21-03-2024
İsmet Berkan

Ne kadar geliriniz varsa sahiden zenginsiniz?

Ne kadar geliriniz varsa sahiden zenginsiniz?

Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK Ocak ayı sonunda 2022 yılına ait gelir dağılımı istatistiklerini yayınladı. Bu o zaman 10Haber dahil her yerde haber oldu; hatta hakkında köşe yazıları yazıldı. Gerek haberlerde ve gerekse yazılan az sayıda köşe yazısında ülkemizde gelir dağılımının nasıl bozulduğu bu istatistiklere dayalı olarak anlatıldı.

Evet, ülkemizde zaten bozuk olan gelir dağılımının 2018’den beri yaşadığımız kötü yönetim kaynaklı ekonomik faciayla çok daha bozulduğunu biliyoruz. Toplumun yüksek gelir elde eden minicik kesimi bu bozulmadan lehte yararlanırken toplumun geri kalanı gelir seviyesi düştükçe artan oranda olumsuz etkilendi bozulmadan.

Ama bu yazı gelir dağılımı bozukluğu hakkında değil. Bu yazı toplumun en yüksek gelir elde eden yüzde 20’lik bölümüyle ilgili. Acaba toplumun kaymak tabakasını oluşturan 17 milyon kişi ne gelir elde ediyor? Bu 17 milyon kişiyi dörde bölecek olursak içindeki 4 milyon 265 bin kişilik yüzde 5’lik gruplar arasında acaba ne gibi gelir eşitsizlikleri var?

TÜİK sağ olsun, yukarıda linkini verdiğim sayfa içinde bilgisayarınıza indirilebilir formatta bir dizi ilave tablo paylaşmış. Bu tablolardan birinde Türkiye nüfusu içinde elde edilen gelirler yüzde 5’lik nüfus gruplarına bölünerek ‘fert başına gelir’ diye paylaşılmış.

2022 yılında nüfusumuz 85 milyon 300 bin kişiydi. Yani her bir yüzde 5’lik grupta 4 milyon 265 bin kişi var.

Türkiye’nin en çok gelir elde eden yüzde 5’lik kesimi ülke çapında üretilen gelirin yüzde 24,7’sini almış. Kısacası, bütün gelirin dörtte biri yüzde 5’e gitmiş, geri kalan yüzde 95 nüfusa gelirin yüzde 75,3’ü kalmış.

Peki neymiş bu gelir? Bu en tepedeki 4 milyon 265 bin kişi 2022 yılında ortalama 415 bin 55 lira gelir elde etmiş. Bu rakam bana da bir şey ifade etmedi, size de. Gelin dolara çevireyim: 2022’de ortalama dolar kuru 16,57 olmuş. Yani en tepedeki yüzde 5 o yıl ortalama 25 bin 50 dolar kazanmış. Ayda iki bin dolardan biraz fazla.

Bu en çok gelir elde eden grup için komik derecede düşük bir rakam. Ne yani Türkiye’nin en zenginleri ayda iki bin dolarla mı (bugünkü parayla 64 bin lira) geçiniyor?

Neyse ki imdadımıza TÜİK yetişiyor. Kurum bir de ‘medyan gelir’ hesaplamış. Yani o gruptaki 4 milyon 265 bin kişiyi en az gelirden en yüksek gelire doğru alt alta yazmış, tam ortadaki kişinin gelirini bulmuş. Bu gelir dolar cinsinden 18 bin 320 dolar. Şöyle düşünebilirsiniz: O 4,2 milyon kişinin 2 milyon 132 bini o yıl 18 bin 320 dolardan daha fazla gelir elde etmiş, öteki yarısı ise daha az.

18 bin dolar yıllık gelir ayda 1,500 dolara denk gelir. Yani bugünün parasıyla 45 bin lira. Kabaca üç asgari ücretten biraz az. Türkiye’nin en zenginleri arasında sayılanların en azından yarısı sahiden ayda 45 bin liraya talim ediyor demek. Ne zenginlik ama…

Ayda 45 bin liralık gelir bir yandan yüksek evet ama hiç kimse bu gelirle kendini ‘zengin’ hissetmez. Ve unutmayın bu geliri sadece en çok gelir elde eden yüzde 5’in alttaki yarısı edinebiliyor. Nüfusun kalan yüzde 95’i (yani 76 milyondan fazla insan) bunu bile kazanamıyor.

En zengin yüzde 5’in en azından yarısının aslında hiç de zengin değil, olsa olsa orta üst sınıf olduğunu ve bu yüzde 5’lik grubun kendi içinde çok büyük bir gelir dağılımı farkı olduğunu gördük. Peki en zengin ikinci yüzde 5’in durumu ne?

