
Hazır Hakan Fidan’ı yakalamışken şunu da sorsaydınız keşke
Ankara’da 90’lı yılların ikinci yarısı boyunca Radikal gazetesinin Ankara Temsilciliğini yaptım.
Ankara Temsilciliği bir gazeteci için önemli bir mesleki aşama ve beraberinde pek çok avantaj getiren bir şey.
Ne kadar uzman ve mesleklerinde iyi olurlarsa olsunlar maalesef Ankara’da muhabirlere açılmayan pek çok kapı temsilcilere açılır. O yüzden bir zamanlar Türkiye’de gazetecilik yapılırken Ankara’da temsilciler arasında da ayrıca özel bir rekabet vardı.
Bu rekabette da temsilciler eşit değildi aslında. Ben Radikal’in temsilcisiyken Hürriyet’in Ankara Temsilcisi Sedat Ergin, Sabah’ın Ankara Temsilcisi ise ardı ardına Aslı Aydıntaşbaş ve Murat Yetkin’di.
Hürriyet ve Sabah’ın temsilcisine açılan kapılar, mesela bana o kadar da kolay açılmazdı. Bu iki gazetenin ağırlığını hissetmemek imkansızdı.
Bugün öyle değil. Tayyip Erdoğan iktidarının “dost-düşman” ayrımı yüzünden gerçek bir gazetecilik yapılamadığı gibi anlamlı bir rekabet de yok. Genel olarak gazeteciliğin topluma bir zamanlar ifade ettiği değerin ve anlamın çok ama çok gerisinde mesleğimiz, sebebi dediğim gibi Erdoğan iktidarının uzun yıllardır sistemli biçimde yürüttüğü “dost-düşman” ayrımı yüzünden medya sermayesinin neredeyse sadece “dost”lardan oluşması, “düşman” safların ise bilgiden uzaklaştırılıp habercilik anlamında bir anlam ifade etmez hale getirilmesi.
Bu şartlarda, yani rekabetin sıfıra indiği şartlarda Hürriyet ve Sabah markaları da o eski anlamlarını ifade etmiyor. Çünkü okuyucuya bir anlam ifade etmiyorlar. Bakın dün haber vardı, Hürriyet’in de sahibi olan Demirören Medya Ankara’daki matbaasını kapatıyordu. Eskiden çok önemli bir baskı merkezi olan Ankara matbaası artık gereksizdi, çünkü basılı gazete satılmıyordu.
Kimse bana “dijital rekabet”ten söz etmesin, İngiltere’de, Fransa’da, Amerika’da kağıt gazete hala anlamlı bir şey. Türkiye’de basılı gazetenin satmaması ve okunmamasının sebebi işte bu “dost-düşman” ayrımının mesleğimizi ortadan kalkmaya zorlaması.
Artık haber rekabeti yok. Verilen haberler de zaten okuyanları tarafından hep gerçekliğinden şüphe edilerek, ‘Acaba hangi propagandanın tuzağına düşüyorum’ düşüncesi kafanın hep arkasında olarak okunuyor.
Belki o yüzden, eskinin “atlatma” ve çok önemli manşetlik haberleri arka planda, gündemi neredeyse hiç etkilemeyecek seviyede bir yerlerde kalıyor.
Bunca uzun girişin sebebi bu sabah Hürriyet’in Ankara Temsilcisi Hande Fırat ile Sabah’ın Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu’nun bugün yazdıkları haberler (Fırat’ın yazısını buradan, Müderrisoğlu’nunkini buradan okuyabilirsiniz).
Eski zamanda birbirinin kanlı bıçaklı rakibi olan iki gazetenin Ankara Temsilcisi belli ki Dışişleri Bakanı Hakan Fidan tarafından davet edilmiş ve Fidan onlara geçen hafta başında Washington’da Beyaz Saray’daki temaslarını anlatmış. İki yazıdan birini okumak yeterli, aralarında hiçbir bilgi farkı yok; çünkü dediğim gibi rekabet yok.
