30-07-2024
İsmet Berkan

Türkiye’nin Filistin meselesinde etkisiz elemana dönüşmesini öfkeli nutuklarla örtemeyiz

Türkiye’nin Filistin meselesinde etkisiz elemana dönüşmesini öfkeli nutuklarla örtemeyiz

Geçen yılın 7 Ekim sabahından beri korkunç bir savaş yaşanıyor. Önce Hamas, Gazze’den çıkıp İsrail topraklarına saldırdı, inanılmaz bir katliam yaptı, bu arada çoğu sivil 250 kişiyi de rehin aldı.

Hamas’ın saldırısının devam ettiği saatlerde İsrail ordusu Gazze’yi bombalamaya başladı. O gün bugündür Gazze’ye bombalar yağıyor. İsrail ordusu milyonlarca aç susuz insanın yaşadığı Gazze’ye karadan da girdi, yüz binlerce insan ekim ayından beri defalarca sığındığı ilkel çadırlardan kaçmak, başka yerde canlarını kurtarmak zorunda kaldı. Neredeyse 40 bin Gazzeli öldü; yarıdan fazlası kadınlar ve küçük çocuklar.

Gazze 7 Ekim öncesinde zaten yaşanması imkansız bir yerdi; bugün ise cehennemden farksız. İsrail’in bu asimetrik güç uygulaması, 7 Ekim günü ölen 1200 İsrailliye karşılık şimdilik 40 bin Filistinli’nin canını alması tarihe geçecek bir büyük kötülük, hatta bir çeşit soykırım girişimi. Bundan en azından benim hiç kuşkum yok.

Başta Türkiye’nin rolü var gibiydi

Bu kanlı ve kirli savaşın ilk gününden beri Türkiye’nin pozisyonu sürekli tartışma konusu. Ankara’nın Hamas’la yakın temas içinde olduğu bilinmeyen bir şey değil. O yüzden 7 Ekimden beri neredeyse kesintisiz devam eden ateşkes çabalarında Türkiye’nin rol alması beklenirdi; nitekim ilk aylarda çok büyük olmasa da Türkiye’nin de rolü oldu. Gerek Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve gerekse MİT Başkanı İbrahim Kalın bu arabuluculuk konusunda çok sayıda temas yaptı.

Amerikan Dışişleri Bakanı Anthony Blinken ve Amerikan istihbarat örgütü CIA’nın başkanı William Burns hiç kuşkusuz bu ateşkes çabalarında ve ateşkes sonrasının planlanmasında başrollerde yer alan iki isim.

Blinken neredeyse her Ortadoğu turunda Ankara’ya da uğradı başlangıçta. Savaş sonrası planları için Türkiye’ye rol biçiyor, Ankara’dan onay arıyordu. Ama artık bu temaslar kesildi, bitti. Oysa biliyoruz ki Amerikan tarafı bugünlerde gece gündüz İsrail ile Filistin arasında bir ateşkesin, hatta nihai barışın peşinde, buna uğraşmaya devam ediyor.

İsrail Türkiye’nin arabuluculuğunu istemedi

Hamas üstünde etkili, Hamas’la konuşabilen iki ülke daha var: Mısır ve Katar. Zaten ateşkes için görüşmeler genellikle Mısır üstünden yapılıyor. O yüzden CIA başkanı Kahire’de epey zaman geçiriyor.

Fakat Türkiye yavaş yavaş bu trafiğin dışına itildi. Bunu İsrail sağladı; çünkü Türkiye’nin ‘tarafsız’ arabuluculuğuna inanmıyor ve güvenmiyor.

Neden inanmayıp güvenmediğini izah etmeye gerek yok. Tayyip Erdoğan’ın yerel seçim sürecinden başlayıp bugün de devam ettirdiği şiddetli söylem ve İsrail aleyhine söylediği ateşli nutuklar bunun başlıca sebebi. Artık Erdoğan’a İsrail en çok ülkenin Dışişleri Bakanı Katz aracılığıyla cevap yetiştiriyor, Cumhurbaşkanını bir tek o muhatap alıyor, aldığında da Erdoğan’a hakaret ediyor. İşte son olarak Türkiye’nin Cumhurbaşkanını Saddam Hüseyin’le kıyasladı.

