16-09-2024
İsmet Berkan

Türk-Amerikan ilişkilerini kurtarmak Sezgin Baran Korkmaz’a kalınca…

Türk-Amerikan ilişkilerini kurtarmak Sezgin Baran Korkmaz’a kalınca…

Bundan 15 yıl önce Sezgin Baran Korkmaz’ın adını herhalde akrabaları ve yakınları dışında kimse bilmiyordu; bugün herkes biliyor.

Ne oldu bu 15 yılda da Sezgin Baran Korkmaz kebapçıdan çaldığı dönerleri pazarlarda satmaktan yüz milyonlarca dolarlarla oynar hale yükseldi, Cumhurbaşkanının yanına kadar çıktı, o daha doğmadan önce iş hayatında olan isimlerle hisse pazarlığı yapmaya başladı? 

Daha da fenasını bugün anlatıyorum: Ne oldu da Digorlu fakir Kürt ailenin çocuğu daha 40 yaşına bile gelmeden Türk-Amerikan ilişkilerinde kritik bir rol oynayabileceğini düşünmeye başladı, düşünmekle kalmadı harekete de geçti?

Amerika’ya ilk ne zaman ve nasıl gitti?

Sezgin Baran Korkmaz’ın hikayesinin bazı dönemlerinde ciddi boşluklar var. Her fırsatta kendi çocukluğunu anlatan SBK nedense bazı yılları hiç yaşanmamış gibi es geçiyor. Fatih Altaylı söyleşisinde de aynı şey oldu; ilk şirketini kurduğunu söylediği 90’lı yıllardan jet hızıyla 2015’e sıçradı.

Bir dönem Amerikan vizesi almaya çok uğraştığını, konsolosluktaki görevlinin “Neden Amerika’ya gitmek istiyorsun” sorusuna “Amerika fırsatlar ülkesi değil mi” cevabı verdiği için vize başvurusunun geri çevrildiğini, hatta pasaportuna damga basıldığını biliyoruz. Çünkü bu hikayeyi anlatmaya bayılıyor, “İyi ki vize alamamışım, şimdi orada taksi şoförü olurdum herhalde” diyor.

Peki, daha önce başvurusu geri çevrildiği halde sonra nasıl almış vizeyi de gitmiş Amerika’ya? Bu sorunun cevabı yok. İlk ne zaman gitmiş, onu da bilmiyoruz.

Ama bildiğimiz şu: Amerika’ya gitmesi ve orada da özellikle Lev Aslan Dermen, yani Levon Termerdzhyan ile tanışması onun için bir dönüm noktası.

Sezgin Baran Korkmaz 2017 Mayıs ayında yapılan TAİK-ATC toplantısının ana sponsorlarından biriydi. En sağda SBK, hemen yanında TAİK Başkanı Ekim Alptekin.

Ekim Alptekin’in rolü

Korkmaz’ın Amerika’ya giriş biletlerinden biri Levon Termerdzhyan ise, diğeri de Türk iş insanı Ekim Alptekin’di. 

Sezgin Baran Korkmaz’ın Mayıs 2017’de Washington DC’deki Türk-Amerikan İş Konseyi toplantısında “Her şeyimi ona borçluyum” diye konuşma yapacağı Ekim Alptekin bunu, SBK ile derin bir tanışıklığı olduğunu kabul etmiyor. O konuşmanın yapıldığı salonda bulunan gazeteci Cansu Çamlıbel kendi kişisel tanıklığını daha sonra şöyle yazacak: “O gün gazeteci olarak o salondaydım. Kahve arasında Alptekin’e hayatımda ilk kez gördüğüm ve dinlediğim Sezgin Baran Korkmaz’ın kim olduğunu sormuştum. Verdiği yanıt şuydu; ‘Ben de çok tanımıyorum aslında, yeni üyemiz. Ne istesek ikiletmeden sponsor oluyor.’ Nitekim o konferansta kafa masada oturabilmek için tak diye 75 bin dolar vermişti.”

