28-05-2024
İsmet Berkan

Kemal Kılıçdaroğlu ‘Beni zorla aday yaptılar’ demiş…

Kemal Kılıçdaroğlu ‘Beni zorla aday yaptılar’ demiş…

Türkiye’de muhalefet, yani ‘Altılı Masa’ geçen yıl yapılan seçimi neden kaybetti, nasıl kaybetti?

Muhalefet, onun da ana parçası olarak CHP bu soruyu kendine sorduysa bile cevabını yeterince derinlemesine aramadı. Bence tembellikleri yüzünden değil daha fazla utanmak istemedikleri için aramadılar.

Oysa gerçeği bulmalı, bunun için utanmak gerekiyorsa utanmalıydılar.

Dışarıdan gözlem yaptığımda bana göre tek bir şey yol açtı muhalefetin seçimi kaybetmesine: Konuşmamak! Başka bir sürü sebep vardı ama ana mesele buydu: Diyalogsuzluk!

Oysa o muhalefet seçimden önce bir yılı aşkın süre boyunca her ay toplanmış, saatlerce ‘konuşmuş’tu ama buna rağmen ortada diyalog yoktu; herkesin ortak çıkarını maksimize edecek bir strateji yoktu.

Meral Akşener seçimden birkaç ay önce o masadan kalktığında herkes çok şaşırdı. Akşener kalkarken şunu demişti: ‘Aday meselesi ilk kez konuşulacaktı, bir baktım diğer liderler aralarında anlaşmış bile, bize aday ismi dayattılar.’

Hepimiz Akşener’e inanmakta güçlük çektik, öyle ya, sokak kedileri ve köpekleri bile biliyordu Kemal Kılıçdaroğlu’nun aday olacağını, Akşener ilk kez öğreniyor olamazdı.

Akşener yalan söylemiyordu, bir yıldan fazla süredir her ay en azından üç saatlik toplantılar yapan altı lider ilk kez adaylık konusunu konuşmuştu. Ama bu tabii gerçeğin yarısıydı. Madem Meral Akşener’in Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusunda kaygıları vardı, neden daha önceki toplantılarda konuyu açmamış, örneğin Kılıçdaroğlu’na dönüp ‘Siz aday mısınız’ diye sormamıştı?

Konuşup sormak dururken tahmin etmeye başlamak

Başta evlilikler olmak üzere insanlar arasındaki bütün ilişkilerde, buna şirketler içindeki iş ilişkileri de dahil, yaşanan bütün sorunların kaynağında karşılıklı açık açık konuşmamak yatar.

İnsanlar birbirleriyle konuşmak, merak ettiklerini karşıdakine sormak yerine tahmin yürütmeye başladıklarında ucu ayrılmaya, kavgaya varan anlaşmazlıklar da başlar. Aynı durum hepsi de evli barklı insanlar olan altı siyasi parti liderinin birden başına geldi işte. Odadaki fili açık açık konuşmadıkları için seçimde bu utanç verici sonucu aldılar.

‘Aday olmadım, aday gösterildim’

Kemal Kılıçdaroğlu seçimden hemen önce katıldığı bir YouTube programında salondaki bir gencin ‘Neden aday oldunuz’ sorusuna, ‘Ben aday olmadım, aday gösterildim’ diye cevap verdi. Ben o zaman bu cevabı çok eleştirmiştim.

Kılıçdaroğlu aynı konuya dün gece KRT adlı TV’de katıldığı canlı yayında yeniden girdi, partisinin bütün yetkili kurullarındaki herkesin ona ‘Bizim adayımız sensin’ dediğini söyledi, o zaman öyle diyenlerin sonradan kendisini eleştirmesini de ‘arkadan hançerlemek’ olarak nitelediğini anlattı.

Kemal Beyin aklına hiç mi gelmedi gaz verenlere dönüp sormak

Tamam, bütün parti bir araya gelip ‘Adayımız sensin’ demiş olabilir ama Kılıçdaroğlu’nun kendisinin aklına hiç mi gelmemiş ‘Acaba ben doğru aday mıyım’ diye sormak.

Unutmayın, Kemal Kılıçdaroğlu kendisine ‘Adayımız sensin’ denen toplantıların tamamına CHP Genel Başkanı sıfatıyla çıkıyordu. Kendisi benden çok daha iyi bilir: O makamdakilere halk ağzıyla söyleyecek olursak ‘gaz veren’ ve ‘yalakalık yapan’ bol olur.

Demek ki gerçekleri duymak yerine verilen bu gazlara inanmayı tercih etmiş. O gün ona gaz verenler herhalde bugün de Özgür Özel’e gaz veriyor, umarım o bu dolduruşlara gelmiyordur. Ama bence gelecek.

Tayyip Erdoğan’ın etrafındaki gaz verenler çemberi

Sanmayın ki bu gaz verme-dolduruşa gelme meselesi sadece muhalefete özgü bir durum.

Tayyip Erdoğan etrafından kendisine ‘Hayır’ diyebilenleri uzaklaştıralı çok oluyor. Öyle olduğu için de iç politikadan dış politikaya, ekonomiden eğitime, kadın haklarından sokak köpeklerine hemen hemen her konuda yanlış yapıyor, çünkü siyasetini istişareyle oluşturmaktan vazgeçti.