Aslında yazılar çok önemli perde arkası bilgiler içeriyor. Öğreniyoruz ki mesela, Başkan Trump, Suriye Cumhurbaşkanı Şara ile görüşürken görüşmenin ortasında Oval Ofis’e Hakan Fidan da davet edilmiş. Başkan Trump, Türkiye’ye Suriye’nin “mandasına sahip” ülke muamelesi yapmış. Sadece o da değil, Suriye Cumhurbaşkanı kendi ülkesinin iç işiyle ilgili bir konuda Trump’a bilgiyi Hakan Fidan’ın vermesini istemiş. İçeride sadece Suriye değil Hamas ve İsrail meselesi de konuşulmuş, Hakan Fidan Başkan Trump’a İsrail’in ateşkes ihlallerini ve Hamas’ın neden silahsızlanmayacağını anlatmış vs vs.
Oval Ofis’in ardından Hakan Fidan Beyaz Saray’da başka odalarda başka toplantılar da yapmış. O toplantılara dair detaylar da var.
Normal şartlarda eski tabirle 8 sütuna manşet olacak perde arkası haberi bu ama her iki gazete de ellerindeki bu perde arkası bilgisini fazla büyütmemiş. Hürriyet’in basılı versiyonunda haber etekte çift sütun, Sabah’ınkinde ise bir yazar yazısı gibi tek sütun. Web’de ise bu konu ilk sıralarda bile değil.
İki gazetenin ellerindeki bu haberi neden büyütmediklerini tahmin etmek zor değil: Haber Hakan Fidan’ı anlatıyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı değil.
İktidar içi rekabet dengelerine dikkat etmek de bu gazetelerin işi anlayacağınız. Maazallah Hakan Fidan’ı ve onun “diplomatik başarısı”nı manşet yapacak olsalar kim bilir hangi yükseklerden ne laflar işitirler.
Ama yegane faul bu değil bu yazılarda ve gazetelerin tutumunda. Ana mesele habercilik, gazetecilik rekabeti değil de Hakan Fidan size ne anlatıyorsa onu yansıtmak, yansıtırken de iktidar içi dengelere dikkat etmek, mesela Hakan Fidan’ı Tayyip Erdoğan’ın olası bir kıskançlığından korumak olunca gazetecilik sahiden çok ama çok arka planda kalıyor.
Örneğin demin ben Amerikan Başkanı’nın Türkiye’yi adeta Suriye’nin “mandater ülkesi” gibi gördüğünü yazdım. Bu benim yorumum, Hande Fırat ve Okan Müderrisoğlu böyle bir imada bile bulunmuyor. Ama bu imaya gerek yok, ABD Başkanı ile Suriye Cumhurbaşkanı’nın görüşmesine Türk Dışişleri Bakanı’nın da katılmasının anlamını Fidan’a sorabilirlerdi. Sormamışlar veya sordularsa da cevabını yazmamışlar (Hakkını yemiş olmayayım, Fidan’ın Şara-Trump görüşmesine ortada bir yerden katıldığını hala iyi gazeteci kalan az sayıdaki isimden biri olan Murat Yetkin, Fırat ve Müderrisoğlu’ndan üç gün önce yazdı, Yetkin eğer Fidan’la da konuşabilmiş olsaydı ona eminim bu ‘mandater ülke’ gibi görülme halini sorardı. Ankara Suriye’nin garantör ülkesi gibi algılanmaktan çok memnun değil benim anladığım).
Hakan Fidan’ın anlatımının sınırlarında kalınınca, Beyaz Saray’da yeni bir zafer elde edilmiş gibi bir hava oluşuyor ama aynı Beyaz Saray ziyaretinde Başkan Yardımcısı JD Vance’in Fidan’a “Rusya’dan gaz almayı kesin” deyip demediği, o öyle dediyse Fidan’ın buna ne cevap verdiği konusuna hiç girilmemiş. Oysa Türk-Amerikan ilişkilerinin önemli bir parçası bu konu; ABD, Türkiye’den Rusya’ya arasına mesafe koymasını giderek daha fazla istiyor ve buradaki fay hattında bir gerilim var. Bu gerilimi Hakan Fidan’dan öğrenmekten daha değerli bir şey var mı?
Bu iki Ankara Temsilcisi eski zaman olsa bugünkü haberleri nedeniyle bütün TV haberlerinde ilk sırada yer alır, memleket gündemi bu yazılardan oluşurdu. Ama neredeyse adım gibi eminim, benim yazımı okuyanlar bu iki gazetecinin yazdıklarından benim aracılığımla haberdar oldu.
Yazık mesleğimizin düştüğü hallere…