SBK 2015’te parayla saygınlık satın almaya girişiyor

Dediğim gibi SBK’nın Amerika’ya vizeyi nasıl aldığını da, ilk ne zaman gittiğini de bilmiyoruz. Ama en azından 2015 yılını biliyoruz.

Sezgin Baran Korkmaz paranın Amerika’da her şeyi, buna saygınlık da dahil, satın alabileceğini biliyor, o yüzden daha 2015 yılında New York merkezli bir kurum olan EastWest Institute’a bağışta bulundu ve kurum da onu “board member” yaptı. Ona bunu yapmasını, bu iş için uygun yerin de EastWest Institute olduğunu kim söyledi, kendisi mi akıl etti, bilmiyoruz.

Ekim Alptekin’le tanışma ve Harvard Club’ta onur konuğu

2016 Eylül ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısına katılmak üzere New York’a gitti. Böyle gezileri ben de daha önce defalarca izlediğim için gayet iyi biliyorum, bu gezilerin en renkli tarafı resmi programda değil, Cumhurbaşkanı’nın ve Türk heyetinin kaldığı otelin lobisinde yaşananlardır.

Lobide Cumhurbaşkanı’nı geçerken görüp ona iki kelime mesaj iletmek veya resmi heyetten normal şartlarda randevu alamayacağı insanları bir köşede yakalayıp derdini anlatmak isteyen insanlar, daha çok da iş insanları olur.

İşte onlardan biri Sezgin Baran Korkmaz’dı, otelin lobisinde bekliyordu. O sıralar Türk-Amerikan İş Konseyi’nin (TAİK) Başkanı olan Ekim Alptekin’le tanıştı orada. Kıramayacağı, güvenilir bulduğu biri araya girmiş ve SBK’yı Alptekin’e takdim etmişti. 

SBK, Alptekin’e kendisini ‘zor durumdaki şirketleri devralıp ekonomiye geri kazandıran’ bir iş insanı olarak tanıttı, ona BM bünyesinde kurulacak ve Suriyeli çocuklara yardımı hedefleyen bir kuruluştan söz etti, bu yardım örgütüne 20 milyon dolar bağışta bulunmayı vaat ettiğini, bu yardım örgütünün kuruluşu şerefine New York’taki ünlü Harvard Club’da özel bir gala yemeği yapılacağını, o yemeğe katılıp katılmayacağını sordu. Alptekin yemeğe gelebilirdi. 

SBK Amerikan seçkinleriyle New York’taki ünlü Harvard Club’da.

SBK aynı yemeğe Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York gezisini izlemek üzere onunla birlikte New York’a gelen bazı gazetecileri de davet etti. O gazetecilerden biri Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür’dü. Övür’ün o geceyle ilgili yazdığı yazıyı buradan okuyabilirsiniz (SBK o yardım kuruluşuna vaat ettiği 20 milyon doları hiç vermedi).

TAİK’in ‘second track diplomacy’ merakı

Sezgin Baran Korkmaz’a Harvard Club’daki yemekte eşlik eden ve ondan etkilenen Ekim Alptekin’in başında bulunduğu TAİK Dış Ekonomik İlişkiler Konseyi DEİK bünyesinde bulunan onlarca iş konseyinden biri aslında. Ama bu iş konseyi her zaman diğer bütün konseylerden farklı oldu. Sebebi Türk-Amerikan ilişkilerinin doğasında gizli. 

Yakın zamana kadar Türk-Amerikan ticari ilişkilerinin önemli bölümünü askeri alımlar ve diğer büyük kamu alımları oluşturuyordu. O yüzden TAİK’in Amerikalı muhatabı olan kuruluşun başında her zaman bir emekli general veya işi güvenlik konuları olan biri olurdu (Bugün de ‘karşı taraf’ kabul edilen kuruluş olan American-Turkish Business Roundtable’ın başkanı General James L. Jones). TAİK ile American-Turkish Council (ATC) adlı kuruluş her yıl Washington DC’de yıllık toplantı düzenler, bu toplantılarda da askeri konuların hep bir ağırlığı olur.

