12-04-2024
İsmet Berkan

Yeni bir dünya geliyor ve Serdar Turgut gibi mutsuzların sayısı daha da artacak

Yeni bir dünya geliyor ve Serdar Turgut gibi mutsuzların sayısı daha da artacak

Seyretmediyseniz, Barack ve Michelle Obama çiftinin yapımcılığını üstlendiği, Oscar ödüllü belgesel American Factory’yi seyretmenizi öneririm. Dünyanın sanayi sonrası çağa geçişini bir Amerikan kasabası özelinde mükemmel anlatan bir film.

Evet, dünyamız sanayi sonrası çağa geçiyor. Nasıl sanayi devrimi bir günde ve ansızın olmadıysa şimdi ‘Bilgi Çağı Devrimi’ adı verilen devrim de bir günde olmadı, 60’lı yılların sonunda başladı, bugün itibariyle hala devam ediyor.

Ne demek sanayi sonrası çağ? Ne demek bilgi çağı devrimi?

Bu sorulara cevap vermezden önce kısa bir hatırlatma yapayım: 

‘Devrim’den kasıt mevcut üretim ilişkilerinin ve elbette o ilişkilerin yarattığı ekonomi ile sosyal düzenin baştan aşağı değişmesi, tamamen yeni başka bir düzene geçilmesi.

Bu anlamda dünyamızda iki devrim oldu. 

Birincisi 10-12 bin yıl kadar önceki tarım devrimiydi. İnsanlar göçebelikten yerleşik düzene geçti, refah arttığı için nüfus patlaması yaşandı, böylece devlet adını verdiğimiz organizasyonlar ortaya çıkmaya başladı.

İkincisi bundan 250 yıl kadar önce başlayan sanayi devrimiydi. Tarımsal üretimin yarattığı ekonomi oransal olarak küçüldü, yerini sanayi aldı. Nüfus patlaması yaşandı yine, çünkü refah arttı, ‘şehirleşme’ diye bir olgu ortaya çıktı, milliyetçilikten demokrasiye, siyasetin siyasi partiler eliyle yapılmasından insan haklarına kadar bütün yeni sosyal kontratların arkasında sanayi devrimi var.

Sanayi devrimini var eden şey bilimsel ve teknik ilerlemeler, adıyla söyleyeyim termodinamik kanunlarıydı. Ama bilim orada durmadı, devam etti. Atomun yapısının çözülmesi, atomu meydana getiren atomaltı parçacıkların ve kuvvetlerin keşfedilmesi, bunların matematiksel teorisinin ortaya çıkması, dün de söyledim 1927 yılını buldu.

Kuantum alan denklemleri bir sonraki devrimin habercisiydi. Nitekim bugün o denklemler sayesinde sahip olduğumuz elektronik endüstrisi vasıtasıyla bilgi çağı devriminin içinde yaşıyoruz.

Az önceki sorulara geri dönelim: Ne demek sanayi sonrası çağ? Ne demek bilgi çağı devrimi?

‘Sanayi sonrası çağ’ sanayi üretiminin öneminin ikinci plana düştüğü dönemin adı. Nasıl sanayi devrimi tarımsal üretimi ekonomik faaliyet olarak ikinci plana ittiyse bilgi çağı da sanayi üretimini ikinci plana itiyor.

Bu çoktan gerçekleşti aslında. Dünyanın en değerli şirketi Apple gerçekte tek bir fabrikaya bile sahip değil. Fabrikalar hep başkasının, onlar Apple lisansı ile üretiyor, ama katma değer sanayiye değil o lisanslamayı yapan bilgiyi üreten ana şirkete gidiyor.

Haydi Apple elektronik alanında yüksek teknoloji şirketi; gelin ‘düşük teknoloji’ye bakalım: Japonya menşeli hazır giyim devi Uniqlo’nun sahibi Fast Retailing’in şirket değeri 85 milyar dolara dayanmış durumda. Dünyanın dört bir yanındaki dükkanları kapısından giremeyeceğiniz kadar kalabalık, inanılmaz satış rakamlarına sahip şirketin tek bir fabrikası yok. Sattığı bütün ürünleri başkalarına ürettiriyor ama parayı o kazanıyor.

Onlarca sektörden böyle yüzlerce şirket örneği verebilirim size. Tek bir üretim tesisi, tek bir fabrikası bile olmayan ama ‘sanayi ürünü’ satan şirketler.

Gerçek şu ki, bu şirketler sanayi veya teknoloji şirketi falan değil. ‘Bilgi’ şirketi bu şirketler. Bilgi üretiyor, bilgilerini satılabilir forma getiren tasarımlar yapıyor ve aslında onu satıyorlar.