İkinci en zengin yüzde 5’in, yani 8,5 milyon kişinin ortalama geliri TÜİK’e göre 172 bin 146 lira, dolarla söyleyecek olursak 10 bin 390 dolar. Ayda 1000 dolar değil!

Ama bu yüzde 5 içinde de derin fark var, çünkü medyan gelir 10 bin 241 dolar. Yani grubun yarısı ortalamanın üstünde kazanıyor, bu sayede ortalamayı yükseltiyor.

Daha çarpıcısı şu: Bu yüzde 5’lik grup ülke içindeki toplam gelirin yüzde 10,3’ünü elde ediyor. 

Gelin toplayalım. En çok gelir elde eden yüzde 5 ve ondan sonra gelen yüzde 5’in elde ettiği gelir bütün gelirlerin yüzde 35’i tam olarak.

Peki üçüncü yüzde 5’lik grup ne gelir elde ediyor? TÜİK’e göre 134 bin 103 lira; dolara çevirirsek 8 bin 903 dolar. Ayda 750 dolar değil. Bu grubun toplam gelirden aldığı pay yüzde 8 seviyesinde.

Ya dördüncü yüzde 5’lik grup? Onların 2022’deki geliri yılda 113 bin 508 lira. Dolarla 6 bin 850 dolar. Ayda 570 dolar. Bu grubun toplam gelirden aldığı pay ise yüzde 6,8.

Böylece toplumun beşte birini, en çok gelir elde eden yüzde 20’lik kesimini gördük aralarındaki farklarla. Bu yüzde 20 ülkede elde edilen gelirin yüzde 49,6’sını, yani yarısını elde ediyor.

Nüfusun geri kalan beşte dördünü varın siz düşünün… Ve baktığınızda bu yüzde 20’nin en tepesindeki yüzde 5 ile en altındaki yüzde 5 arasında beş kata yaklaşan gelir farkı var.

Bu grubun elde ettiği geliri dolara çevirmenin şöyle bir faydası da var: Bugün asgari ücret net 17 bin lira. Yani 500 dolardan biraz fazla şimdilik. Anlayacağınız asgari ücret elde etmek Türkiye’de orta sınıf kabul edilmeye yeterli hale gelmiş durumda.

Hayır, asgari ücret çok yüksek olduğu için değil, gelir eşitsizlikleri çok büyük ve gelirlerimiz çok az olduğu için böyle bu.

Peki ama sokaktaki zenginliğin kökünde ne var?

Peki ama sokaktaki zenginliğin kökünde ne var?

Gelir rakamlarını anlattım. Ama bir de gelirden çok farklı bir kavram daha var: Servet. Etrafa baktığınızda çok büyük bir servet görüyorsunuz; bu servetin sürekli el değiştirdiğini ve görgüsüzce sergilendiğini de.

Bir örnek vereyim: Türkiye’deki Mercedes G Wagon ciplerin sayıca fazlalığı gözüme çok batıyor benim. Bu araçların sıfır kilometre satış bedeli 13 milyon liradan başlıyor. Yani 430 bin dolardan fazla.

Şubat ayında Türkiye’de 93 adet Porsche, 33 adet Lexus, 23 adet Maserati, 13 adet Jaguar, üç adet Lamborghini, ikişer adet Aston Martin ile Bentley ve bir adet Ferrari satılmış. Bu araçların milyonlarca liraya satıldığını biliyoruz.

Bir rakam daha vereyim: Daha şimdi sahibinden.com‘a baktım, sadece İstanbul’da satılık 7 bin 182 villa var. Bunlar arasında 900 milyon liraya satılanı da var; 30 milyon liraya alıcı bekleyeni de.

Otomobillerin, evlerin sürekli satıldığını biliyoruz.

Eğer gelirler sahiden TÜİK’in söylediği seviyedeyse sokaklarda lüks araçlarıyla gözümüzün içine sokulan bu zengin hayatını çok küçük bir azınlığın yaşıyor olması lazım.

Ama öyle değil. Yani, bu zenginlikle yaşayan, zenginliğini herkese sergilemekten çekinmeyen insanlar elbette azınlık ama galiba o kadar da küçük bir azınlık değil.

İsviçre bankası Credit Suisse’in her yıl yayınladığı küresel servet raporuna göre 2022 yılında Türkiye’de 61 bin kişi dolar milyoneriydi. Dolar milyonerleri için 2022 kötü bir yıl olmuş, çünkü bir önceki yıl 73 binmiş ülkemizdeki dolar milyoneri sayısı. Bu azalmanın sebebi 2022’deki hızlı kur artışı ve enflasyon.