Aslına bakacak olursanız iç kamuoyu açısından Filistin’de yaşanan zulüm büyük bir üzüntünün ve tepkinin kaynağı olsa da, o kamuoyu bunu günbegün yaşamıyor. Zaten baktığınızda Londra’da, Paris’te, Berlin’de, hatta New York ve Los Angeles’te bile daha çok Filistin yanlısı sokak gösterisi yapıldı, İstanbul’da yaprak kıpırdamıyor.

Tabii o ülkelerdeki bu sokak gösterilerini kendi İsrail yanlısı hükümetlerinin tutumunu değiştirtme çabası olarak görmek mümkün, Türkiye’de hükümetin bu yönde baskı altına alınmasına gerek yok.

Ancak yine de Gazze meselesinin Türkiye’de vatandaşın gündelik davranışını değiştirici nitelikte bir duyarlık yaratmadığını da söylemek lazım.

Dar bir seçmen grubu için Filistin popülizmi savaşı

Ama yine de yerel seçim öncesinde siyasetçiler arasında Gazze ile dayanışma ve bu dayanışmanın derecesi konusunda bir popülizm yarışı yaşanmadı değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu popülizm yarışında en çok Yeniden Refah Partisi ve onun genç lideri Erbakan tarafından sıkıştırıldığını düşünüyor. Yani Gazze konusundaki popülizm rekabeti aslında geniş seçmen kitleleri için değil çok daha dar İslami hassasiyeti olan bir seçmen grubu için yapılıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan bu rekabette Filistin’e en çok hassasiyet gösteren, İsrail’e de en sert kızan siyasi lider pozisyonunda görünmek istiyor elbette.

Erdoğan hem içte hem dışta kaybediyor

Ancak bunu yapmak, iç kamuoyunun o küçük bölümüne kendini iyi göstermek istedikçe hem içeride hem dışarıda kaybediyor. İçeride onun iyice İslamcı bir politikaya geçtiğini düşünen merkez sağ seçmen Ak Parti’den uzaklaştı, parti yüzde 30’un altına geriledi, birinci parti olma özelliğini tarihinde ilk kez CHP’ye kaptırdı. Dışarıdaki kayıp ise çok daha büyük: Türkiye Filistin meselesi konusunda birden etkisiz eleman durumuna düştü.

Bakın, İsrail ile Filistin arasındaki ateşkesi ve nihai barışı etkileyen en önemli unsurların başında Gazze’deki Hamas yönetimi geliyor. İsrail’deki Netanyahu hükümeti Hamas’ın burayı yönetmeye devam etmesini engellemeye yemin etti. Hamas Gazze’de kalmaya devam ederse Netanyahu’nun ülkesinde bir daha seçim kazanma şansı yok.

Sonunda Filistin de Türkiye’nin arabuluculuğunu istemedi

O yüzden de uluslararası toplum, başta ABD olmak üzere, Gazze’yi bundan böyle Hamas’ın değil El Fetih’in başkanlığındaki Filistin Yönetimi’nin yönetmesini sağlayacak bir anlaşma için uğraştı. Bu çabaların içinde bir süre Türkiye de yer aldı.

Bugün bu çabalar düne kadar Ortadoğu siyasetinde adı pek az duyulmuş olan Çin sayesinde bir netice verdi. Türkiye Filistinli bütün siyasi ve silahlı grupların Filistin Özerk Yönetimi çatısı altına girmeyi kabul ettiği anlaşmayı her şey olup bittikten, anlaşma açıklandıktan sonra öğrendi. Tamamen devre dışı kalmıştı Ankara.

Garantörlükten söz eden de kalmadı

Amerika düne kadar ateşkes ve nihai barış anlaşması sırasında Gazze’de Müslüman ülkelerin asker ve polisinden oluşacak güvenlik gücü oluşturma, hatta Gazze’ye bu ülkelerin garantör olmasını sağlama peşindeydi. Türkiye burada önemli roller üstlenecekti. Ama artık bu plan içinde Türkiye’den hiç söz edilmiyor.

