14-03-2024
İsmet Berkan

Bir trafik kazasının yüzümüze vurdukları

Bir trafik kazasının yüzümüze vurdukları

Neredeyse iki hafta oldu, bir trafik kazasını konuşuyoruz. Bu kazayla ilgili haberler ve köşe yazıları çok büyük ilgi çekiyor. Sadece yazılı medya değil, televizyonlar da bu konuyu konuşanlardan geçilmiyor.

Neden bu kaza ve sonrasındaki kaçış bu kadar ilgimizi çekti? Neden bu konuyu konuşmaya doyamıyoruz? 

Teker teker bakalım.

Kazanın bu kadar ilgimizi çekmesinin bir sebebi var: Servet düşmanlığının milli sporumuz olması.

Kazaya karışanlar varlıklı insanların çocukları ve benim de ‘Yeni Türkiye’nin örnek çifti’ olduğunu düşündüğüm Eylem Tok ile kocası Bülent Cihantimur’un kazadan sonraki davranışları onların birer nefret objesi olmasını herkesin gözünde kolaylaştırdı. O yüzden bu konu ilgimizi fazlasıyla çekiyor; yoksa üstünde bile durmadığımız nice ölümlü trafik kazası oluyor her gün Türkiye’de.

Bu konuyu konuşmaya doyamıyoruz; çünkü yazar olduğu iddia edilen Eylem Tok bize her gün yeni yeni malzeme vermeye devam ediyor. İşte son gelen malzeme: New York’ta kahkahalar içinde güle oynaya bir hayat sürdüklerini de sergiledi bize Eylem hanım.

Ama konu bunca ilgi çekmesine, günlerdir konuşulmasına rağmen biz gazeteciler hala daha gerçeği ortaya çıkartmak konusunda kötü sınav veriyoruz.

Örneğin kazanın saat kaçta olduğunu hala bilmiyoruz. Kaza yerine anne Eylem Tok’un kaç dakika sonra geldiğini bilmiyoruz, ambulansın ne zaman geldiğini de… Ama bir şeyi biliyoruz: Kazaya karışan çocukların ifadesine göre kaza yerine ilk giden bir itfaiye aracı.

Eylem Tok oğlunu almak için olay yerine ulaştığında iddiaya göre itfaiye zaten oradaymış ve kazazedelerle ilgileniyormuş.

Olay yerinden bir telefonun kaybolduğunu düşünüyorduk, bugün Sözcü’de İsmail Saymaz’ın yazısından öğreniyoruz, iki telefon kaybolmuş. Biri geri geldi, diğeri henüz ortada yok.

Kazazede tarafın avukatları ‘ihmal sebebiyle ölüme sebep olmak’tan söz ediyor. Bunu da Eylem Tok’un ambulansı arayıp bekleyecek yerde oğlunu alıp kaza yerinden ayrılmasına bağlıyorlar. Savcının bu konuda ne düşündüğünü bilmiyoruz ama Bülent Cihantimur’un yanında çalıştığı söylenen ve Eylem Tok ile oğlunu havaalanına götüren aracı kullanan kadının ‘Suçluyu kayırmak’tan tutuklandığı göz önüne alınacak olursa savcı bu kazada istenebilecek en büyük cezaları isteyecek gibi duruyor.

Kazaya adı karışan çocukların hemen tamamı aynı özel lisede okuyor. Okulları da Göktürk’te.

Göktürk, eskiden Türkiye’de Fransızcadan gelme ‘banliyö’ kelimesini kullanırdık artık İngilizcesini kullanıyoruz, tam bir ‘suburbia.’ Ama zengin, en azından varlıklı ‘suburbia’sı. Etrafı yüksek duvarlarla çevrili güvenlikli sitelerde, havuzlu ve bahçeli evlerde yaşayan çocuklar bunlar.

Hatırlıyorum 90’lı yılların ortalarından itibaren eskiden minik bir Anadolu köyü olan Göktürk’e bu imar akınını başlatan, yeni yeni varlıklı hale gelmeye başlayan orta üst sınıfların ‘Çocuklarımızı doğayla iç içe büyütelim’ kaygısıydı.

Ama ‘doğayla iç içe’ olma kaygısı şehir merkezinden ve dolayısıyla şehir hayatından uzaklaşmayı, ‘banliyö hayatı’na geçmeyi gerektiriyordu. Evet zaman içinde Göktürk’te ve yakınlarındaki bir başka ‘suburbia’ olan Zekeriyaköy’de lokantalar vs açıldı ama bunlar şehir hayatı sunmuyordu orada yaşayanlara.