TAİK’i azıcık da olsa tanıtmaya çalışmamın sebebi aslında iş dünyasına ait olan bu kuruluşun Ankara ile devlet ile her zaman yakın olmak zorunda olması. Bu kuruluş çoğu zaman ‘second track diplomacy’ denen devletten devlete olmayan diplomatik çabaların bir kenarında bulunur.

Türk-ABD ilişkilerinin geçtiği darboğaz

İşte 2016 Eylül ayında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York ziyareti sırasında iki önemli konu vardı: 1. Fethullah Gülen meselesi, FETÖ’nün nasıl bir örgüt olduğu konusunda Amerika’yı bilgilendirmek; 2. Seçimi kazanması halinde Donald Trump ekibiyle şimdiden bağlantıya geçmek (Clinton ekibiyle ekstra bağlantıya ihtiyaç yoktu, o mevcut yönetimin hemen hemen devamı olacaktı zaten).

Türkiye 15 Temmuz darbesi nedeniyle ABD’yi suçluyordu. İki ülke ilişkileri ciddi darboğazdaydı.

Michael Flynn 2016’daki seçim kampanyası sırasında Donald Trump’la podyumda.

Michael Flynn ile sözleşme imzalanıyor

İşte bu ortamda Ekim Alptekin bir taşla iki kuş vurabileceğini ve bunu da TAİK bütçesi içinde yapabileceğini düşünmüş, emekli general Michael Flynn ile üç aylık bir sözleşme imzalamıştı. Flynn’in lobi şirketi (ki adı Flynn Intel) hem FETÖ hakkında bilgi toplayabilir, hem de eğer seçimi kazanırsa bu Trump’a yaklaşmak için bir kapı olabilirdi.

Gerçekten de Michael Flynn, Trump başkanlık görevine başladıktan sonra Beyaz Saray’daki en güçlü iki pozisyondan biri olan Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’na geldi. Ama arkasında ciddi skandallar bırakarak kısa sürede işten kovuldu.

Flynn’in skandallarından biri Ekim Alptekin ile yaptığı sözleşmeyi Amerikan federal makamlarına bildirmemiş olmasıydı. Yabancı bir devletten para alan lobi şirketleri bunu bildirmek zorunda. Bu bildirimi yapmadığı için Flynn’in de, Ekim Alptekin’in de başı derde girdi, ikisi de yargılanıyor.

James Woolsey ve Sezgin Baran Korkmaz sarmaş dolaş bir pozda. Woolsey eski CIA Başkanı.

Eski CIA Başkanı 10 milyon dolar istiyor

Ama mesele işin içine Bill Clinton döneminin CIA Başkanlarından James Woolsey’in girmesiyle daha da karmaşıklaşıyor. Sezgin Baran Korkmaz’ın Woolsey ile nasıl tanıştığını bilmiyoruz, ama elimizde birlikte çekilmiş samimi fotoğrafları var. SBK ile Woolsey’in tanışmasına bu ‘second track diplomacy’ çabaları sırasında Ekim Alptekin de vesile olmuş olabilir.

2016 sonbaharında, henüz ABD başkanlık seçimine iki aya yakın süre varken James Woolsey, Trump’ın danışmanlarından biriydi. Ekim Alptekin de, diğer bazı kişiler de Woolsey’e de Türkiye lehine lobicilik yapması için yaklaştı. Woolsey ‘Yaparım’ dedi ama 10 milyon dolar istiyordu. Bu kadar para TAİK’in bütçesini aşardı, Türkiye için devlet kararı ve belki de ihale süreci gerektirirdi.

SBK işte bu büyük paraların konuşulduğu dönemde Woolsey ile tanışıklık kurdu. Birkaç yıl sonra o gün atılan tohumun ürününü alacak, bu kez Woolsey onun kapısını çalacaktı.

