Haniye suikasti de gösterdi, Türkiye’nin bilimden başka gidecek yolu yok
Bizim açımızdan bazı jeopolitik yeni gerçekler var; onları kabul etmeli, hayatımızın bundan sonrasını bu yeni gerçeklere göre planlamalıyız.
En basit yeni gerçek şu: Türkiye ile İsrail’in ilişkileri bir daha hiçbir zaman 1990’ların sonu 2000’lerin başındaki gibi olmayacak.
Türkiye bu ülkeye düşmanlığını sona erdirse bile (ki Filistin sorunu çözülmedikçe iktidarda kim olursa olsun sona ermez) İsrail’in Türkiye’ye ilişkin şüpheleri ve Türkiye’yi hem bölgesel güç paylaşımında rakip hem de güvenlik tehdidi sayması hali sona ermeyecektir.
İkinci bir temel gerçek daha var: Esad ailesi, hatta klanı Suriye’yi yönettiği sürece Suriye ile ilişkiler, Türkiye’de iktidarda kim olursa olsun ilişkilerini 2011 öncesine dönmeyecektir. Bu ülke Esad klanı başta olduğu ve Nusayri azınlık tarafından yönetildiği sürece Türkiye için güvenlik tehdidi olmaya devam edecektir.
İran zaten Türkiye açısından ‘yönetilebilir’ bir güvenlik tehdidi 1980’den beri. Ama İran’dan gelen tehdidi yönetmenin maliyeti giderek artıyor Türkiye için. Üstelik Suriye iç savaşından beri bu ülke ilk kez Türkiye içinde gerçek manada operasyon yapabilir hale geldi, ilk kez Türk vatandaşlarından ciddi miktarda eleman devşirebilir durumda. Belki devşirdi bile çoktan.
Bu yeni jeopolitik gerçekler ışığında bakıldığında Türkiye’nin (tekrar söylüyorum, artık iktidarda kim olursa olsun) savunma sanayiine ağırlık vermekten, savunma sanayiinde dünyanın yaptığını milli imkanlarla yapmakla yetinmeyip yenilikçi ve üstün teknolojiler geliştirmekten başka gidecek yeri yok.
Bakın, İsrail’in neredeyse aynı gün içinde 6-8 saat arayla biri Lübnan’da, diğeri ise binlerce kilometre ötedeki Tahran’da bırakın tam olarak nasıl yapıldığını, hangi savaş aracıyla yapıldığı bile hâlâ yüzde 100 bilinmeyen yöntemlerle bina bombalayıp hedeflediği kişiyi öldürmesi öyle hiç de yabana atılmaması gereken bir teknolojik üstünlük anlamına gelir.
Dün Hakan Çelenk’le sohbet ederken o dikkat çekti; Amerika ve Batı ellerindeki en yeni teknolojiyi bile vermediği halde Ukrayna daha düne kadar ‘süper güç’ diye anılan Rusya’yı durdurdu, hatta geriletti. ABD ve Batı’nın ‘orta teknolojisi’ bile Rusya’ya yetti. Bu orta teknolojiye Türkiye yapımı Bayraktar SİHA’lar da dahil. Şimdi bir başka ‘orta teknoloji’ olan F-16’lar devreye girecek Ukrayna’da, o zaman bir daha göreceğiz Rusya’yı.
Hatırlayın, birkaç ay önce İran Şam’da vurulan konsolosluğunun intikamını almak için İsrail’e yüzlerce füze ve SİHA fırlattı. Bu saldırının hemen hemen hiçbir etkisi olmadı; çünkü İsrail teknolojisi onları havada avladı, bir bölümünü de Suudi Arabistan ve Ürdün dahil ABD ve İngiltere uçakları düşürdü zaten. Düşünün, gelen araçlar o kadar düşük teknolojiye sahipti ki radarlar gördü, havaalanlarında alarmlar çaldı, pilotlar koşa koşa uçaklarına gitti ve yine de bunları havada yakalayıp vurdu.
İran’ın intikam ve gösteriş arayışı alay konusu oldu. Peki buna İsrail ne cevap verdi? Bir bölümü İran içinden ateşlenen füze ve SİHA’larla İran’ın en değerli nükleer tesisini vurabileceğini gösterdi İsrail. İran bu gelen savaş araçlarından birini bile havada durduramadı.
