27-02-2024
İsmet Berkan

Kendisi 21. yüzyılda, yöneticileri ve yönetici adayları 19. yüzyılda yaşayan ülke

Kendisi 21. yüzyılda, yöneticileri ve yönetici adayları 19. yüzyılda yaşayan ülke

Türkiye’nin sığ siyasetinin ve siyaset kavgalarının hepimizin üstünde yarattığı bir sonuç var: Dünyada olup bitenlerle çok daha az ilgileniyoruz ve geleceğimiz hakkında çok daha az hayal kuruyoruz.

Dünyadan giderek uzaklaşmak ise başka bir vahim sonuca neden oluyor: Dünyada başkalarının yaptığı şeyleri biz yapamayız sanmaya başlıyoruz…

Tabii tersi örnekler de var. Kaan savaş uçağı mesela. Pekala başkalarının başardığını bizim de başarabileceğimizi gösteren, özgüven yükselten bir örnek.

Ama tabii Kaan, doğası gereği neredeyse tamamının üstü gizlilik perdesiyle örtülü bir proje. Sadece bazılarımızın ona erişimi var. Bugün 10Haber TÜBİTAK’ın bu savaş uçağı için geliştirdiği teknolojileri anlatıyor; aslında bir anlamda TÜBİTAK’ın PR’ı için yapılan duyuruda anlatılan teknolojilerin neyle ilgili olduğunu anlamak için bile uzmanlık gerekiyor.

Bir örnek vereyim: Kaan’ın radar izi benzeri uçaklardan çok daha az olacak. Bunun için hem özel boya geliştirildi, hem de Kaan’ın fiziki görünümü radar ışınlarını yansıtmayacak şekilde tasarlandı. Ama yetmez; bir de radar izinin küçülmesini sağlayan bilgisayar yazılımları var. Bu yazılımlar da TÜBİTAK’ta geliştirilmiş.

Düşünün: 30 yıl önce kendi radarını yapamayan bir ülkeydik; bugün radar yaptığımız gibi radardan korunma teknolojileri de üretiyoruz.

Bunların hepsi değer yaratan şeyler. Yoktan, sıfırdan değer yaratmak.

Ama tabii koca Türkiye’ye bir Kaan projesi yetmez. Bu proje aynen Togg gibi bizim özgüvenimizi yükseltmeli, diğer alanlarda da böyle değer yaratmaya yönelmeliyiz.

Geçen gün burada yapay zeka çağının en öne çıkan süper şirketi Nvidia’yı anlattım iki gün üst üste. Daha önce de Türkiye’nin 1970’li yıllarda bugünün dev şirketleri Aselsan, Havelsan, Roketsan’ı kurarken giriştiği ve amacı aslında entegre devre üretmek, mikro işlemci yani çip üretmek olan TESTAŞ’ın acıklı hikayesini yazmıştım.

Türkiye 70’lerin sonunda kendi çip tasarımlarını yapabilmiş olsaydı o günden bugüne biriken bilgi sayesinde Nvidia Amerikan şirketi olarak değil belki bir Türk şirketi olarak doğabilir, iki trilyon dolarlık değere ulaşabilirdi.

Ama maalesef Türkiye’yi yönetenler çok uzun zamandan beri 21. yüzyılda, bırakın 21. yüzyılı 20. yüzyılda bile yaşamıyor; Türkiye’ye 19. yüzyılı ve onun sanayi devrimini getirmeye çalışıyorlar hala.

En basit örnek şu: Ak Parti hükümetleri eğitimde tablet bilgisayar kullanmak için Fatih adlı bir proje yaptı. Proje o tabletleri kimin nerede üreteceği, fabrikanın hangi şehirde yapılacağı kavgasında eridi gitti, onca para çöpe atıldı. Oysa tabletleri üretmekten daha önemlisi tabletlerin içeriğini ve işletim sistemlerini yapmaktı. 19. yüzyıl sanayi mantığıyla çalışan yönetici ve siyasetçiler esas değeri yaratan şeyin elde tuttuğunuz tablet değil içindeki bilgi olduğunu anlayamadı.

