11-06-2025
İsmet Berkan

Ülkem-Partim-Kendim

Ülkem-Partim-Kendim

Rahmetli Korkut Özal’la 90’lı yıllarda başlayan ve neredeyse ölümüne kadar devam eden bir dostluğum oldu.

Yüz yüze gelmemizden daha çok defa ve süreyle telefonda konuşurduk.

O konuşurken bana güvendi, frensiz konuştu. Ben de onun güvenine gündelik gazetecilik heveslerine kapılıp ihanet etmedim.

Görüşleri her zaman çok çarpıcıydı ve neredeyse her zaman kutunun dışında düşünmeyi başaran, bazılarına çelişki gibi gelebilir ama tam da Aydınlanma Felsefesi’nin tarif ettiği türden “Sapere aude”yi uygulayan bir bireydi; bir sürünün parçası gibi gözüküyor olmasına rağmen her zaman sürüden bağımsız düşünebilen biriydi.

Korkut Bey bir seferinde “Çok basit bir şey söyleyeceğim” dedi, “Sadece Türk siyasetinde değil, demokratik siyasetin olduğu her yerde aynı sıralama sorunu vardır.”

Nedir o sıralama sorunu?

Korkut Beye göre siyasetçi için olması gereken doğru sıralama “Ülkem-Partim-Kendim” şeklindeydi.

Ama siyasette yeterince zaman geçiren her fani sonunda, “Kendim-Partim-Ülkem” sıralamasına geçiyordu. Burada “kendim”in en öne geçmesinden Korkut Beyin kastı illa kişisel çıkar peşine düşülmesi değildi, esas kendisini vazgeçilmez saymayı, siyasetçinin kendisi olmazsa ülkenin de olmayacağını düşünmeye başlamasıydı.

Mesele toplumun siyasetçi “Ülkem-Partim-Kendim” sıralamasına hala sahipken onu desteklemesi, sıralama değiştiği anda da ondan vazgeçmesiydi. Ama bu sanıldığı kadar basit değildi; toplumlar bazen ısrarla “Kendim-Partim-Ülkem” diyen, kendini ve partisinin çıkarını ülkenin çıkarından daha çok düşünen siyasetçileri gerekmediği kadar uzun destekleyebiliyordu.

Ben bu basit benzetmeyi Korkut Beyden duyduğumdan beri siyasetçilere hep bu gözle bakıyorum. Acaba önceliği ne? Önceliklerini nasıl sıralıyor?

Bunu tartmak hiç kolay değil. Çünkü lider seviyesindeki siyasetçi aynı zamanda hem çok büyük bir egoya, hem çoğu zaman sebepsiz gözüken özgüvene, hem de yer yer sosyopati seviyesine kadar gelebilen bir acımasızlığa sahip olmak zorunda.

Gazeteci olarak yakından tanıma fırsatı bulduğum Süleyman Demirel örneğin. Onu yakından tanıyınca görüyordunuz, gerçekten de onun sıralaması aslında “Ülkem-Partim-Kendim” şeklindeydi. 

Ama buradaki “kendim”in Demirel’in uzun siyasi hayatında zaman zaman “ülkem” karşılığında kullanıldığına hepimiz şahidiz. 

Peki hangisi doğru? Demirel en önce kendini mi düşünüyordu, ülkesini mi? 

Bazen şartlar siyasetçiyi öyle bir sembol haline getiriyordu ki kendini savunmakla ülkeyi savunmak tek ve aynı şey haline gelebiliyordu.

“7 kere gittim 8 kere geldim” lafı Demirel’indir. Hiçbir zaman “Benim yerime başkası gelsin” dememiştir; kendisi olmazsa partisinin de ülkesinin de iyi olmayacağına inanmış, toplumu da inandırmayı başarmıştı.

Örnekleri Türkiye’den veriyorum ama dünyada da yaygın bir durum bu. Kendi kaderiyle ülkenin kaderini bir görmek, buna inanmak.

İşte bakın Vladimir Putin’e. Anayasada iki dönem sınırı vardı; o dönemlerini doldurunca yerine Dimitri Medvedev’i Cumhurbaşkanı yaptı ama görevi hiç bırakmadı, Başbakan olarak kaldı. Sonra Medvedev’in ardından yeniden eski Cumhurbaşkanlığı görevine döndü. Derken Anayasadaki dönem sınırlamasını da kaldırdı. Putin kendisi olmazsa Rusya’nın olmayacağını düşünüyor.

