18-04-2024
İsmet Berkan

Herkesin aklındaki soru: Enflasyonla mücadele için faiz artışı dışında bir şey yapılacak mı? 

Herkesin aklındaki soru: Enflasyonla mücadele için faiz artışı dışında bir şey yapılacak mı? 

Dikkatlerden kaçan bir gelişmeyi ben bugün Erdal Sağlam’ın yazısından öğrendim.

Merkez Bankası 1 Nisandan bu yana rezervlerini 12 milyar dolar arttırmış. Bunu bankalara olan ‘swap’ borçlarını azaltarak yapmış.

Erdal Sağlam bu sayede Merkez Bankası’nın piyasadaki fazla TL likiditesini de emdiğini, bunun da bankaları olması gerektiği gibi mevduat faizlerini arttırmaya yönelttiğini söylüyor. Sağlam’ın aldığı bilgiye göre bir özel banka bir hafta önce yüzde 45 faiz önerdiği bir mevduata dün yüzde 55 vermiş.

Esasen faizin yükselmesi, üstelik de yüzde 55 olması sevinilecek bir şey değil, ama biz seviniyoruz. Çünkü bir ihtimal, faizlerin bu seviyeye gelmesi sayesinde insanlar paralarını harcamak yerine bankada değerlendirmeyi tercih edebilir, harcama eğiliminin düşmesi sayesinde fiyatların genel seviyesindeki yükselme eğilimi de yavaşlar.

Gerçi daha birkaç gün önce Karar gazetesinde İbrahim Kahveci’nin çok çarpıcı bir başka yazısı vardı tüketim eğiliminin nasıl faizden bağımsız, hatta artan fiyatlardan bile bağımsız arttığını gösteren.

Kahveci’ye göre Türkiye’de yüksek gelirli bir kesim hiçbir şart altında tüketmekten, üstelik de ithal lüks ürünleri tüketmekten geri kalmıyordu. Üstünde yüzde 200 vergi olan otomobillerin satışının hız kesmek bir yana artmaya devam ediyor olması yazısında sunduğu kanıtlardan biriydi. Tüketim malı ithalatında engellenemeyen artış cari açığın düşmesini de yavaşlatıyordu.

Zengin fakir fark etmeden halkın tüketimini sınırlamak enflasyonla mücadelenin olmazsa olmazı. O yüzden faizlerin yüksek kalması, bu sayede ürün ve hizmet fiyatlarındaki artış hızının yavaşlatılması gerekiyor, Merkez Bankası da elindeki silahlarla bunu yapmaya çalışıyor.

Bu tamam ama enflasyonla mücadele için tek başına bu yetmez. Tüketimi kısma işine toplumun bütün kesimlerinin katılmasının sağlanması gerek. Yani bir yandan bu vergiden, faizden vs etkilenmeden ithal ürün tüketen yüksek tüketimi güçlü kesimin, bir yandan da devletin tüketim harcamalarını kısması gerek.

Seçim bittiğinden beri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’a, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’ten başka hükümet yetkililerine kadar herkes bize ‘Önümüzde seçimsiz dört yıl var’ diyor, enflasyonu düşürecek ekonomi politikasının kararlılıkla uygulanacağını söylüyor.

Çok güzel ama neden ‘dört yıl seçim yok’ vurgusu yapılıyor? Bu vurgunun yapılıyor olması bile ‘Biz seçim ekonomisi uygulayıp seçmenin oyunu sizin paranızla ve refahınız pahasına satın almaya çalıştık’ itirafı değil mi? Bu yılın sonunda Amerika’da seçim var. Mevcut Başkan Joe Biden’ın seçim ekonomisi uyguladığını, seçimi kazanmak uğruna enflasyonla mücadele programını gevşettiğini duydunuz mu? Üstelik orada yıllık enflasyon yüzde 3,5; bizim aylık oranımız bile daha yüksek.

Gerçek şu ki, epey bir zamandan beri kamu kendisini Türkiye’den daha zengin zanneden bir tutum içinde; aşırı harcıyor. Şu talihsiz jakuzi tartışmasıyla gündeme gelen Sancaktepe Belediyesi bir örnek. Bu belediyenin belediye başkanlık binasının kendisi sorun zaten. Bu bina yerine daha mütevazı bir bina yapılsa, belediye daha az borçlansa ne olurdu? (Evet, binanın kendisi belediyenin borç alarak bulduğu parayla, yani el kesesinden yaptırıldı).

Belediyeyi geçtim; bakanlıklar ve kamu kuruluşları bir süredir araç satın almak yerine kiralama yoluna gidiyor. Kiralanan araç filolarının kira yenilenme vakti geldikçe de yeni araç kiralamaya devam ediyor. İbrahim Kahveci’nin ilk üç ayda satıldığını hesapladığı ithal araçlardan kaçını bu oto kiralama şirketleri satın alıp devlete kiraya verdi acaba?

Yakında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Amerika’ya NATO toplantısına gidecek. Giderken kaç uçak kalkacak? Erdoğan’ın makam araçları ve koruma araçları buradan ABD’ye uçakla götürülecek mi? Erdoğan orada üç dört gün büyükelçinin makam aracıyla yolculuk yapsa ne kaybeder? Zaten çok kısa mesafelerde hareket edecek.

Kamu kesimi bütçe harcamalarında anlamlı bir kısıtlamaya, tasarrufa girişmeden Türkiye’de vatandaşı enflasyonla mücadele edildiğine inandırmak çok kolay değil. Gerekirse itibardan bile tasarruf edip bu inancı yaymaya yardımcı olmak Cumhurbaşkanı’nın görevi değil mi?