Ne Göktürk’ün ne de Zekeriyaköy’ün doğru dürüst bir toplu ulaşımı var. İki yerleşim yerinden de şehir merkezine gidip gelmenin yegane aracı otomobil.

Dikkat edin, Hasdal kışlasının önünden başlayıp aslında (şimdilik) Çatalca’ya kadar uzanan, İstanbul Havaalanı’na gidip gelenlerin de artık sık sık kullandığı bu yolun Hasdal kışlasından Göktürk kavşağına kadar olan bölümü herhalde Türkiye’nin en çok hız kontrol radarının bulunduğu yol. Sebebi belli: Göktürk’te oturan ve hepsi de gayet lüks otomobiller kullanan insanlar bu yolda bugüne kadar pek çok kaza yaptı.

Bir an kendinizi Göktürk’te yaşayan, özel okula da Göktürk’te giden bir liseli olarak düşünün. Hele 12. sınıfa yaklaşmışsanız, enerji dolusunuz ve bu enerjinizi harcayacak hiçbir yer yok.

Ben şehirde oturuyorum, oğlum ehliyet aldıktan sonra bile onun tek başına otomobil kullanmaya başlamasına uzun süre izin vermedim, yanında hep ya annesi ya ben oldum. Oysa Göktürk öyle değil belli ki. Liseli ve enerjisi bol çocukların bir bölümünün boş zamanlarını babalarının otomobillerini alıp civarda gezerek geçirdiği anlaşılıyor. Son kaza daha önce de defalarca yapıldığı kolayca anlaşılan böyle bir ‘boş vakit eğlencesi’nin, ‘suburbia sıkıntısı’ndan kurtulma arayışının sonu maalesef acı bitmiş bir örneği.

Esasen kazada yaralanan ve bir arkadaşları ölen grup da benzer durumda. Onlar da aynı ‘Suburbia’ tuzağı ve can sıkıntısı içinde, o sıkıntıyı aşmak için hiç olmamaları gereken bir yerde, hiç olmamaları gereken bir zamanda, en ufak güvenliği olmayan ATV adlı arazi araçlarıyla geziyorlar.

Bu araçların gündüz bile karayoluna çıkması sakıncalı, gecenin o vaktinde karayolunda olmaları ise araçları arıza yapmasa bile kabul edilebilir değil. Üstelik tek kişilik bu araçlara iki kişi binmişler. Bu araçların normal otomobiller için hız sınırı 50 km olan o orman yolunda normal trafik için tehlike oluşturduğu kuşkusuz; çünkü ATV’nin 50 km hızla gitmesi aracı kullananlar için büyük tehlike, yavaş gitmesi ise karayolu için tehlike, çünkü bu araçların yeterli aydınlatması yok. Gelen bir araç onları fark ettiğinde çok geç olabilir.

Fakat bugün bunları yazmanın hiçbir anlamı kalmadı; çünkü Eylem Tok sözde ‘annelik içgüdüsüyle’ öyle bir şey yaptı ki bu başka her şeyin önüne geçti.

Yaptığı aslında oğluna da en büyük kötülük. Çünkü o çocuk kaçmak yerine önce yaralılara yardım edip sonra polise teslim olsaydı, büyük olasılıkla hiçbirimiz bu kazadan haberdar olmayacak, olsak bile bir minik haber yazılıp geçecekti. Oysa şimdi günlerdir konuşuyoruz, Eylem Tok’un ve 17 yaşındaki oğlunun fotoğrafları, video görüntüleri her yerde karşımıza çıkıyor günlerdir.

Sadece bu da değil. Anne baba olarak Bülent Cihantimur ile Eylem Tok da artık mercek altında ve bu ikilinin hayatı da didik didik edilecek. İşte dün Fatih Altaylı yazmıştı, ‘Eylem Tok’un geliri nedir, ona bu hayat tarzını sağlayan para nereden geliyor’ diye. Daha önce de Eylem Tok’un Süleymancılar cemaatinden önde gelen bir kişiyle ilişkisi imalı biçimde yazıldı. Bunlar büyük olasılıkla Eylem Tok’un hiç açılmasını istemediği defterler.