Oysa bakın Apple’a; bütün telefon ve bilgisayarlar Çin’deki fabrikalarda yapılıyor ama değeri üç trilyon dolar olan şirket ABD’deki Apple. Siz hiç Zara’ya fason üretim yapan bir konfeksiyoncunun Zara kadar büyük olduğuna tanık oldunuz mu? Bilgiyi İspanya’daki Zara ortaya çıkarıyor, kıyafeti kimin yaptığı ikincil önemde.

Maalesef henüz 19. yüzyıldan çıkamayan yöneticiler yüzünden bizim hayal ufkumuz da ancak ‘Türkiye’de çip fabrikası kurmaya’ kadar uzanabiliyor; yüksek kapasiteli çipleri tasarlamaya değil.

Togg’un bütün bilgisi, tasarımı her şeyi ve en önemlisi şirketin kendisi Türkiye’de, ama bu otomobil şirketi hala durup durup ‘Motoru neden Almanya’dan aldınız? Dış görünüşünü de zaten İtalyanlar yaptı’ diye eleştiriliyor. Sadece yöneticilerimiz değil gelecekteki yönetici adayları olan muhalefetimiz de 19. yüzyılda yaşıyor aslında.

Neyse ki hepimiz 19. yüzyılda değiliz; içimizde 21. yüzyılda yaşayanlar da var. Örneğin Türkiye’de inanılmaz gelişmiş bir mobil ve bilgisayar oyunları sektörü var. Bu sektör on binlerce yazılım mühendisi istihdam ediyor, milyarlarca dolar büyüklükte şirketler var. O sayede arkadan gelen yüzlerce yeni oyun girişimi bugün girişim sermayesini bulmuş, çalışır durumda.

Fakat dünya da durduğu yerde durmuyor. İşte yapay zeka sektörü de teknoloji alanında hem çok yüksek değer yaratıp hem de son derece mekanik bir iş olan yazılım sektörünü ilk hedef belirlemişti aslında. Herkes çocuklarına kodlama öğretmeye çalışırken yapay zeka kendisi kod yazmaya başladı. Çünkü bilgisayar kodu yazmanın en önemli tarafı o kodlamanın özel dilini bilmek ve bilgisayar başından kalkmadan yüzlerce saat onu yazmak değil. İşin en önemli kısmı fikri geliştirmek ve uygulamak için oturup mantıklı bir yol tasarlamak. Endüstri, konfeksiyon tasarımcılarının fason fabrikalara iş vermesi gibi kodun kendisini yazma işini Hindistan’daki yazılımcılara devredeli çok olmuştu. Şimdi Hindistan’da belki milyonlarca kodcu işsizlik tehlikesiyle karşı karşıya, çünkü kodları yapay zeka yazıyor.

Dün açıklanan Google’ın Genie adlı ürünü oyun yazılımcılarını da işsiz bırakabilir. Ama merak etmeyin: Oyun tasarımcılarına, esas kıymetli bilgiyi üretenlere ihtiyaç hiçbir zaman ortadan kalkmayacak.

Yapay zekanın insanlığı sona erdirebilecek bir tehdit olup olmadığı magaziniyle uğraşadururken bu teknolojinin getireceği esas büyük değişimi atlamamak gerek. Daron Acemoğlu gibi dünya çapında sosyal bilimciler boşuna yapay zekaya yakından bakmıyor: Bu araç kapitalist ekonomik üretimde verimliliği arttıracak esas olarak.

Verimlilik artışı kapitalist için güzel bir şey; sermaye sahibinin işçilik harcamalarını azaltırken üretimini büyütmesi anlamına geliyor bu süslü laf.

Ama bakın, o verimlilik artışı belki de en önce bugün yapay zeka teknolojisinin sahibi gibi gözüken dev şirketleri vuruyor.

Fransa’da yaşları 31 ile 33 arasında değişen üç bilgisayar bilimci ve mühendis Google’ın 50-100 milyon dolar harcayarak yaptığı işi 20 milyon Euro’dan daha ucuza yapmanın yolunu buldu.

Biliyorsunuz, yapay zekayla çalışan sohbet robotları başta olmak üzere büyük sistemleri pahalı kılan en önemli unsur bu sistemlerin ‘eğitilmesi’ için büyük bilgisayar sistemlerine, dolayısıyla büyük paralara ihtiyaç duyulması. Örneğin OpenAI’ın ChatGPT’sinin GPT-4 modelinin ‘eğitilmesi’ için 50-100 milyon dolardan fazla para harcandığı açıklanmıştı.

