

İşte bu son kaymakam-imam olayı da o gerginliklerden birinin dışa vurumu ama bundan geçmişin FETÖ-Tayyip Erdoğan kavgası gibi bir kavga beklemek çok gerçekçi olmayabilir.

Büyük olasılıkla iki taraf bu yerel olaydan sonra da, geçmişteki başka pek çok sıkıntıda olduğu gibi birlikte yaşamanın bir yolunu bulacak.

Ama kum saatindeki kum taneleri gibi gerginlikler de birike birike artıyor.

FETÖ’nün Amerika’daki ‘Platform’u

FETÖ’nün Amerika’daki ‘Platform’u

Bugün 10Haber’de Caner Taşpınar’ın haberi var. FETÖ’ye bağlı olarak Amerika’nın dört bir yanında faaliyet gösteren vakıf ve kuruluşlar bir ‘Platform’ kurmuşlar.

Bu, çok yeni bir cüretin ifadesi aslında. Çünkü Amerikan hukuk sistemi içinde pek çok eyalette kurulmuş ve sözde ‘kar amacı gütmeyen’ bu vakıflar her yıl çok büyük bir parayı kontrol ediyorlar ve bu para örgüte aktarılıyor.

Pek çok eyalette ‘charter school’ adı verilen sistemle o eyaletin devlet okullarını işletiyor bu vakıflar. Eyalet de onlara öğrenci başına belli bir para veriyor. Yani bir anlamda ‘eğitim taşeronluğu’ yapıyor FETÖ Amerika’da.

Geçmişte birkaç kez bu sebeple FBI soruşturması ve Amerikan vergi idaresi IRS’nin soruşturmasını geçirdiler, her seferinde de bu vakıfların bir merkezden yönetilmediğini, her birinin bağımsız olduğunu anlatarak yakayı sıyırdılar.

Ama şimdi üstlerine özel bir güven gelmiş olmalı ki, bu ‘legal’ yapılarını tek bir çatı altında toplamaktan çekinmiyorlar.

Çarpıcı bir gelişme.

Minik Ece neden öldü?

Minik Ece neden öldü?

Biz bu haberi daha önce de yaptık, Cihan ve Hasret Yalçınkaya Belçika’da yaşayan bir karı koca. Türkiye’de Didim’de evleri var. Nisan 2022’de bu eve gelmiş, bir akşam da İzmir Gaziemir’de yemek yemişler.

Bu yemekten sonra aile gıda zehirlenmesi emareleri vermiş. Didim Devlet Hastanesinde başvurmuşlar. Fakat beş yaşındaki minik Ece’nin durumu bir türlü düzelmemiş. Tekrar tekrar hastaneye gitmişler ve en sonunda olabilecek en kötü şey olmuş, Ece hayatını kaybetmiş.

Aile neredeyse iki yıldır çocuklarının kesin ölüm nedenini belirleyecek otopsi raporunun sonucunu bekliyor. Ama bugün 10Haber’de yine haberi var, hâlâ bu otopsi raporu çıkmış değil.

Sahiden minik Ece neden öldü? Anne babasının bilmeye hakkı yok mu?

Sıkılmadınız mı bu ‘uzay turisti’ küçümsemesinden?

Sıkılmadınız mı bu ‘uzay turisti’ küçümsemesinden?

Alper Gezeravcı’nın ilk Türk astronotu olarak Uluslararası Uzay İstasyonu’na gitmesi beraberinde bir sığ tartışma da getirdi: Gezeravcı için para bastırılmış o da uzaya gitmişti, burada ‘başarı’ neredeydi?

Oysa bu yanlış bir soru. Çünkü bugünkü haberimizde de okuyacaksınız, NASA’nın kendi astronotları da ‘parayı bastırıp’ uzaya gidiyor.

Burada sorulması gereken esas soru şu: Gezeravcı’nın uzaya gitmesi Türkiye’nin uzay çalışmaları açısından milat mıdır, önemli bir sembol müdür?

Eğer Gezeravcı ile başlayan bu uzay merakımız Türkiye Uzay Ajansı’nın adam gibi bir bütçeyle önce bilimsel, ardından da belki ticari amaçlar için uzay keşfi çalışmalarını hızlandırmasının başlangıcıysa önemli bir durum bu.

Yok Gezeravcı tek kalacak, Türkiye kısa sürede uzayı yeniden unutup kendi içine dönecekse bugün yapılan harcama ziyan edilmiş olacak.

Belki eleştirmek yerine cesaret vermek, Türkiye’nin uzaydaki varlığını arttırmasını istemek lazım.

Ama iğneden ipliğe her konunun siyasi kültür savaşının malzemesi haline getirildiği ülkemizde belki de gelecek hayalleri kurmak büyük bir lükstür.