09-07-2024
İsmet Berkan

‘Aydın Bey dergi grubunu da sattı’ haberi gelince aklımdan geçenler

‘Aydın Bey dergi grubunu da sattı’ haberi gelince aklımdan geçenler

Yaşım 8-9 olmalı. Annem Necla Tümay Berkan o zamanlar Haber adlı bir gazetenin yazı işleri müdürüydü. Yani bir numaralı yöneticisiydi gazetenin.

Haber gazetesi Cağaloğlu’nda Nuruosmaniye’de Şeref Efendi Sokak’taydı. Bilen bilir, bu sokak Nuruosmaniye Caddesi’nin deniz istikametine doğru bir alt paralelidir. Haber gazetesinin binası Milliyet Gazetesi’nin eski binasıydı. Ercüment Karacan Milliyet gazetesi için 50-60 metre ötede, Nuruosmaniye Caddesi üstünde gösterişli ve modern bir bina yaptırmıştı, eski binayı da artık Haber gazetesi kullanıyordu.

Ben Haber’e de, Milliyet binasına da çok girdim çıktım annemle. Sonra 1979 yılının Kasım ayında, henüz 15 yaşında bir çocuk olarak o Milliyet binasında, fotoğraf servisinde stajyer olarak gazeteciliğe başladım. Ama karanlık odada durmayı çok sevemedim, hemen ertesi yaz Cumhuriyet gazetesinde spor servisinde mesleğe devam ettim.

Milliyet’in fotoğraf servisindeyken haberim yoktu tabii, meğer o sırada Ercüment Karacan Milliyet’i Aydın Doğan’a satmış. Aydın Bey nasıl özel bir iş koluna girdiğinin ve bu girdiği yeni endüstride nasıl özel bir markaya sahip olduğunun farkında, genç bir iş insanı olarak aylar boyunca gazete binasına ancak gözlemci olarak gidip gelmişti, kimse onun patron olduğunu bilmiyordu. Şimdiki patronlar gibi züccaciyeci dükkanındaki fil gibi davranmıyor, önce yaptığı işi öğrenmeye çalışıyordu.

O dönem Milliyet’te çalışan gazeteciler Aydın Doğan’ı tam da bu sebeple, yani yaptıkları işe saygı gösteren bir patron olduğu için çok sevdi. Aydın Bey de onları sevdi, birlikte çalıştığı gazetecileri hep ‘arkadaşları’ olarak gördü, en çok gazetecilerle vakit geçirmekten hoşlandı. Bugün de öyledir. Aydın Doğan’ın etrafındaki arkadaşlarının pek azı gazeteci olmayan insanlardır.

Ben 1996 yılından 2017 yılı başına kadar dolu dolu 20 yıl Aydın Doğan’ın gazete ve televizyonlarında çalıştım, yöneticilik ve yazarlık yaptım. 

Aydın Beyden önce patron olarak Nadir Nadi’yi, Dinç Bilgin’i ve Ercan Arıklı’yı tanımıştım. Hepsi iyi patronlardı, ama Aydın Beyin yeri benim gözümde ayrıdır. Üstelik bütün bu patronlar arasında en fazla çatıştığım, en fazla fırça yediğim, en fazla sinirlenip istifaya kalkıştığım insan olmasına rağmen Aydın Bey insani özellikleri nedeniyle benim için bir çeşit baba gibidir.

Aydın Beyin aynı anda çok şapkası oldu, bugün de öyle. Bankası da vardı Aydın Beyin, enerji şirketi de, otomobil satış bayisi de, turizm girişimleri de… Ama bugün bile sorsanız Aydın Beye mesleğini, ‘Gazeteciyim’ der. 

Yapmaktan gurur duyduğu, çok da iyi yaptığı bir meslektir gazetecilik Aydın Beyin.

O yüzden ne 2018’de sahibi olduğu medya varlıklarının yüzde 99’unu satarken ne de dün o son kalan yüzde 1’in yarısına denk gelen dergi grubunu elinden çıkarırken mutlu olduğunu düşünmeyin Aydın Doğan’ın.