Veya Donald Trump’a bakın. ABD’nin 45. başkanıydı, seçimi kaybetti. Bir dönem bekledi, yeniden seçim kazanıp 47. başkanı da oldu. Elinden gelse “Bu yaşa geldim, artık kenara çekileyim” demeyecek, 2028’de yeniden aday olacak. Çünkü kendisinden başka kimsenin Amerika’yı kurtaracağına inanmıyor.

Veya Tayyip Erdoğan’a bakın. 2003 yılından beri ülkenin yegane yöneticisi. 2014’ten beri Cumhurbaşkanı. Görev süresi bakımından 1950-60 arasının Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı çoktan geçti. 1938-1950 arası Cumhurbaşkanlığı yapan İsmet İnönü’yü önümüzdeki yıl geride bırakacak. Eğer görev süresini 2028 ötesine taşımayı başarırsa Atatürk’ten de uzun süre Cumhurbaşkanı olarak görev yapmış olacak. Her şart altında Cumhuriyet tarihinde en uzun süre ülkenin icrasının başında duran insan ünvanı daha şimdiden ona ait zaten.

Ve Erdoğan daha geçenlerde “Bu can bu bedende olduğu sürece” hizmete hazır olduğunu, emekliliği veya ülkeyi yönetmeyi bırakmayı düşünmediğini de söyledi.

Tayyip Erdoğan’ın ülke sevgisinden kuşku duyabilir miyiz? Asla. Ama kendisi olmazsa ülkenin iyiye gitmeyeceğini düşündüğünden de kuşku yok.

Ona sorsanız, sıralamasının “Ülkem-Partim-Kendim” şeklinde olduğunu söyleyecektir ama onun ne dediğinin önemi yok, acaba seçmen sandık önüne geldiğinde onu nasıl değerlendirecek? Önce ülkem demeye devam ettiğini düşünenler ona oy verecek, önce kendim dediğini düşünenler ise rakiplerine.

19 Marttan beri ülkemizde yaşananlara bu gözle bakın. Tayyip Erdoğan seçmene “önce ülkem” mesajı mı veriyor, “önce kendim” mesajı mı?

Kaçak akım rölesi

Kaçak akım rölesi

Ferdi Zeyrek’in başına gelen kaza ve ölümü hepimize bir şeyi hatırlatmış olmalı: Kaçak akım rölesini.

Şu an içinde oturduğumuz evi 1999 yılında satın alırken içindeki inşaat henüz bitmemişti. Evimiz ahşap bir eski eser onarımı ve restorasyonu da bizzat bana satan kişi yapmıştı.

Evi gösterirken en gurur duyduğu şeyi en sona sakladı ve tam kapıdan artık çıkmak üzereyken gösterdi. Evin elektrik sigorta tablosunda tam 42 tane sigorta vardı. Hala da var.

O zamanlar kurallarda var mıydı bilmiyorum ama evin bütün elektrik kablolamasını yeniden yaparken yanmaz kablolar kullanmış, neredeyse her priz ve düğme için de ayrı sigorta koymuş, yani üç, hatta dört kat fazla kablolama yapmıştı.

Ama sigorta sayısı değildi esas gurur kaynağı. Bütün sigortaların altında, ana sigortanın yanında duran küçük bir şeyi gösterdi, “Esas olay bu” dedi. O “olay” kaçak akım rölesiydi.

Şimdi internetten baktım, fiyatı markasına ve modeline bağlı olarak 500 liradan 2,400 liraya kadar değişebilen bu minik bir çeşit sigorta, esasen hayat kurtarıcı bir şey.

Ferdi Zeyrek evinin havuzunun motorundaki bir arızayı kontrol için havuzun makine dairesine inmişti. Şimdi hazırlanan bilirkişi raporundan anlaşılıyor, havuz makine dairesinde bir kaçak akım rölesi vardı ama korozyondan çalışmaz hale gelmişti ve akım kaçağı vardı. Nitekim genç belediye başkanı bu kaçak akım yüzünden hayatını kaybetti, bütün Türkiye ardından üzüldü.

Zeyrek’in evinde ana sigorta tablosunda bir tane daha kaçak akım rölesi olsa bu kaza belki de önlenecek, havuzdaki kaçağı o röle saptayıp akımı zaten kesecekti.

Evlerimizdeki yangınların öne çıkan iki sebebi var: Mutfaklarda yaşanan kazalar ve elektrik kontağı.

İşte elektrik kontaklarını önlemek belki çok zor ama onların evimizi yakmasını, canımızı almasını önlemek bu kaçak akım röleleri sayesinde mümkün.