Mehmet Şimşek şu anda ABD’nin başkentinde IMF ve Dünya Bankası’nın yıllık toplantılarında. Dün Uluslararası Finans Enstitüsü’nün düzenlediği bir panelde konuşmuş, ‘Maliye politikasıyla merkez bankasının enflasyonla mücadele çabalarını desteklemeye devam edeceğiz’ demiş. Yani aslında maliye politikası destek veriyormuş enflasyonla mücadeleye, daha da vermeye devam edecekmiş.

Bizim bilmediğimiz bir şey biliyor olmalı Şimşek.

Bize de, bütün dünyaya da açıkladığı tek ekonomik program Orta Vadeli Program. OVP’nin hedefleri var ama o hedeflere nasıl ulaşılacağına dair yol haritası kamuyla paylaşılmadı, yol haritasını herkes kendi tahminleriyle ve ‘Olsa olsa şöyle olacaktır’ akıl yürütmesiyle bulmaya çalışıyor.

OVP’nin yumuşak karınları var. Bunların başında bütçe açığı geliyor; acaba açık OVP’de tahmin edilen kadar mı gelecek? Şu anda gidiş bu hedefin aşılacağı yönünde. Bir başka yumuşak karın kur hedefleri. 2024 için o hedef de aşılacak gibi duruyor. Son olarak enflasyon hedefi var. Bu yıl için yüzde 36’lık hedefin tutturulacağına inanan kalmadı. Oysa enflasyon yüzde 36 değil 40 gelse hedeften yüzde 10 gibi ciddi bir oranda sapmış olacaksınız. Kaldı ki piyasada tahminler yüzde 45’ten başlıyor, yukarı doğru gidiyor.

Mehmet Şimşek’in geçen yılki ilk vaatlerinden biri ‘şeffaf ve öngörülebilir ekonomi politikası’ydı. Nerede o şeffaflık?

Erdoğan seçimi nasıl okudu?

Erdoğan seçimi nasıl okudu?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dün partisinin grup toplantısında konuştu ve seçime ilişkin kapsamlı değerlendirmesinin ilk bölümünü yaptı.

Erdoğan bu değerlendirmede partisine moral vermeyi seçti, bu anlaşılabilir bir tutum. Moral verirken ‘Seçimi Cumhur ittifakı yüzde 40,5 oy alarak birinci tamamladı’ demesi dışında gerçekçiydi Cumhurbaşkanı. ‘Yiğit düştüğü yerden kalkar’ dedi, Fatih Terim’den alıntıyla ‘Biz bitti demedikçe bitmez’ diye de ekledi.

Erdoğan bunu yaptı, çünkü partisindeki yenilmişlik hissi büyüktü, bu moral çöküntüyü durdurmak onun görevi. 

Ancak moralleri düzeltmek bir yere kadar işe yarayacak bir şey; esas önemlisi oy kaybındaki, seçmenin sandığa gitmemesindeki esas nedenleri bulmak ve onlara çare üretmek. 

Erdoğan’ın bu teşhislerini ve kendi tedavi önerilerini grup toplantısında dile getirmesini beklemek gerçekçi olmayabilir; bunlar partinin kapalı toplantılarında konuşulacaktır.

Seçimden sonra Ak Parti’nin MKYK’sında Erdoğan’ın yaptığı konuşma neredeyse satır satır dışarı aktarılmıştı; bakalım ikinci konuşma ve samimi değerlendirmelerle çözüm önerileri benzer şekilde sızdırılacak mı?

Erdoğan’ın gölgesinde yönetim varken…

Erdoğan’ın gölgesinde yönetim varken…

Ak Parti içinde bir ıstakoz tartışması var biliyorsunuz. Bu tartışmanın başrol oyuncusu Şebnem Bursalı dün partisinin grup toplantısındaydı ve güler yüzlü bir fotoğrafı sosyal medyaya düştü (Bursalı dün Meclis’te Erdoğan’ın yanına gidip ‘Çok üzgünüm, özür dilerim’ demiş, Erdoğan cevap vermemiş).

Now TV aynı grup toplantısında eski Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın sosyal medyaya düşen bu Şebnem Bursalı görüntüsünü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’a gönderdiğini, Erdoğan’ın da ona cevap olarak ‘… çıkardılar’ yazdığını saptamış.

Bu öyle sıradan bir durum değil; çünkü aslında hiçbir resmi sıfatı olmayan Bilal Erdoğan’ın Beştepe’de, yani Türkiye’deki iktidarın merkezinde ne kadar önemli bir karar verici olduğunu bilmeyen yok. Mustafa Varank’ın Erdoğan ailesine yıllarca en yakından hizmet edenlerden biri olduğu bilindiği için Bilal Erdoğan ile arasındaki bu samimiyet de yadırganmamalı.

Burada mesele Varank ve Bilal Erdoğan’ın bir Ak Parti milletvekili hakkında dedikodu yapması değil, mesele bu dedikodunun Bilal Erdoğan’la yapılması.

Tayyip Erdoğan’ın yönetim üslubunun çok önemli bir sorunu bu: Gölgede duran, resmi sıfatı olmayan, olsa bile önemli sıfatları olmayan kişiler (ki bunlara Bilal Erdoğan dahil) zaman zaman Erdoğan adına tavırlar alabiliyor, kararlara aracılık edebiliyor. Hatta zaman zaman bu gölge karar mekanizmalarında iç kavgalar, çatışmalar yaşandığı bile duyuluyor.

Bu Tayyip Erdoğan’ın gölgesinde hareket eden yöneticilerin varlığı dalga dalga Türkiye’nin dört bir yanına yayılabiliyor, ‘Reis böyle istiyor’ dendiğinde akan sular durabiliyor. O istenen şeyden gerçekten Erdoğan’ın haberi oluyor mu, bu meçhul kalıyor.