Aydın Bey Petrol Ofisi’ni veya Dışbank’ı satarken bir an tereddüt etmemiş, satışların ardından da üzülmemişti ama medya grubunu satmak hiç isteyerek yaptığı bir şey değildi.

Başbakan Tayyip Erdoğan ve Ak Parti iktidarı 2009 yılından başlayarak Doğan Grubu’nu ağır vergi cezalarıyla baskı altına almıştı. Grubun toplam 500 milyon dolarlık bir işlemine kesilen vergi cezaları o zamanın dolar kuruyla 4,5 milyar doları buluyordu.

Cezaların kesilmesinin ardından uzun bir hukuki süreç başladı, Doğan Grubu cezalara itiraz etti. İlginçtir, grup içinde vergi denetimi yapan ve ceza içeren raporları yazan isimlerin hemen tamamı 15 Temmuz 2016 sonrası FETÖ mensubu oldukları gerekçesiyle devlette işten atıldı. Bazıları yurtdışına kaçtı o dönemde.

Ama sonuç olarak Aydın Doğan toplamı 1,5 milyar doları bulan vergi cezası ödemek zorunda kaldı. Aslında cezalar yerel vergi mahkemesi tarafından haksız bulunup tamamen ortadan kaldırılmıştı, ama bu cezalar 12 Eylül 2010 referandumundan sonra FETÖ denetimine geçen Danıştay’da onandı. Aydın Doğan bu onanan cezalara karşı da hukuk mücadelesi yürütmek istedi, ama kendisine devletin en üst düzeyinden ‘Şeriatın kestiği parmak acımaz’ dendi.

Vergi cezalarının arkasında Doğan Grubu gazete ve televizyonlarının gazetecilik çabası vardı. Milliyet gazetesinin Almanya’da o sırada devam eden Deniz Feneri Davası’nın iddianamesinin bir sayfasından yaptığı bir alıntı Tayyip Erdoğan ve ailesinin öfkesini çekmişti, yapay bahanelere dayalı vergi soruşturmaları bu haberin ardından geldi zaten.

Aydın Doğan süreç içinde giderek kuşatıldığını düşünüyordu. Sudan sebeplerle kendisi ve kızı Hanzade Doğan hakkında hapis cezası istenen bir dava açılmıştı, ‘akaryakıt kaçakçılığı yapmak’la suçlanıyordu (Yılan hikayesine dönen ve çok uzayan bu davada yerel mahkeme en sonunda beraat kararı verdi, ama o beraat kararı yıllardır Yargıtay’da bekliyor ve hala onanmadı).

Doğan Grubu’nun medyadaki en büyük rakibi olan Sabah Grubu önce Ak Parti’ye yakın bir iş insanına kamu bankası kredisiyle satılmış, ardından Ak Parti hükümetinin en çok iş yaptığı bir grup müteahhit bir araya gelip grubu satın almıştı (Bu müteahhitlerin nasıl bir araya geldiğine ve aralarında neler konuştuğuna dair ses kayıtları 17-25 Aralık operasyonu sonrasında medyaya düştü, zamanın Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım müteahhitlerle bir para havuzu oluşturmaya çalışıyordu bu satın alma için. O yüzden bu medya grubuna ‘Havuz Medyası’ adı takıldı).

Aydın Doğan 2017-18 yılları geldiğinde gerçekten kendini kuşatılmış ve kenara sıkışmış hissediyordu. 15 Temmuz darbe girişiminden daha da kuvvetlenerek çıkan Tayyip Erdoğan çatlak ses istemiyordu; Aydın Doğan ise gazete ve TV’lerine nasıl yayın yapacaklarına dair talimat verecek, ‘Gözünüz kapalı hükümeti destekleyin’ diyecek biri değildi.