Bir zamanların dev sanayi şirketleri bu düzen içinde birer taşerona dönüşüyor; bilgi şirketleri ise yavaş yavaş her şeyin sahibi olmaya doğru ilerliyor.

Türkiye’nin dev sanayi şirketi Arçelik/Beko ürettiği onlarca üründen elde ettiği katma değerden çok daha fazlasını bu üretimi yapabilmek için bilgisini kullandığı şirketlere lisans bedeli olarak ödüyor.

Türkiye’de zaman zaman ‘ihracatımızın kilo değeri’ diye bir lafa denk geliyor olabilirsiniz, Türkiye İstatistik Kurumu da zaten düzenli olarak ‘İhracat ve ithalat miktar endeksi’ yayınlıyor. Bu bir şirketin veya ülkenin yarattığı değeri hesaplamanın çok ilkel biçimi. Ürettiğiniz ürünün ağırlığıyla değeri arasında bir ilişki kuruyor ama bu ilişki aslında hiçbir anlam ifade etmiyor. Doğrusu ürettiğiniz ürünün içindeki bilgi miktarını ölçmek ve o bilginin sahipliğini saptamak olmalı.

Bilgi ekonomisi ve bilgi çağı devrimi bu. Konunun bilgisayarlarla ilişkisi son derece sınırlı. Mesele, bilgi üreten insan.

Şimdi bu ekonomi yapay zeka sistemleri aracılığıyla el arttırmaya hazırlanıyor. Ama bunu anlatmaya başlamazdan önce bazı saptamalar yapmak lazım:

Az önce söyledim, tarım devrimi ve sanayi devrimi beraberinde nüfus artışı getirdi; çünkü her iki devrim de kol emeğine ihtiyaç duyuyordu ve refahı arttırıyordu.

Ama şimdi içinde yaşadığımız bilgi çağı devrimi hiç öyle bir ihtiyaç duymuyor; hatta tam tersine çalışacak insan sayısını mümkün olan en aza indirmeyi hedefliyor. Refahı ise çok daha küçük azınlıklar için arttırıyor; çünkü herkesin becerebileceği kol emeğine değil sadece az sayıda insanın yapabileceği beyin emeğine ihtiyaç duyuyor.

Daha fenası şu: Sanayi üretimi de artık robotlarla yapılıyor, çünkü ürettiğiniz sanayi ürünün yarattığı katma değer artık çok azaldı. Bu ürünlerden elde edeceğiniz kârı arttırmanın yolu üretimde kol emeği değil makine kullanmak. Üstelik makineler hem daha hızlı hem de insana göre daha kusursuz iş yapıyor.

Dün burada ‘Durdurun zamanı inecek var… Serdar Turgut inmek istiyor’ diye yazdım; Serdar’a haksızlık ettiğimin farkındayım ama o nasıl beni bir şeyi anlatmak için sembol olarak seçiyorsa, ben de onu seçtim. Dünya üzerinde milyarlarca Serdar var. Zamanın hızlı ilerlemesinden, bilimsel ve teknolojik gelişmelerden şikayetçiler; çünkü yeni dünyada kendilerini ‘işe yaramaz’ hissediyorlar; işsiz kalıyor, amaçsız, hedefsiz ve geleceksiz kalıyorlar.

Serdar da, o milyarlarca insan da şikayet etmekte, endişe etmekte sonuna kadar haklı. Ama ufukta şikayetlerini giderecek bir şey görünmüyor. O yüzden dünyada mutsuzluk artıyor, korkarım daha da artacak.

Üstelik bilgi çağı devrimi kendisini yaratan bilgi işçilerine de acımıyor. Yapay zekanın son 20 yılda kat ettiği mesafe, makine öğrenmesi adlı yöntemin başarısı kol emeğini değil bilgi emeğini tehdit ediyor en önce.

Örneğin sigorta şirketleri eskiden aktuerya hesapları denen hesapları yapmaları için matematikçi istihdam ederdi. Bu yüksek bilgi seviyesindeki, hepsi de üniversite mezunu insanlar gayet mekanik bir iş yapıyordu. Şimdi o işi algoritmalar yapıyor; yani en önce matematikçiler işsiz kaldı.

80’lerin, 90’ların çok yüksek gelir elde ettiği için kıskançlıkla izlenen insanlarıydı borsalarda alım satım yapan ‘trader’lar, hatta onlar hakkında filmler bile çekildi. Bugün çoğu işsiz, onların işini algoritmalar yapıyor.