Mübariz Mansimov bile lobici peşinde

15 Temmuz sonrası Türkiyesinin dağınıklığını, devlet sistemindeki kaosu ve bu arada Türk-Amerikan ilişkilerinin girdiği çöküşü hatırlamak bile insanın içini fena ediyor.

Ama o ortamda Türkiye ile ABD arasında arabuluculuk yapıp kendi pozisyonunu yükseltmeyi akıl eden tek isim SBK değildi. SBK’nın Amerika’ya giriş bileti olan Los Angeles Ermeni mafyasıyla bağlantılı olduğu öne sürülen Lev Aslan Dermen’i SBK’dan da önce tanıyan bir isim vardı, Azeri asıllı Türk iş insanı Mübariz Mansimov veya Kurbanov.

O da Donald Trump’ın Florida’daki en önemli elemanlarından biriyle yakınlık kurdu, bu yakınlığın boyutları Türkiye’yi aşıyor, Ukrayna’ya kadar uzanıyordu. Bu yakınlık Amerikan medyasına da oldukça detaylı yansıdı zaten.

Sezgin Baran Korkmaz’ın uçağıyla gelen heyetten iki kişi Rahip Brunson’la da görüştü.

Amerika’dan havalanıp İzmir’e giden özel uçak

2018 yılının 18 Eylül günü Amerika’dan havalanmış olan siyah renkli özel uçak İzmir’e doğru alçalmaya başladı. Uçağın dört yolcusu vardı. Yolculardan biri eski CIA Başkanı James Woolsey’di, bir başkası Donald Trump adına en çok bağış toplayan iş insanlarından biri olan Tommy Hicks Jr’dü, üçüncüsü Katolik Fransiskan mezhebine mensup rahip James McCurry. Son yolcu, yolcu değil ev sahibiydi; Sezgin Baran Korkmaz.

Üç Amerikalıyı bu özel uçağa bindiren sebep 2015’ten beri Türkiye’de tuhaf suçlamalarla hapiste tutulan Amerikalı protestan bir misyoner rahip olan Andrew Brunson’u hapisten kurtarma ümidiydi.

Bu yolculuğun yapılması James Woolsey’in eşi Nancy Miller’ın fikriydi. Washington’da uzun yıllardır lobicilik yapan Miller ‘yardımsever bir işadamı’ diye tanıdığı, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a kolayca erişebilen biri olduğunu sandığı Sezgin Baran Korkmaz’ın kapısını Brunson’u kurtarmak için çalmıştı. SBK’nın arayıp da bulamadığı fırsattı bu.

O sırada Nancy Miller ölümcül bir kanserle boğuşuyordu; o yüzden seyahate kendisi katılamadı, yerine kocası James Woolsey geldi. Ama anlaşıldığı kadarıyla Woolsey uçakta yediği yemeklerden kötü etkilendi, seyahat boyunca İzmir’deki otel odasından çıkamadı. Aslında istenen Ankara’da veya İstanbul’da Tayyip Erdoğan ile bir randevuydu, ama bu da gerçekleşmedi. Tommy Hicks ve rahip James McCurry bunun yerine gidip Rahip Brunson’la görüştüler.

Rahip Brunson serbest bırakılmış, avukatı kapı önünde TV’lere açıklama yapıyor, arka planda nedense SBK da var.

Bu seyahatten bir ay sonra Brunson serbest kaldı, Türkiye’den ayrılıp ABD’ye geri döndü. Tuhaf bir şey belki ama, onun serbest kaldığı gün kapısının önünden canlı yayın yapan TV’lerde arka planda Sezgin Baran Korkmaz da görünüyordu. Acaba o gün orada ne yapıyordu, Brunson’a ABD’ye dönüş için kendi özel uçağını tahsis etmek istiyordu belki de, kim bilir.

SBK neden bu arabuluculuk işlerine girdi?