Bana göre Türkiye’nin uluslararası plandaki bu geri gidişinde, etkisiz elemana dönüşmesinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın zaman zaman maksadını aşan sertlikteki hırçın söylemleri en önemli rolü oynuyor. Ama Erdoğan bu söylemlerden vazgeçmiş değil, hatta giderek dozu arttırıyor da.

İşte son olarak nereye çekileceği belirsiz bir laf etti, ‘Gazze’ye de bir gece ansızın gelebiliriz’ dedi. Fakat bu kadar sert sözler Türkiye’de de, dünyada da neredeyse hiçbir etki yaratmadı.

Mahmut Abbas’ın gelmemesi en ağır darbe aslında

Ama bence ‘Gazze’ye gireriz’den daha önemlisi Erdoğan’ın Filistin lideri Mahmut Abbas’la girdiği polemikti. Bu sayede öğrendik ki Mahmut Abbas kendisine gelip TBMM’de konuşma yapması teklif edildiği halde bunu kabul etmemiş.

Mahmut Abbas’a ilişkin eleştirileriniz ne olursa olsun, unutmayın o dünyanın tanıdığı Filistin Özerk Yönetimi’nin meşru devlet başkanı. Türkiye’ye gelmeyi reddetmesi Ankara’nın Filistin meselesinde Filistinlilerin bile güvenini kaybettiğinin en açık göstergesi.

Filistin halkına bir faydamız olsun istiyorsak çok daha nüanslı bir tutum izlemeliydik. Yüksek sesle bağırmak artık yürekleri bile soğutmuyor.

Maliye meğer yapabiliyormuş

Maliye meğer yapabiliyormuş

Hazine ve Maliye Bakanlığı dün benim ‘ultra lüks’ demeyi tercih ettiğim, değeri 10 milyon liradan başlayıp 25, hatta 30 milyon liraya kadar çıkabilen otomobillerin sahiplerine inceleme başlattığını duyurdu.

Bu türden 2022-23 ve 24 model 7 bin 885 araç saptanmış, bu araçları satın alanlara bakılmış.

Bu 7 bin 885 araç sahibinden üç bini gerçek kişi. Kalanı ise şirket.

Bu üç bin gerçek kişiden 1000’i vergi mükellefi bile değil; yani kağıt üstünde baktığınızda kendine ait geliri olmayan insanlar.

Peki biri hiç geliri olmadığı halde bu çok pahalı otomobilleri nasıl almış olabilir? 10Haber’deki haberde de söyleniyor iki olasılık var: 1. Gelirini gizliyordur; 2. Araç ona eşi veya ebeveyni tarafından hediye edilmiştir.

Her iki durumda da vergi suçu var. Çok pahalı hediyeler (buna elmas küpe, pırlanta yüzük de dahil) veraset ve intikal vergisine tabi şeyler, unutmayın.

Bu gerçek kişilerden iki bininin ya doğrudan gelir vergisi mükellefi olduğu ya da şirketlerde ortaklıkları olduğu anlaşılıyor. Ama onların çoğu da geçen yıl sadece 1 milyon lira ve altında gelir beyan etmiş. Yani neredeyse kıt kanaat geçinmişler, o çok pahalı otomobillerine yakıt alacak paraları bile sınırlıymış. Bizden buna inanmamızı bekliyorlar.

Haberin tamamını okuyun, çok çarpıcı başka ayrıntılar da var ama haberde bana esas önemli gelen yön şu oldu: Meğer Maliye isterse bireylerin ve şirketlerin giderlerinden hareketle gelir incelemesi yapabiliyormuş.

Madem yapılabiliyordu, neden bugüne kadar beklendi? Neden sadece 7 bin 885 otomobile bakılıyor?

Benim Maliye’ye bir önerim var: Bodrum’daki villa projelerinden ev alan ve satanlara da bakılsın; o milyonlarca Euro’ya satılan villaları acaba hangi gelirle alıyorlar? Aynı şekilde İstanbul ve Ankara’da metrekaresi 15-25 bin Euro üstünden satılan konutlara baksınlar, acaba bu konutlar tapuda kaç para görünüyor, gerçekte kaç para el değiştirdi ve satın almada kullanılan para hangi gelirle elde edildi?

Vergi adaletsizliklerini önlemeye önce buralardan başlasak…