13-04-2024
İsmet Berkan

Üniversitesine yüksek lise muamelesi yapılan bir ülke bilgi çağını yakalayabilir mi?

Üniversitesine yüksek lise muamelesi yapılan bir ülke bilgi çağını yakalayabilir mi?

Bundan 100 yıl önce, 1927’de Werner Heisenberg adlı bir Alman ve Erwin Schrödinger isimli bir Avusturyalı fizikçi birbiri ardı sıra kuantum mekaniğinin en temel bilmecesini çözme yolunda çok önemli bir buluş yaptı. 

İkisinin aynı şeyi bulmuştu ama yöntemleri ve kullandıkları matematik farklıydı. Fizikçiler 100 yıldır daha kullanışlı olduğu gerekçesiyle Schrödinger’in kuantum alan teorisi denklemini kullanıyor.

Bu denklem atomun içindeki elektronun o an nerede bulunabileceğine dair ihtimalleri söyler bize.

Elektronun o an bulunabileceği yerlerle ilgili tahmin yapabiliyor olmak ama elektronun yerini kesin biçimde bilememek fizik biliminin temelini krize soktu; 100 yıldır o krizden çıkılmış değil. Yani denklem çözdüğünden daha fazla soruna sebep oldu aslında, ama o sorunları konuşmak için yazmıyorum bu yazıyı.

Ancak fizikte böyle derin bir kriz yaşanıyor olması diğer bilim dallarının ve özellikle de teknolojinin krize girmesini gerektirmiyordu. Heisenberg ve Schrödinger insanlığa öyle büyük bir sıçrama yaptırmıştı ki dünya bu sıçramanın meyvelerini bugün de toplamaya devam ediyor. 

Tıptan biyolojiye, kimyadan genetik bilimine ve bilgisayar bilimlerine kadar son 100 yıla ait bütün büyük gelişmeleri, türlü çeşitli mühendislik dallarının geliştirdiği uygulama ve teknolojileri hep bu iki fizikçinin insanlığa yaptırdığı sıçramaya borçluyuz. 

Atomaltı dünyayı iyi kavramadan bugün ne bilgisayar çipi yapabilirsiniz ne de yeni bir ilaç üretebilirsiniz. Ne teşhis için MR ve PET Scan gibi cihazlarınız olur ne uzayda teleskoplarınız. Ne cep telefonlarınız olur ne yapay zekanız.

Hızı bütün dünyaya baş döndürücü gelen bilimsel ve teknolojik gelişmenin, bütün dünya ekonomisinde yaşanan dönüşümün temelinde kuantum mekaniği yatar.

Dün de anlatmaya çalıştım, günümüzde anlamlı ekonomik üretim artık bilgi üretimi. Çünkü bilgi çağı devriminin içindeyiz, dünyamız tepeden tırnağa değişiyor.

Peki bu bilgi üretimi konusunda acaba ülkemiz ne durumda?

Kendimden örnek vereyim: Ben liseyi 1981 yılında bitirdim. Fizik favori derslerimden biriydi, ama liseyi bitirene kadar kuantum diye bir şey de, özel ve genel görelilik teorisi diye bir şey de görmedim. Benim zamanımda fizik eğitiminde aktarılan bilgi Newton’da (1687) kalmıştı. Maxwell’in elektro manyetik kuvveti açıklayan denklemlerini bile görmedik. Bizim lise fizik dersi 20. yüzyıla bile ulaşamamıştı.

Neyse ki bugün durum böyle değil. Üç yıl önce liseyi bitiren oğlum kuantum mekaniği ne kelime, kuantum alan denklemleri bile çözdü derste. Ama o da bunu uluslararası bir diploma programı olan IB’nin müfredatı içinde yaptı, MEB müfredatı nasıl bilmiyorum.

Ama bir şey değişmez, çünkü müfredatın önemi bir yere kadar. Hepimiz Türkiye’de eğitim kalitesinin içler acısı halini uzun yıllardır biliyoruz ve bu kalite artmak bir yana sürekli düşüyor. Son PISA sınavında kısmi bir başarımız var diye sevindik ama hala OECD ülkeleri ortalamasının çok gerisindeyiz maalesef.

Üstelik bu gerileme hali ilkokul, orta okul ve lise seviyesiyle de sınırlı değil. Maalesef üniversitelerimiz de fena halde gerilemiş durumda son 20 yılda. Gabar dağında bulunan düşük kapasiteli bir petrol rezerviyle bile övünmeyi başaran iktidarın eğitim söz konusu olduğunda olumlu bir tek cümle kurmaması boşuna değil. Sözü edilebilir bir uluslararası başarı olsa sağır sultanın bile bunu işitmesi sağlanırdı.

Maalesef ülkemizde dünya standardına yakın eğitime çocuklarını daha ana sınıfından itibaren özel okullara gönderebilecek kadar hali vakti yerinde aileler ulaşabiliyor (O da her özel okul değil, seçkin ve çok pahalı birkaç okul sadece). Dünya standardında üniversite eğitimine ise o ailelerin bile tamamı değil, sadece bir bölümü, çocuklarını yurtdışında okutacak kadar parası olanlar erişebiliyor.

Pek çok genç ailenin yurtdışına göç etme veya AB ülkelerinde oturma iznine sahip olma yarışına girmesinin en büyük nedeni bu: Çocuklarını Avrupa’da üniversiteye Avrupalıların ödediği fiyatla gönderebilme çabası. Çünkü Amerikan üniversitesinin ücreti çoğu yüksek gelirli için bile artık ödenebilir değil. En çok ortaokul-lise çağında çocuğu olanlar göç ediyor Avrupa’ya.