Bilgi ekonomisinin ve bilgi çağı devriminin yapay zeka sayesinde el arttırması dediğim şey bu. Yeni kapitalizm yapay zeka sayesinde ilave ‘verimlilik’ elde etme peşinde ve bunu yapıyor da zaten.

Bakın, yapay zeka artık bilgisayar programı parçası yazıyor. Bu uzmanlık gerektiren ama tekrara dayalı mekanik işi dünya yakın zamana kadar çoğunlukla Hindistan’daki yüzbinlerce yazılımcıya yaptırırdı; şimdi onlara sipariş edilen iş miktarı her gün biraz daha azalıyor.

Türkiye 250 yıl önce başlayan sanayi devrimini fena halde ıskalamış, bu sebeple gelişip zenginleşen Batı ülkeleriyle arasındaki farkı 20. yüzyılda Cumhuriyet aracılığıyla kapatmaya uğraşmış, ama kapatamamıştı. Şimdi bilgi çağı devrimini de ıskalıyoruz. İşi sadece bilgi üretmek olan çok az şirketimiz var.

Sanayi ve Teknoloji Bakanlığımız marifetmiş gibi ulusal hedef olarak ‘Endüstri 4.0’ı belirledi. Endüstri 4.0, yani sanayinin robotlaşması.

Onu bile başaracağımız şüpheli ama esas hedef, bilgi ve tasarım şirketi sayısını arttırmak olmalıydı.

Tabii bilgi ve tasarım şirketi sayısının artması için önce ortada ‘bilgi’ olması gerekiyor, yani üniversite.

Gelin, yarın üniversitemizin yeni bilgi üretip üretmediğini konuşalım.

İyi Parti milletvekilleri ne olacak?

İyi Parti milletvekilleri ne olacak?

Meclis’te İyi Parti’nin 38, Saadet ve Gelecek Partileri’nin 20, Deva’nın 15 ve Demokrat Parti’nin üç milletvekili var.

Seçim sonuçlarının yarattığı en büyük belirsizlik bu 76 milletvekilinin mensup olduğu partilerin seçimde yok olma derecesine inmiş olmasından kaynaklanıyor.

Bekleneceği gibi ilk büyük karışıklık İyi Parti’de oldu. Partinin genel başkanı Meral Akşener seçimli olağanüstü genel kurula gitmeye karar verdi. Bu genel kurulda Akşener aday olmayacak, ama zaten benim anladığım parti tüzüğü de aday olmasına engel, yani istese de (tüzük değişmedikçe) olamaz.

Akşener’in bu kararı ilginç biçimde muhalefetin içinde yankılandığından daha çok Cumhur İttifakı’nda yankı buldu. Örneğin MHP lideri Devlet Bahçeli daha önce son derece ağır ifadelerle eleştirdiği Akşener’den genel başkanlığı bırakmamasını istedi. Cumhur İttifakı’nın bir başka bileşeni olan Büyük Birlik Partisi de aynı şekilde, Akşener’in kalmasını istiyor.

İyi Parti büyük ölçüde MHP’den kopan eski ülkücüler tarafından ama temelde ‘merkez sağ parti’ olmak için kuruldu. Ama 14 Mayıs seçimine giderken bu partinin listesinde merkez sağ isimler elendi, yerlerine daha da ülkücü bir kadro geldi.

Bu kadroların MHP ve kısmen de BBP ile akrabalık/hısımlık bağı olduğu görülen bir gerçek.

Parti içinde Meral Akşener’in koltuğuna şimdilik üç aday var; adayların tamamı ülkücü kökenli. Genel başkan kim olursa olsun ağırlığın Türk milliyetçiliğinden yana olacağını şimdiden söyleyebiliriz yani.

Eğer bu parti milliyetçi kalacaksa, ki kalacak gibi duruyor, MHP ile bundan sonraki rekabetini nasıl yapacağı belirsiz; çünkü seçmen tabanı ayağının altından kaydı gitti. Dolayısıyla gelecekte İyi Parti ile MHP arasında kaçınılmaz bir yakınlaşma beklenebilir aslında.

Ama işte Bahçeli’nin çıkıp Akşener’e ‘Bırakma’ demesi, ‘Dağılmayın’ demesi başka başka ihtimaller de olduğunu akla getiriyor ister istemez.

Meclis aritmetiği son derece önemli olacak önümüzdeki dört yıl boyunca. Meclis’teki kaymalar (ki kalabalık kaymalar da olabilir) birden fazla dengeyi değiştirici nitelikte olabilir.

O yüzden, şimdilik cevabı bilmemekle birlikte soruyu sormak anlamlı: İyi Parti milletvekilleri ne olacak?