01-09-2025
İsmet Berkan

Fenerbahçe’nin en büyük sorunu Mourinho muydu?

Fenerbahçe’nin en büyük sorunu Mourinho muydu?

Bütün sporlar gibi futbol da rekabetçi bir spor. Taraflar her zaman kazanmak isterler. Sadece sahada oynayanlar değil, onları desteklemeye gelen taraftarlar da her zaman kazanmak ister. Bundan daha doğal ve normal bir şey yok.

Türkiye’de “Üç büyükler” veya “Dört büyükler” denince bu daima kazanma arzusunun çok büyük bir baskıya dönüştüğü kulüplerden söz ediyoruz. O kulüpler doğal olarak hem transferde en çok parayı harcayan, hem de kendi taraftarına en fazla başarıyı vaat eden kulüpler.

Ayrıca bu kulüpler taraftar baskısını da üzerlerinde en fazla hisseden kulüpler. O kadar ki, taraftarın daima kazanma arzusu sadece sahadaki futbolcular değil giderek kulübün yöneticileri üzerinde de bir baskıya dönüşüyor.

Tabii tersi de oluyor. Hepsi de birer dernek olan, yöneticileri dernek üyelerinin oylarıyla seçilen bu kulüplerde neredeyse her zaman yönetici adayları, “seçim kampanyaları”nı doğrudan taraftara hitaben yapıyorlar. Taraftarı cezbedecek bir kampanyanın veya vaatlerin kendilerinin üyeler tarafından seçilmesini de kolaylaştıracağını düşünüyorlar.

Tam da bu mekanizma yüzünden üye tabanını çok genişleten kulüpler var. Böylece onlar aslında milyonları bulan taraftarlarının bir bölümünün kulüp seçimlerinde rol almasını sağlıyorlar. Bu tür kulüplere en büyük örnek Fenerbahçe. Bu kulüp kongrelerini stadyumda yapıyor; çünkü kongre üyeleri ancak oraya sığıyor. Fenerbahçe’nin oy verme hakkına sahip 46 binden fazla üyesi var.

Fenerbahçe’nin bu çok üyeli yapısı, Aziz Yıldırım’ın uzun başkanlık döneminde adım adım oluşturuldu. Yıldırım’ın kaybedip Ali Koç’un kazandığı kongrede taraftarı ve üyeleri en fazla heyecanlandıran aday Ali Koç olmuştu.

Bu ay Fenerbahçe bir kez daha kongreye gidiyor. Ali Koç’un karşısında şimdilik yegane rakip Sadettin Saran. Kimin taraftara ve dolayısıyla kongre üyelerine daha fazla heyecan verdiğini göreceğiz.

Burada Ali Koç’un bu kongreyi yapmaya neden mecbur kaldığını hatırlamak gerek. Çünkü Ali Koç daha geçen yıl zorlu bir kongre sürecinde, eski başkan Aziz Yıldırım’a karşı büyük fark atarak yeniden başkan olmuştu. Bu denli yüksek bir meşruiyet oranına ve tüzüğün kendisine verdiği 3 yıllık yönetim dönemine rağmen Ali Koç’un bu ay için olağanüstü kongre kararı almak zorunda kalması, zaten Koç yönetimi açısından bazı şeylerin hiç de yolunda gitmediğinin en büyük belirtisi değil mi?

Ali Koç bu göreve ilk olarak 3 Haziran 2018’de geldiğinde 16 bin 92 oy almış, rakibi Aziz Yıldırım 4 bin 644 oyda kalmıştı. Koç yeniden seçildiği 2021’deki kongreye rakipsiz girdi. Geçen yıl 9 Haziranda yapılan kongrede bir kez daha Aziz Yıldırım’la yarıştı; Koç 16 bin 414 oy aldı, Aziz Yıldırım 10 bin 483’te kaldı. Hala fark çok büyüktü.