Artık tehdit sadece mali de değildi; kendisi ve ailesi için hapis tehdidini de görüyordu. Önce Milliyet gazetesini elden çıkardı; ilk göz ağrısı olan gazeteyi Erdoğan Demirören’e sattı. İstanbul iş hayatından çok eskiden beri tanıdığı Demirören ardından bütün medya grubunu almak istedi. Bu satışı son ana kadar kendi ailesine bile haber vermedi Aydın Doğan ve sonunda da bağrına taş basıp bütün varlıklarını sattı.

Satış kararın açıklandığında bu haber pek çok kişi açısından şok edici nitelikteydi ama ne Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ne de o sırada Başbakan olan Binali Yıldırım habere şaşırdı. 

Türkiye’de siyasetin ve kamu yönetiminin demokrasi gereği medya denetimi altında olmasını yakından ilgilendiren bu karar karşısında ne Erdoğan ne Yıldırım arayıp ‘Yahu arkadaş ne yapıyorsun, neden satıyorsun’ dedi Aydın Doğan’a. İktidar satıştan çok memnundu.

(Nitekim daha sonra Erdoğan Demirören’in Tayyip Erdoğan’a ‘Patron’ diye hitap ettiği bir telefon konuşmasının kayıtları sosyal medyaya sızdı, Demirören gözyaşları içinde ağlıyordu Tayyip Erdoğan’ın dile getirdiği şikayetlere karşı. 

Benzer üslupta bir konuşmanın Aydın Doğan’la yapılması hayal bile edilemez. Aydın Bey dik duran ve prensip olarak her zaman -bazen haksız olduğumuzda bile- gazetecilerini koruyup kollayan bir patrondu.)

Aslında 2018’de Aydın Doğan medyaya uzaktan yakından değen bütün şirketlerini elden çıkartmak istiyordu. Örneğin kitap ve kırtasiye satış mağazaları zinciri D&R’ları da sattı o dönemde Sabah Grubuna. Satılamayan iki medya varlığı kalmıştı. Biri dergi grubu, diğeri ise kitap yayıncılığı yapan Doğan Yayınları. Bu iki şirketin satılamama sebebi Doğan Grubu’nun şirketlerdeki yabancı ortaklarıydı. Dergi grubunda Alman Burda, kitap yayıncılığında ise Amerikan Egmont tanımadıkları ortak istemiyordu.

Dün sabah işte Doğan-Burda Yayıncılık da satıldı, satıştan elde edilen 10 milyon dolar  gelir Aydın Doğan açısından çok da büyük para değil. Çünkü zamanında 400 milyon dolar piyasa değerini görmüş bir şirket o.

Tanıdığım bildiğim kadarıyla Aydın Doğan mesleğini bırakmak zorunda kaldığı için hala dertlenen bir insan. Ağzından ‘Keşke falanca şirketimi veya filanca gayrı menkulümü satmasaydım’ diye bir hayıflanma duymadım, iş insanı olarak geriye değil hep ileri bakar Aydın Bey. Ama mesleğinden uzaklaşmaya zorlandığı için gözlerinin dolduğuna tanığım.

Unutmayın ki kişisel bir azaptan söz etmiyoruz sadece. Aydın Doğan’ın çok sevdiği mesleğini bırakmak zorunda kalması sadece onun değil bütün Türkiye’nin çok büyük kaybı.

Bugün her bakımdan zapturapt altına alınmış, haber alma kaynakları neredeyse tamamen iktidar denetimine geçmiş ve sıfır noktasına doğru bilinçli biçimde itilen medyamız Aydın Doğan gibi bu işi meslek olarak benimsemiş bir sermaye olmadığı için bu halde. Hükümet bu sayede daha kolay baskı uyguluyor, daha kolay sonuç alıyor.

Hükümetten bağımsız herhangi bir medya şirketi yeterli sermayeye sahip olsa yüzlerce muhabir çalıştıracak, Türkiye’den gizlenen bütün haberleri söküp alacak, inanılmaz bir okunurluğa sahip olacak ve elbette kârlı da olacak. Ama bu hükümetin hoşuna gitmiyor, gerçeklerin yazılmasını ‘siyasi muhalefet’ kabul ediyor hükümet ve öyle bir medyayı boğmak için elinden geleni yapıyor, reklam ambargosundan vergi denetimine bütün baskı araçları devreye giriyor. Bugün medyada Doğan Grubu gibi medyadan para kazanan bir sermaye olmadığı için durumumuz bu.