Fatih Altaylı üç saatlik programında SBK’nın eski CIA Başkanıyla tanışıklığı konusuna da, Rahip Brunson’u kurtarma meselesine de hiç girmedi, o yüzden bu konular konuşulmadı.

Ama sorulsa SBK büyük olasılıkla ‘Vatanıma bir hizmette bulunmak istedim’ diyecekti.

Oysa gerçek neden SBK’nın hem Türkiye’de hem Amerika’da kendine güç yansıtma çabasıydı.

Cumartesi günü yazdım, ABD’li iş ortaklarını, hatta ‘patronum’ dediği insanları CIA Başkanıyla yakın arkadaş olduğuna inandırmış, CIA Başkanı’nın onlar lehine hakimle konuşacağını söylemiş ve onlardan 6 milyon dolar almıştı. Güç yansıtmak bu işte, kendinizi olmayan bir güce sahipmişsiniz gibi göstermek.

İşin fenası CIA Başkanı da onu güçlü, Türkiye’nin Cumhurbaşkanına istediği zaman erişebilen biri sanıyordu. O yüzden günlerce İzmir’deki otel odasında randevu bekledi.

SBK’nın bir amacı da aslında Ankara’ya ‘işe yarar’ biri olduğunu gösterip bir çeşit koruma kalkanı elde etmekti. Ankara’da iktidara yakın ne kadar çok insan tanırsa o kadar iyiydi.

SBK’nın medya üstünden güç yansıtması

Bu güç yansıtma, yani kendini olduğundan güçlü gösterme arzusu elbette sadece SBK’ya özgü bir şey değil.

Dünyanın bütün mafyaları ve bütün dolandırıcıları bunu yapıyor, kendilerini olduklarından daha güçlü göstermeye çalışıyor. Ama tabii bizim konumuz SBK.

Artık çok uzayan bu yazı dizisini yarın SBK’nın Türkiye’de medya üstünden kendine güç yansıtmaya çalışmasıyla sürdürelim. Bir hayli ilginç öyküler var.

Narin cinayeti neden çözülemiyor?

Narin cinayeti neden çözülemiyor?

Baştan sona tuhaf bir süreçle karşı karşıyayız. Küçük Narin 21 Ağustos günü kayboldu. Bugün biliyoruz ki daha o gün öldürülmüş, cesedi de dere yatağında suyun içine gömülmüş, üstüne kocaman taşlar konmuştu.

Tam 19 gün boyunca Narin arandı, soruşturma neden sonra muhtemel cinayet soruşturmasına dönüştü. Bu arada söylentinin, sosyal medyaya yansıyan spekülasyonun bini bir paraydı.

Narin’in cesedi daha bulunmadan amcası cinayetten tutuklandı bile. Derken ceset bulununca süreç hızlandı.

Genellikle Türk polisi ve jandarması cinayet soruşturmalarında çok hızlı hareket eder ve suçu kısa zamanda çözer. Hatırlayın, Ankara’da Sinan Ateş öldürüldükten sadece birkaç gün sonra cinayetin neredeyse her şeyi ortaya çıkmıştı polisin gözünde.

Ama Diyarbakır jandarması henüz bilmediğimiz bir sebeple hala Narin cinayetini çözebilmiş değil.

Bu arada soruşturma elek gibi; neredeyse her ifade tam metin olarak medyaya sızıyor. Medyada spekülatif bilginin ucu bucağı yok. TV ekranında amatör dedektiflik yapan mı isterseniz, kendi aklına gelen teorileri bilgi gibi söyleyen mi, her çeşit insan var.

Sosyal medya geleneksel medyadan daha da kirli. Orada da olmayan bilgiler, sahne ihbarlar, sözde tanıklıklar gırla gidiyor.

Süreç uzadıkça ve cinayeti kimin neden işlediği konusu karanlıkta kaldıkça, korkarım bu spekülatif kirli ortam da varlığını korumaya devam edecek.