Şimdi bir kez daha kongre yapılacak. Aziz Yıldırım’ın aday olup olmayacağı belli değil ama dediğim gibi şimdiden Sadettin Saran aday zaten ve Fenerbahçe’de herkes Ali Koç açısından bu kongrenin çok rahat geçmeyeceğini tahmin ediyor.

Koç’un geçen yılki kongreyi 16 bine 10 bin gibi büyük bir farkla kazanmasının sebeplerinden biri, dünyaca ünlü bir teknik direktörle takımı yönetmesi için anlaşma yapılmış olmasıydı. Belki de nihayet Fenerbahçe şampiyon olacaktı.

Fenerbahçe son olarak 2013-14 sezonunda Süper Lig Şampiyonluğu elde etti. 2018’de Aziz Yıldırım’ın gidip Ali Koç’un gelme sebebi, takımın dört yıldır şampiyon olamamasının taraftarda yarattığı sabırsızlıktı.

Şimdi Ali Koç’un 7 yılı doldu ve Fenerbahçe hala şampiyon olmuş değil. Geçen yıl Jose Mourinho’nun gelişi bu ümidi canlandırmıştı ama Fenerbahçe sezonu daha iyi futbol oynamaya çalışmak yerine Galatasaray’la kavga etmeye ayırdı; Mourinho da bu akıl oyunlarına kolay ayak uydurdu; ligin bitmesine haftalar kala Fenerbahçeliler şampiyonluk umutlarının kalmadığını bizzat Mourinho’dan duydular ve derin bir depresyona girdiler.

Galatasaray’ı haksız rekabetle suçlamak, “bilinmeyen güçler”le mücadele edildiğini söylemek taraftarı eskisi kadar tatmin etmiyordu artık.

Bu yıl Ali Koç’u daha iki yıl görev süresi olmasına rağmen olağanüstü kongre yapıp bir nevi güvenoyu istemek zorunda bırakan şey tam da bu. Taraftardaki derin ümitsizlik.

Geçen sezonun sonunda bütün kurmayları, hatta Yönetim Kurulu’ndaki arkadaşlarının çoğunluğu Ali Koç’a Jose Mourinho’yu kovmasını önermişti. O da aslında bu niyetle Londra’ya gidip Mourinho ile konuşmuştu. Ama bu konuşmadan Mourinho için göreve devam kararı çıktı.

Salt bu görüşmenin Mourinho’nun ayağına gidilerek yapılıyor olması bile Ali Koç-Mourinho ilişkisini anlamak için bir ipucu veriyor aslında. Ali Koç’un Mourinho ile devam kararı alması, sportif ve yönetsel açıdan riskli olmakla birlikte belki de doğru karardı. İlk yıl Mourinho Türkiye’de ligi tanımıştı, şimdi daha yüksek hedef için, yani hem Şampiyonlar Ligi’nde başarı hem de Süper Lig’de şampiyonluk için kadro takviyesiyle yola çıkılabilirdi.

Ama transfer dönemi, anlaşıldığı kadarıyla Mourinho açısından hiç iyi geçmedi. Teknik Direktör, kendisine vaat edilen seviyede oynayacak bir takımın kurulmadığını, gerekli oyuncuların gelmediğini düşünüyordu ve bunu Şampiyonlar Ligi ön elemelerinde gerek maç öncesi gerekse maç sonrası basın toplantılarında açık açık kamuoyu önünde konuştu. Benfica’ya elenince de “Biz zaten Şampiyonlar Ligi takımı değiliz, Avrupa Ligi takımıyız, kadromuz böyle” dedi.

Kendisine istediği seviyede oyuncularla bir takım kurulmuş olsa Mourinho Şampiyonlar Ligi’nde son 16’ya kalmak, Süper Lig’de şampiyon olmak gibi hedefleri tutturabilir miydi? Bunu kimse bilemez ve bilemeyecek.

Ama şunu biliyoruz: Ali Koç’la arasındaki anlaşmazlık sonunda Mourinho’nun Fenerbahçe’den kovulmasına neden oldu. Mourinho henüz konuşmadı, konuşup konuşmayacağını da bilmiyoruz ama Ali Koç açısından bu kritik dönemde kovulması, geçen yıldan farklı olarak bu kez Ali Koç’un kongreyi kaybetmesine mal olabilir.