Bugün baktığınızda ‘medya’dan geriye küçük sermayeli, aralarında 10Haber’in de olduğu bir avuç yayıncı kaldı… Bizler bu düzene direnmeye, bağımsız kalmaya çalışıyor; zapturapt altında olmadan, gazetecilik ilkeleri dışında bir ilkeye dayanmadan ayakta kalmaya uğraşıyoruz.

Bir zamanlar bu ülkede dev bir endüstriydi medya. Bugün o endüstriden geriye sadece eğlencenin ve gece gündüz manipülasyon yapan haber kanallarıyla web sitelerinin kalmış olması kabul edilebilir bir şey değil.

Yazık bu ülkeye.

İşte Aydın Doğan’ın dergi grubunu da elden çıkardığını duyduğumda aklımdan geçenler bunlar oldu.

Manisa’ya otomobil fabrikası: Alman VW’ye niyet, Çinli BYD’ye kısmet

Manisa’ya otomobil fabrikası: Alman VW’ye niyet, Çinli BYD’ye kısmet

Törene dün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da katıldı; Çinli elektrikli otomobil üreticisi BYD Türkiye’de 1 milyar dolarlık yatırımla bir otomobil fabrikası kuracak. Çinli dev üreticinin fabrikası Manisa’da olacak.

Çok ilginçtir, Türkiye’yi bugün içinde bulunduğu ekonomik dar boğaza siyasetin, daha çok da Tayyip Erdoğan’ın yanlış politikaları getirirken bir başlangıç noktası arıyorsak, bugün Çinli şirketin fabrika kuracağı araziye bakmakta fayda var.

Hatırlayın, Alman otomotiv devi Volkswagen Türkiye’de yatırım yapmaya karar vermişti, bazı araçlarını Türkiye’deki fabrikalarda üretmek için hazırlıklar yapıyordu. Ama o sırada Tayyip Erdoğan hem bütün Avrupa ile ağız dalaşı içindeydi hem de Suriye operasyonları nedeniyle Türkiye’ye yaptırım uygulamaya başlayan başta Almanya olmak üzere ülkelere ateş püskürüyordu.

İşte o ortamda Volkswagen Türkiye’ye yatırımdan vazgeçti. Oysa Manisa’daki arazi bu şirkete tahsis edilecekti, Almanlar bu amaçla Türkiye’de şirket kurmuş, hatta devletten çeşitli teşvikler almak için başvuru süreçlerini bile başlatmışlardı.

Türkiye o VW yatırımını kaçırdığından beri doğru dürüst kalıcı yabancı sermaye yatırımı çekemedi. Ta ki düne kadar.

Çinli BYD Türkiye’de 1 milyar dolarlık yatırıma girişirken bize gelmeyen VW Çin’de elektrikli araç için 5 milyar dolara kadar yatırım yapacak.

Aslında VW’nin gelmekten vazgeçip BYD’nin (ve arkasından başka Çinli şirketlerin de) gelmeye karar vermesi aradan geçen zamanda Türkiye’nin değişen jeostratejik konumunu da gösteriyor.

Artık Avrupa Birliği’nin doğal bir uzantısı ve parçası değil burası ama AB pazarına erişmek isteyen üçüncü ülkelerin üretim üssü olabilir.

BYD ile yapılan anlaşmanın ve şirkete verilen bütün avantajların detaylarını bilmiyorum, ama umarım Çinli şirkete elektrikli araç yazılımlarının bir bölümünü Türkiye’den alma mecburiyeti getirilmiştir.

Türkiyeli yazılımcıların BYD’nin yazılım ekosistemine girmesi bu anlaşmanın en büyük kazancı olabilir çünkü.