Aynı rapora göre 100 bin doların üstünde servet sahibi kişi sayısı 1 milyon 256 bin. 

52 bin 392 kişinin 1-5 milyon dolar arası serveti var. 5-10 milyon dolar arası servet sahibi kişi sayısı 4 bin 835. 

2 bin 920 kişinin 10-50 milyon dolar arası, 320 kişinin 50-100 milyon dolar arası, 31 kişinin ise 500 milyon doların üstünde serveti var.

Ama biliyorsunuz servet ile gelir aynı şey değil. Bankanın servet hesabında da ailenin oturduğu ev mesela hesaba dahil edilmiyor. Evler hesaba katılsa, dolar milyoneri sayımız 61 binin 10 katından, hatta 100 katından fazlaya rahatça çıkar.

Elbette servet babadan dededen kalmış olabilir veya uzun yıllar içinde biriktirilebilmiş olabilir ama fark etmez aslında: Her yüksek servetin ardında Türkiye ortalamasına göre yüksek bir gelir de bulunması gerek.

Bu ferdi gelir hesaplarında büyük bir tuhaflık var açıkçası. Mevcut gelir bu serveti izah etmiyor.

Fenerbahçe’nin tepkisi orantılı mı?

Fenerbahçe’nin tepkisi orantılı mı?

Trabzon’da 17 Mart gecesi yaşananları ’17 Mart faciası’ diye adlandıranlardanım, meselenin futbolun ötesine geçip vahim bir nefret sorunu olduğunu düşünenlerdenim. Bu amaçla iki yazı da yazdım zaten.

Aradan geçen dört günde yaptığım gözlemler durumun sandığımdan da vahim olduğunu gösterdi.

Bir tarafta Fenerbahçeli bakış açısı diyebileceğim açı var: Sarı lacivertliler sezonun başından beri, hatta Ali Koç başkan seçildiğinden beri sistematik olarak haksızlığa uğradıklarına, Trabzon’da yaşanan olayların da aslında ‘kaza’ değil kasıtlı bir provokasyon olduğuna inanıyor.

İtiraf edeyim, ‘İstenmeyen bir şey ama maalesef oluyor, taraftar sahaya atlıyor, neyse ki kimseye bir şey olmadı’ diyen bir Fenerbahçeliye rastlamadım. Çoğunluğu dev bir komplo teorisine, en tepesinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yer aldığı dev bir teoriye inanıyor.

Aslına bakacak olursanız ve geriye dönüp dikkatli okursanız Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’un da bu görüşte olduğunu görürsünüz. ‘Ben başkanken Fenerbahçe’yi şampiyon yapmayacaklar’ dedi ama görevinde de durmaya devam ediyor ilginç biçimde.

Ali Koç’un da inandığı, anlaşılan çok sayıda Fenerbahçeli tarafından da paylaşılan bu komplo teorisi epeydir var; öyle olduğu için de Trabzon’da yaşanan olayları Fenerbahçe hemen bu komplonun bir parçası olarak gördü, tepkisini de bu bakıştan hareketle ilan etti.

Siz benim komplo teorisi kavramını kullanmamı Fenerbahçeliler arasında yaygın olan bu inancı küçümseme olarak okumayın lütfen. Fenerbahçe’nin FETÖ adı verilen örgütün dev bir komplosuna kurban giden ve buna direnen yegane sivil toplum örgütü olduğunu hepimiz biliyoruz. Fenerbahçelilerin kara bir tarih olarak andığı 3 Temmuzdan iki ay önce biri FETÖ’cü bir komplonun varlığından söz etse toplumun geri kalanı onu şüpheyle karşılardı, ama komplo gerçekti, bunu çoğumuz yaşandıktan sonra anladık.

O yüzden Fenerbahçe’nin başkanının ve Fenerbahçelilerin bugün de kendileri aleyhinde bir komplo görmesini bir ölçüde normal karşılamak ve ne düşündüklerine hep kulak vermek gerektiğine inanıyorum.

Ama tabii Türkiye de, hayat da Fenerbahçelilerden ve Fenerbahçe’den ibaret değil. Örneğin Trabzonsporlular yaşanan son olaya çok farklı bir açıdan bakıyor. Kulüp Başkanı Ertuğrul Doğan ilk gün yaşanan olayları hiç kınamadı bile. Neyse dün bir kınama açıklaması yaptı ama durumu küçümsedi, ‘Bu olaylar ilk kez olmuyor’ dedi.