Oysa iktidarın da, muhalefetin de, şirketlerin de, derneklerin de yöneticilerinin ‘Bu dediğiniz olmaz, çünkü…’ diye cümleye başlayan insanlara ihtiyacı vardır.

Dün muhalefet kendi arasında konuşur gibi yapıp aslında hiç konuşmadığı, hiç istişarede bulunmadığı için Mayıs 2023 seçimini kaybetti. Bu seçimi neden kaybettiğini de adam akıllı araştırıp ders çıkartmadı, onun yerine avunmayı tercih etti.

Bugün aynı şeyi Tayyip Erdoğan yapıyor; 31 Mart seçimini kaybetme sebepleri arasında kendisinin istişare etmeden, tepeden verdiği kararların yol açtığını söyleyenlere kulaklarını kapatıyor, hatta onlara açık açık kızıyor.

Dediğim dedikçilik liderlik demek değil

Eğer bir organizasyonda (partide, şirkette, kulüpte, dernekte, evlilikte) herkesin açık açık görüşünü söylemesine, eteğindeki taşları dökmesine özel olarak imkan yaratılmıyorsa o organizasyon başarılı olamaz.

Lider, liderlikle dediğim dedikçiliği karıştırdıkça başarısızlık da garantidir.

Kemal Kılıçdaroğlu bunun yaşayan örneği.

Bir kez daha: Köpeklere kıymayın efendiler!

Bir kez daha: Köpeklere kıymayın efendiler!

Memleketin onca sorunu varken biz neden sokak köpeklerini konuşuyoruz?

Örneğin milyonlarca çocuğumuzun hayatını ve ülkemizin geleceğini yakından ilgilendiren eğitim müfredatı dün bir basit imzayla yürürlüğe girdi, doğru dürüst tartışılmadı, konuşulmadı, müfredatın içeriğine dair hurafelerle gerçekler bile birbirinden ayırt edilemedi. Ama gündem müfredat değil sokak köpekleri.

Sokak köpeklerini konuşuyoruz; çünkü 21 yılda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı, söyledikleri akıl dışı, hatta çılgınca bile olsa ciddiye almayı öğrendik. Bu sefer de Tayyip Erdoğan partisine ‘Neden ağırdan alıyorsunuz, çözün sokak köpekleri konusunu’ diye talimat verdi. O yüzden konuyu ciddiye alıyoruz.

Şunu bilmiyoruz: Türkiye’de kaç sokak köpeği var? Tahminler 8,5 milyondan başlıyor, 10 milyonun üstüne kadar çıkıyor.

Bu kadar köpeği yakalamak da, bir yere koymak da, öldürmek de imkansızın peşinde koşmak demek. Yani çılgın bir proje.

Ama tabii insanın tüyleri diken diken oluyor: En az 8,5 milyon sokak köpeğini öldürmekten bir an tereddüt etmeden söz eden, bunu ciddi ciddi öneren, önermesi yetmez kamuoyu önünde açıkça savunanlar var.

Bunu yapmayı düşünmenin bile nasıl bir kara leke olduğunu, nasıl bir soykırım olduğunu akıllarına bile getirmiyorlar.

‘Ama Batı ülkeleri böyle yapıyor’ diyorlar. Hayır, ‘Batı ülkeleri’ diye bir şey yok; her ülkenin kendine göre uygulaması var. Ama evet, bazı Batı ülkeleri belirli şartlar altında köpekleri öldürüyor, doğru.

Fakat oradaki sokak köpeği sorunu ile Türkiye’deki sokak köpeği sorunu aynı değil. Diyelim Fransa’da kaç sokak köpeğinden söz ediyoruz? Belki birkaç yüz. Oysa, diyorum, Türkiye’de tahminler 8,5 milyondan başlıyor, 10 milyonun üstüne kadar gidiyor.

İkinci önemli konu şu: Her fırsatta gelenekten, görenekten, tarihle olan bağın sürmesinden, kültürel süreklilikten söz eden muhafazakar iktidar sokak köpeklerinin bu ülkenin ve bu toprakların kültürü olduğunu unutuyor. 

Biz tarih boyunca sokak köpekleriyle ve kedileriyle iç içe yaşamış, onlara sevgi vermiş sevgi almış bir kültürüz. ‘Geçmişin en büyük hataları’ diye sorduğunuzda onca siyasi askeri pişmanlığın yanında listedeki bir maddenin 1910’da İstanbul’da yapılan büyük köpek katliamı olması boşuna değil. Biz bu sebeple İstanbul’daki bir adanın adını değiştirdik, ona ‘Hayırsız Ada’ diyoruz artık, daha ne olsun.

Ama bir şeyi de inkar edemeyiz: Sokak köpeklerinin bu kadar çoğalması her şart altında sorun.

Ortaya böyle bir sorun çıkmasının yegane müsebbibi de kendilerine kanunla verilmiş görevi yapmayan belediyeler.

Çözüm öteden beri belli: Sokakta küpesiz köpek bırakmamak, hepsini aşılayıp, kısırlaştırıp küpelemek ve yeniden sokağa bırakmak, sonra da yakından izlemek.

Meclis bu konuya el atacaksa tek yapması gereken şudur: Vatandaşa sokaktan hayvan sahiplenmeyi teşvik etmek, sokağa evcil hayvan terk etmeyi ise ağır biçimde cezalandırmak.

Geçen gün söylediğimi bir kez daha tekrar edeceğim: Köpeklere kıymayın efendiler!