Salı gecesi de aynı şey oldu. Daha o gün İsrail, Beyrut’un bir dış mahallesinde bir apartmanı vurmuştu akşama doğru. Vurulan binanın sadece iki katıydı ve orada Hizbullah’ın askeri kanat liderini öldürmüştü bu ülke.
Ne Lübnan ne Hizbullah görebildi ve anlayabildi bu binayı vuran silahın nereden ve ne şekilde atıldığını. Evet vuran füzeydi ama acaba yerden mi atılmıştı, Akdeniz üstünde bir uçaktan mı? Hedefi nasıl bu kadar hassas vurabilmişti? Acaba saldırı bölgesinde biri hedefi lazerle mi işaretlemişti? Yoksa havadaki başka bir araç mıydı füzeyi hedefine yönlendiren? Hangi teknoloji kullanılmıştı?
6-8 saat sonra benzer bir füze gitti Tahran’da Devrim Muhafızları’na ait kampusun içindeki konuk evinde dinlenmeye hazırlanan İsmail Haniye’yi vurdu. Haniye eve gireli çok kısa süre olmuştu.
Acaba yerde onu gözleyen ve ‘hedef eve girdi’ diyen biri mi vardı? O biri mi yönlendirmişti güdümlü füzeyi hedefi vurması için? Füze nereden atılmıştı? Uçaktan mı karadan mı, yerden çok yakın bir mesafeden mi? Bu soruların cevaplarını İran da bilmiyor, dünya da bilmiyor.
Vurulan binanın fotoğrafları bu sabah elden ele dolaşmaya başladı. Bina yerinde duruyor, füze sadece üst iki katın köşesine hasar vermiş. Yani nokta atışı da değil, çok daha hassas bir atış.
İsrail’in bu teknolojisi ve onu kullanmaktan çekinmemesi ister istemez Türkiye açısından da sonuçlar yaratıyor.
Evet bugünlerde bol bol hamaset dinliyoruz, herkes İsrail’e kızıyor falan ama bu üstünlüğün kökenini de görmemiz gerek. O kökene inmeden ve benzeri bir üstünlüğe sahip olmadan söylenecek her söz boş laftan ibaret.
Bakın, İran son yıllarda bilimde, özellikle de pozitif bilimlerde Türkiye’den çok daha ileri bir ülke konumuna. Bu ilerlemenin önemli bölümü İran’ın kendi savunma sanayiini yaratabilmesi için yapılan çalışmalardan kaynaklanıyor. İleri fizikten tutun da robotik araştırmalarına kadar…
Ama bu kadar ileri gitmek de yetmedi İran’a. İşte ülkelerinin başkentinde kıymetli bir misafirlerinin güvenliğini sağlayamadılar. Bu utanç çok uzun süre hatırlanacak.
Dediğim gibi Türkiye açısından jeopolitik durumda ciddi bir değişim var. Bu değişim öyle geri döndürülebilir bir şey değil; yarın sabah iktidara CHP gelse bile Türkiye’nin bu yeni jeopolitik durumdan kaynaklanan güvenlik endişeleri yerinde kalmaya devam edecek.
Bu yeni durumda güven içinde olmanın yolu öyle kalabalık bir ordudan geçmiyor; yüksek teknoloji sahibi bir ordu gerekiyor. Bunun için de Türkiye’nin eksik bıraktığı temel bilim araştırmalarına kaynak sağlaması, yeni askeri teknolojiler için işin içine üniversiteleri ve özel sektörü de katan yeni bir vizyonla birkaç kademe üste çıkması gerekiyor.
Evet, Aselsan dev bir şirket ve gurur verici ürünler üretiyor ama bunlar yetmez ve çok istese de Türkiye’nin ihtiyacını tek başına Aselsan da karşılayamaz.
Gidilecek yol belli: Bilime ve teknolojiye sarılmak, o yolla güvenlik üretmek.
Bu yola verilecek ağırlık 10-15 yılda Türk ekonomisini de başka bir lige taşır.