Çünkü Fenerbahçe zaten Ali Koç’un Mourinho ile ikinci sezon göreve devam etme kararı nedeniyle bu kongreye gidiyor. Başından beri Fenerbahçe’de sorun Mourinho’nun varlığı veya yokluğu değil Ali Koç’un aldığı veya almadığı kararlardı çünkü.

Şimdi son 20 güne girilmişken yapılacak imaj değiştirme operasyonları, bu apaçık temel gerçeği gizlemeye yetmeyebilir.

T24’ün 16 yıllık varlığının anlamı

T24’ün 16 yıllık varlığının anlamı

Bugün bir rakip ama aslında kardeş bir internet haber sitesinin kuruluşunun 16. yılı. T24’ten söz ediyorum.

Doğan Akın’ı ilk tanıdığımda Cumhuriyet gazetesinin Ankara Bürosunun haber müdürüydü. Sonra Milliyet’e geçti, İstanbul’da haber müdürlüğü yaptı.

Benden yaşça gençtir ama “eski nesil” gazetecilerdendir. Mesleğini sıkı sıkıya savunduğu ilkelerle yapan, her zaman “gerçek”in peşinden koşan, bunu yaparken de mesleğimizin bunca yüzyılda oluşmuş kurallarından hiç ayrılmayan bir isim.

Doğan Akın bundan 16 yıl önce, Türkiye’nin kağıda basılı geleneksel medyasından kopup T24’ü kurduğunda, bugünküyle kıyaslanmayacak ölçüde çok sesli bir medya ortamı ve kısıtları olsa bile hala özgür bir basın vardı bu ülkede.

O zaman Doğan’ın T24 ile yapmaya çalıştığı şey, belki sadece “Yeni teknolojiye uyum sağlamak, geleceğe adım atmak” olarak yorumlanabilirdi. Bugün ise ülkemizde geriye ne bir çok sesli medya ortamı kaldı, ne gerçek anlamda bağımsız yayıncılıktan söz edebiliyoruz, ne de gazetecilik mesleğinin yapılma şartlarının varlığından.

O yüzden bugün T24’ün ifade ettiği anlam, 16 yıl öncesine göre hem çok farklı hem çok hayati hem de kritik.

Bugün T24, Türkiye’nin sayılı bağımsız yayın organlarından biri. Bu bağımsızlığını bugün neredeyse her ay yeniden ayakta kalmak için mücadele etmek zorunda kalmak pahasına koruyorlar. Yoksa iktidara veya muhalefete yakın bir sermayeyi içeri sokup kendilerini “rahat” hissetmeleri aslında çok kolay olurdu. Sırtını ülkemizdeki siyasi ve kültürel savaşın iki cephesinden birine yaslamanın kolaycılığı yerine, sırf o “eski nesil” gazeteci olması nedeniyle zor olan yolu seçti Doğan Akın.

Türkiye’de kendisinden başka hiçbir şeye hayat hakkı tanımamaya kararlı şiddetli siyasi mücadelenin T24 veya 10Haber gibi bağımsız kalmaya çalışan ve gazetecilik yapmayı hedefleyen yayın organlarına karşı ortaya koyduğu en büyük tehdit ne hapis ne yargı tehdidi. Hapse girmeyi, yargılanmayı küçümsüyor değilim ama en büyük tehdit medyayı hayat damarlarından koparan mali tehdit aslında.

Bu denli sert bir ortamda Doğan Akın’ın yaptığı, hem de 16 yıldır yaptığı, bir çeşit Don Kişotluk aslında. Cebine parasını koyup bir kıyı kasabasına yaşamaya kolayca gidebilecekken Doğan, “eski nesil” bir gazeteci olarak mücadeleyi sürdürüyor, onlarca çalışanının sorumluluğunu sırtında taşımaya devam ediyor.

Nice uzun yılları olsun T24’ün.