Benzeri kazayı yapan çocuğun babası estetik cerrahı Bülent Cihantimur için de geçerli. Eylem Tok ve oğlu havaalanına giderken onun yolda durup ‘Benim aracımın şarjı bitti’ demesinden bin çeşit şüphe üretenler var şimdiden. Bülent Cihantimur havaalanı kameralarında Eylem Tok ve oğlunu uğurlarken görülseydi bugün o da tutuklu olabilirdi, şimdi yurt dışı yasağı kondu.

Kazayı yapan çocuğu Amerika’dan yasal yolla getirmek mümkün değil; hiçbir ülke kendi vatandaşını başka ülkeye iade etmez. Eylem Tok ve oğlunun New York’ta parasal sıkıntı içinde olmadığı anlaşılıyor ama bu değirmenin suyu sonsuza kadar da akmaz.

Bakalım Eylem Tok dönmekte geç kaldıkları her günün kendisi ve oğlu için aleyhte işlediğini ne zaman anlayacak?

Kan parasının hukukun parçası olmasına izin verilmemeli

Kan parasının hukukun parçası olmasına izin verilmemeli

Kan parası Türkiye’de uygulama alanı bulan bir gelenek. Modern hukuk öncesi dönemlerden kalma. Aşiret, kabile toplumlarının ‘Kan davası olmasın’ diye buldukları çarelerden biri.

Zaman içinde ağır ağır yok olması beklenen bu kan parası uygulaması, bilmiyorum benimki algıda seçicilik mi ama sanki giderek yaygınlaşıyor ve normalleşiyor.

İstanbul Esenyurt’ta güvenlik kameraları baştan sona kaydettiği için kamuoyunda da çok konuşulan bir cinayette kan parası söz konusu oldu. Benzer şekilde Somali Cumhurbaşkanının oğlunun neden olduğu ölümlü trafik kazasında da aileye kan parası ödendi.

Normalde özel hukuk değil kamu hukukunun devreye girdiği olaylarda kan parası ödemenin veya ödememenin davanın sonucuna ilişkin bir faktör olmaması gerekir. Ama pek çok kez hakimlerin mahkemedeki takdir haklarını kan parası ödeyen suçludan yana kullandığına, onları olabilecek en hafif cezalara çarptırdıklarına tanık olduk.

Bu tecrübe nedeniyle olsa gerek bu son olayda kaza yapıp ölüme sebep olan çocuğun babası da hemen hayatını kaybeden kişinin ailesine yanaşıp kan parası iması yaptı. Aile şimdilik kan parasını kabul etmiyor, ama korkarım şimdilik etmiyor.

Bakalım mahkeme ne düşünecek bu konuda?

Merkez Bankası seçimi beklemedi, iyi de etti ama geç kaldı

Merkez Bankası seçimi beklemedi, iyi de etti ama geç kaldı

Türkiye’nin para piyasalarında üç haftadır, hatta belki biraz daha uzun zamandır bir panik var. Uygulanan ekonomik programın başarısız olduğunu, enflasyonun kontrolden çıkmakta olduğunu düşünen kimi aktörler bu iki unsura bağlı olarak seçimden sonra yüksek devalüasyon beklentisine girdi. Bu beklentiyle de şimdiden dolar alıyorlar.

Merkez Bankası’nın bu beklentiye tepkisi rezerv satmak olunca piyasa aktörlerinin  beklentisi daha da arttı. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın faizin artmasına veya parasal sıkılaştırmanın yoğunlaşmasına seçime kadar izin vermeyeceğine dair inançlarının bu rezerv satışlarıyla doğrulandığını düşündüler. Hücum daha da büyüdü.

Merkez Bankası’nın rezerv satması ve başka bir şey yapmaması piyasada Nurettin Nebati-Şahap Kavcıoğlu politikalarına (en azından seçime kadar) dönüş izlenimi bıraktı. Geçen ay faizi arttırmayarak piyasaya yanlış mesaj veren Merkez Bankası rezerv satmak yerine bazı parasal sıkılaştırma adımları atarak da piyasaya mesaj verebilirdi, bunu da günlerce yapmadı.

Şimdi bazı ‘makro ihtiyati tedbirler’ almaya başlandı, ama korkarım geç kaldı Merkez Bankası. Ben bu yazıyı yazarken dolar hala 32 liranın üstünde; yani piyasa yüksek devalüasyon beklemeye devam ediyor, dolar alıyor. Piyasadaki başlıca satıcı ise yine Merkez Bankası.

Bir sonraki para kurulu toplantısı haftaya bugün, 21 Martta. O toplantıya ilişkin faiz artış baskısı daha da artacak anlaşılan.