Oysa sadece dokuz ay önce kurulan Fransız yapay zeka şirketi Mistral aynı işi dediğim gibi yarı yarıya, hatta daha da ucuzlattı. Bu sayede bu üç genç mühendis/bilim insanının kurduğu şirket şimdiden iki milyar doların üstünde bir değere sahip.

Oysa hepimiz yapay zeka alanının Amerikalı dev şirketlere ait olduğuna, iyimser ihtimalle ancak onların ürünleri üstünden ticari bazı alt ürünler çıkarabileceğimize inanıyorduk.

Ama bakın üç Fransız çıktı, o Amerikalıları kendi oyununda yendi.

Bu örneği veriyorum, şunu anlatmak için: Yapay zeka alanında da, teknolojinin diğer alanlarında da deniz bitmiş değil, daha gidilecek çok yer var.

Türkiye’nin yeterli yaratıcı ve bilgili insan kaynağı var. Eksik olan özgüven ve sermaye ile hayal gücü.

İngilizce’de çok sevdiğim bir laf var: ‘Failure of imagination.’

Hayallerimizin yetmemesi veya bir şeyi hayal etmeyi bile başaramamak yani.

Sorun kurduğumuz hayalin başarılı olmaması değil. Sorun, hayal kurmaktan vaz geçmek.

Kızını öldüren baba!

Kızını öldüren baba!

10Haber’de Cem Taylan’ın haberini okumuşsunuzdur; Eskişehir’in Sivrihisar ilçesindeki Yukarıkepen mahallesi 19 yıl önce acı bir ölüm olayıyla sarsılmıştı.

Henüz dokuz yaşında olan Cansu Siler evinde asılmış olarak bulunmuştu. Herkes ilk bakışta intihar dedi. Küçük kız çocuğu ve ailesi için üzüldü.

Ama olaya gelen jandarma bu dosyayı hiçbir zaman kapatmadı, küçük kızın intihar ettiğine hiçbir zaman ikna olmadı.

Aradan 19 yıl geçti. Bugün yaşasa 28 yaşında bir genç kadın olacak minik Cansu’nun babası Mehmet Siler sonunda cinayetten tutuklandı.

Elimizde maalesef çok az bilgi var . Ne jandarmaya 19 yıl boyunca bu dosyayı kapattırmayan şüphenin ne olduğunu biliyoruz ne de baba Mehmet Siler’in verdiği ifadedeki çelişkilleri.

İnsan, hele çocuğu da varsa böyle haberler duyduğunda ilk tepki inanmamak oluyor. Bir baba kendi çocuğunu nasıl öldürür? Hadi diyelim bir sinir krizi anında öldürdü, bu cinayeti gizlemek için çocuğunu intihar etmiş gibi gösterecek düzeneği nasıl kurar? Hadi diyelim onu da yaptı, hiçbir şey olmamış gibi sonra 19 yıl hayatına nasıl devam eder?

Umarım önümüzdeki günlerde bu sorulara yanıt bulacağız.

‘Mozart’ı dinledin mi? Çok cool…’

‘Mozart’ı dinledin mi? Çok cool…’

Klasik müzik ölecek mi? Bu soru ben kendimi bildim bileli sorulur ama klasik müzik de yaşamaya, hatta kendi altın çağıyla kıyaslanmayacak ölçüde büyük bir ekonomi yaratarak yaşamaya devam eder.

Bugün, diyelim Berlin Filarmoni’den, diyelim Londra Senfoni’den bilet almaya çalışın, bakın fiyatlar ne ve bilet bulunuyor mu?

Klasik müziğin, bugün çılgın konser ortamlarına alışık olanlara son derece yadırgatıcı gelen kurallarla dolu klasik müzik konser salonlarının ilgi görmeye devam ediyor olması elbette sevindirici.

Ama daha da sevindiricisi var: Bugün 10Haber’de İhsan Dindar’ın haberini hepinize tavsiye ederim. Yeni kuşaklar da artık klasik müzikle tanışıyor, TikTok’ta, Instagram’da klasik müzik trendleri var artık.

Bütün bunları da bir Fransız DJ’e borçluyuz İhsan’ın haberine göre.

İnsanın içi açılıyor böyle haberleri okuyunca.