Bana esas çarpıcı gelen, sahaya ilk atlayan kişi olan maskeli ve mızraklı kişinin ‘saldırmadığını’ ama buna rağmen dayak yediğini söylemesi, onun tutuklanmasına şiddetle etmesiydi. Ona göre sahaya dalan taraftarlar neredeyse mağdurdu, çünkü Fenerbahçeli oyuncular tarafından dövülmüşlerdi!

Hatırlayın, buna benzer bir iddiayı Adalet Bakanı da dile getirdi. Bakan ‘Olay adalete intikal etti, gereken yapılacak’ demek varken döndü, ‘Acaba Fenerbahçeli futbolcular nefsi müdafaa sınırlarını aşmış olabilir mi’ diye sorma ihtiyacı duydu. Sonra bu sözlerini geri aldı bakan, ama söylenen söylendi.

Bu kadar taban tabana zıt bakış açılarıyla TV’den canlı yayınlanan bir şiddet olayında bile bu denli bölünmeyi başarmak bize özgü bir durum. Baksanıza Futbol Federasyonu aradan onca zaman geçtiği halde disipline daha tek kişiyi bile sevk etmedi. Gerçi Trabzon Başkanı ‘Ceza alacağız’ diyor ama henüz kimseye ceza verilmiş de değil, bu meselenin nasıl çözüleceğine bakılmış da…

Dediğim gibi olaya bakış açıları bu denli farklı olduğu için Fenerbahçeliler açısından ciddi bir inancın konusu olan komplo teorisi yine onlar için daha bir somutluk kazanıyor, söylenenlerden ve yapılanlardan kendi teorilerine yeni kanıtlar buluyor Fenerbahçeliler.

Bunların hepsi tamam ama bir yandan serin kanlılık da lazım. En çok da Fenerbahçe’ye lazım.

Ligden çekilmeyi düşünmek, zaten uygulama imkanı son derece kısıtlı çok ağır bir tepki. Oysa Fenerbahçe şu an liderin sadece iki puan gerisinde, şampiyonluğun büyük adayı bir takım. Şampiyon olamasa bile ligi ikinci tamamlamayı hemen hemen garantilediği ve bu yıl Avrupa kupalarındaki kendi başarısı sayesinde ülke puanını yükselttiği için seneye Şampiyonlar Ligi’ne katılması da şimdiden kesinleşmiş durumda.

Yani Trabzon’da çok feci şeyler yaşandı evet ama Fenerbahçe hem oradan galip döndü hem de durumu kötü değil. Futbol takımına ve oyuncularına moral vermek, onları yaşadıkları travmadan bir an önce çıkartmak için çalışmak dururken yönetimin aksine travmayı büyütmesi, ‘Ligden çekileceğiz’ diyerek profesyonel futbolcuları her şey iyi giderken bir de ‘Eyvah ben seneye ne olacağım’ kaygısına sokması anlaşılır gibi değil.

Kimsenin haksızlıklara boyun eğmemesi gerekmiyor ama serin kanlı olmak, yaptığın  veya yapacağın şeylerin sonuçlarını salim kafayla düşünmek de gerek. Fenerbahçe’nin haklarını korumanın bütün yolları tükendi, geriye son çare takımı ligden çekmek mi kaldı sahiden?

Ne oldu da polis dün sabah ansızın Ali Üstay’ı hatırladı?

Ne oldu da polis dün sabah ansızın Ali Üstay’ı hatırladı?

Av tutkusu benim anlayamadığım şeylerden biri. İnsanın beslenmek için avlanmasını anlayabilirim ama sırf ödül için veya kişisel tatmin için hayvan öldürmesini anlayamam.

Artık 85 yaşında olan, eskisi gibi ortada gözükmeyen Ali Üstay’ın Türkiye’nin av tutkunu zenginlerinden biri olduğunu yaşı yetenler içinde sanırım bilmeyen yoktur. Dünyanın dört bir yanında avladığı hayvanları içini doldurtarak sergilediği bir müzesi olduğunu ise ben bile biliyordum.

Dün sabah haberleri tararken bir ‘polis baskını’ haberi gördüm. Polis Ali Üstay’ın bu müzesini ‘basmış’ ve içinde ‘Kaçak avlanmış, yasa dışı doldurulmuş hayvanlar ele geçirmiş’ti.

Haberi okuyan bir gizli depo basıldı sanabilirdi. Oysa okulların bile gezi düzenlediği bir özel müzeden veya özel koleksiyondan söz ediyoruz.

Benim anlamadığım şu: Neredeyse 30 yıldır orada duran o koleksiyon neden ansızın 2024 yılının 20 Mart sabahı polis baskınına konu oldu? Neden bunun adı ‘baskın’?

Korkum şu: İşin içinden başka bir şey çıkacak…