Çocuğunu okutabilmek, en azından onun da kendisininki kadar iyi ve onurlu bir hayata sahip olmasını sağlamak isteyen aileler hep yüksek eğitimli, uluslararası geçerliği olan mesleklere sahip aileler. 

Yani Türkiye’nin yaşadığı kayıp iki katmanlı: Birinci katmandaki eğitimli, Türkiye’de belki de bilgi ekonomisi kurulmasında, bilgi satan şirketlerin ortaya çıkmasında rol oynayacak genç nesiller bu kapasiteleriyle yurtdışına gidiyor. İkinci katmanda ise onların iyi bir eğitim alıp bilgi ekonomisinde rol oynayacak çocukları var, onlar da göç ediyor. Ülke kalitesiz (kalitelisi de çok pahalı) eğitimi yüzünden en seçkin beyinlerini kaybediyor.

Türkiye üniversitesi bu halde olmasa, bu kadar geri düşmese, bu kadar zamanın dışında olmasa bu göçün önemli bölümü de olmazdı belki. Dünya seviyesinde bilim yapan hiç değilse iki üç üniversitemiz olsaydı o bile fark yaratırdı. Ama hayır. İşte en son, Boğaziçi de paçalarından aşağı çekildi ve vasatlaştırıldı.

Bu bir kısır döngü. Ülkemizde üniversite olduğunu, temel işlevinin eğitimden çok araştırma ve bilim yapmak olduğunu unutmuş, her yıl 1,5 milyon öğrenciyi alıp absorbe etmek için oluşturulmuş ve bu yüzden iyimser bir isimlendirmeyle yüksek liseye dönüşmüş devasa bir kurum var.

Oysa temel bilim araştırmasının yapılmadığı, uluslararası dergilerdeki yegane makalelerin buradaki akademisyenin yurtdışındaki arkadaşı Türk akademisyenle birlikte yazılabildiği, temel bilimlerde İran’ın gerisinde olan ve Suudi Arabistan’ın gerisine düşmek üzere olan bir ülkeyiz.

Dün de yazdım, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı kendine hedef olarak ‘Endüstri 4.0’denen şeyi, yani bilgi çağı devriminin fason üreticisi olmayı seçmiş bir ülke burası. Yabancılar kendi robotlarıyla gelip burada fabrika kurmadıkça bence o hedefi tutturmak bile imkansıza yakın.

Türkiye bilgi çağı devrimini de göz göre göre ıskalıyor. Oysa bu yazının başında özellikle fizik bilimindeki krizi yazdım. Bilimdeki bu duraklama hali bizim gibi geriden gelen ülkelere aradaki mesafeyi kapatmak için bir imkan yaratıyor. 100 yıldır açık olan bu fırsat penceresini biz kullanmadık.

Yarın öbür gün bilim fizikteki bu krizi aşacak ve bizim için aradaki farkı kapatmak iyice imkansızlaşacak.

Antalya’daki tüyler ürpertici facia

Antalya’daki tüyler ürpertici facia

Elimde değil dün akşamdan beri aynı şeyi düşünüyorum: Teleferik vagonuyla yere çakılmak mı daha kötü, saatlerce havada asılı kalmak mı?

Yanlış anlamayın, Antalya’da yaşanan faciada yere çakılan vagonda bir kişi öldü, yedi kişi yaralandı, asla onların yaşadıklarını küçümsemiyorum. Ama bir de havada asılı kalan 25 vagon ile onların içindeki 184 kişi var.

Bu sabah bu yazıyı yazarken o 184 kişinin yarıya yakını hala kurtarılmayı bekliyordu. Filmleri aratmayan kurtarma görüntüleri vardı; helikopterlerden iplerle sarkarak inen kurtarma görevlileri yerden yüzlerce metre yükseklikteki vagonlardan insanları birer birer alıyor, kurtarmaya çalışıyordu. İnsan üstü bir gayret vardı.

Antalya’nın eski limanının çok yakınından, hemen Konyaaltı Plajının arkasından hareket eden teleferik 600 metre yükseklikteki Tünektepe adlı seyir terasına yolcu götürüp getiriyordu. Yukarıdaki seyir terasına uzun yıllar önce bir kez götürülmüştüm (otomobille), burası sahiden manzarası çok güzel bir yer. Bütün şehir ayaklarınızın altında.

Bayram tatili nedeniyle bir hayli kalabalık olan şehirde bu teleferikte aynı anda 200’e yakın insan olması hiç de şaşırtıcı değil. Çünkü bu teleferik Antalya şehir merkezinin en renkli turistik atraksiyonlarından biri.

Bu kadar meşgul, bu kadar çok çalışan bir teleferiğin güvenli olmasını da beklersiniz. Ama bakın dün bir direği devrildi ve bu facia yaşandı.

Hiç kuşkusuz bir soruşturması olacak, facianın neden yaşandığı ortaya çıkacak ama bu aşamada önemli olan neredeyse bütün Türkiye’nin arama kurtarma için seferber olmuş olması. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya sabaha kadar devam eden çalışmaları birebir izledi, Silahlı Kuvvetler dahil bütün kurumlar alarmda ve çalışıyor.

Umarım herkes sağ salim kurtulur bu kabustan.