
Dünyanın sonu değil elbette ama CHP dünkü kararıyla yaşayacak
Tayyip Erdoğan iktidarının bu üçüncü PKK ile barış ve Kürt sorununu çözme girişimi. İlki Oslo’da Milli İstihbarat Teşkilatı ile PKK arasında yürütülen görüşmelerdi. İkincisi, doğrudan İmralı’da Abdullah Öcalan’la yapılan müzakereydi. Şimdi bir kez daha Öcalan ile bir süreç yürütülüyor.
İlk iki girişimde CHP haklı olarak sürecin şeffaf yürütülmesini ve süreçte hükümetin yanısıra Meclis’in de rol üstlenmesini istedi, “Çözümü Meclis sağlar” dedi.
Şimdi, üçüncü denemede Meclis devreye girdi, bir komisyon kuruldu. Yani bu kez CHP’nin konuyla ilgili baştan beri dile getirdiği bir şart yerine getirildi. Bu yetmedi, CHP söz konusu komisyonun basit çoğunlukla değil nitelikli çoğunlukla karar almasını istedi. Bu kural da komisyonda hayata geçti, komisyon CHP’nin önerdiği gibi beşte üç çoğunlukla alıyor kararlarını. Dünkü karar da öyle alındı.
Elbette CHP’nin her karara onay vermesi gerekmiyor ama komisyonun üyesi olarak orada görüşlerini dile getirmesi gerekiyor. Dünkü komisyon boykotu tek seferlik bir eylemdi, zaten Özgür Özel de öyle açıkladı.
Peki ama Abdullah Öcalan neden komisyonun gelip kendi görüşlerini de dinlemesini istedi ve komisyonun Öcalan’la görüşme kararı neden önemli?
Öcalan’ın bugün devam eden sürecin fiilen baş aktörlerinden biri olduğundan CHP’nin bir şüphesi var mı? Bence yok, zaten olamaz da. Örgütüne “Kendinizi fesh edin, silahlarınızı da bırakın” diyen Öcalan. O demeseydi de, mesela DEM Parti eş başkanı Tuncer Bakırhan bunu deseydi PKK onu dinler miydi?
Bu önde gelen aktörün Meclis’in konuyla ilgili komisyonuna kendi görüşlerini aracısız aktarmak istemesinden daha normal ne olabilir?
İtiraz edenler şunu söylüyor: Meclis ayağına kadar gidip Öcalan’ı dinleyerek ona bir siyasi aktör olarak meşruiyet veriyor, oysa Öcalan terörden ötürü müebbete mahkum bir isim. Bir suçluyla konuşmak doğru değil.
İlk bakışta şeklen haklı gibi gözüken bir itiraz ama şu soru açıkta: Öcalan’la değilse kiminle konuşacaksınız ve kim Öcalan’ın başardığını başarabilir?
Hiç konuşmamak, PKK ile savaşı devam ettirmek anlamına gelir. Bu da bir seçenek kuşkusuz ama sanırım CHP komisyona katılma kararı verdiğinde ve uzun yıllardır “Çözümün adresi Meclis’tir” derken, savaşın bir an önce bitmesini savunuyordu.
Öcalan, komisyonun gelip kendisini dinlemesini isterken neyi hedeflemiş olursa olsun burada önemli olan şu: Öcalan Meclis’i ve onun komisyonunu kendisi açısından sonuç alabilir, süreçte önemli bir görev üstlenebilir olarak görüyor. Yani bir anlamda Öcalan da CHP gibi düşünüyor: Bu sorunu çözse çözse Meclis çözer diyor.
CHP daha düne kadar, Tayyip Erdoğan’a sesleniyor, “Devletin arkasına sığınmaktan vazgeç, sürecin siyasi sorumluluğunu üstlen” diyordu. Nitekim dün bu oldu, Ak Parti komisyondaki oylamada net bir tavır aldı.
Aslına bakacak olursanız son bir yıldır süreç konusunda CHP’nin her dediği oluyor, iktidar bloku “Benim Meclis çoğunluğum var, canımın istediğini yaparım” demiyor, başka hiçbir konuda muhalefeti sürece dahil etmezken bu konuda CHP’nin taleplerini yerine getiriyor.
Ama nedense CHP kendini figüran gibi hissetmeye devam ediyor ve konuyu her fırsatta iktidar-muhalefet kavgasına dönüştürüyor.
Elbette CHP’nin buna da hakkı var, hatta kendini haklı hissetmesi de normal. Ama bu son tutumda haklı değildi.
Bulunacak çözüm konusunda inisiyatifin Meclis’te olması en önemli konu. Ve bu komisyon tam da buna imkan veriyor; CHP komisyonda aktif olarak Tayyip Erdoğan iktidarını Meclis iradesine boyun eğmeye zorlayabilir. Bu işlerin illa kavgayla olması gerekmiyor, ikna yoluyla da yapılabilir.
Öcalan’a gitme, komisyonun kurulduğundan beri aldığı en önemli karar belki ama bu aynı komisyondan esas beklenenlerle kıyaslandığında en önemli karar değil.
Komisyon, Öcalan’ı dinlemek dahil bugüne kadar “teknik” çalışma yürüttü aslında; yani daha işin esasına girmedi. Önemli kararlar o esasa girildiğinde komisyonun karşısına gelecek.
Burada esas mesele, Tayyip Erdoğan iktidarının konuyu “Terörsüz Türkiye” parantezine sıkıştırmak istemesi, oysa mesele PKK’nın kendini feshedip sahiden silahsızlanmasından ibaret değil. Suriye ve Irak’la ilişkiler dahil dış politikaya ve dış güvenliğe uzanan boyutu da var meselenin, Türkiye’nin kendi içinde demokrasisinin ve özgürlüklerin kalitesini arttırıp iç barışını güvenceye alması boyutu da var.
Hatta en önemli konu bu demokratikleşme ve özgürlüklerin güvenceye alınması konusu.
CHP işte bu konularda öteden beri var olan iddiasını komisyona yansıtarak Tayyip Erdoğan’ı gönülsüz olduğu adımlara mecbur edebilir, bu yönde bir strateji uygulayabilir.
CHP, “Silivri Cezaevi hınca hınç doluyken Kandil boşaltılır mı, PKK’lılara af gelir mi” diye soruyor haklı olarak, bu şikayetlerinde netice alabileceği müthiş bir platform o komisyon.
Dünkü oylama bir ders niteliğindeydi CHP’nin stratejisizliği ve ehem ile mühimi ayırt etme beceriksizliği konusunda. Doğal müttefiki kabul edilmesi gereken DEM ile diğer sol partilerin kendisinden uzaklaşmasına kendi eliyle meydan verdi. Oysa bu çözüm süreci sadece Kürt sorunu için değil, ülkemizin demokratikleşme sorunu için de bir ilaç niteliğinde.
CHP’nin amacı üzüm yemek mi, bağcıyı dövmek mi?.. Herkesin birden kafasının karışmasına neden oldu dünkü tutumuyla.
Türkiye’de demokrasiyi, özgürlükleri ve eşitliği savunmak uzun vadeli bakış ve tutarlık gerektirir. O tutarlığı sergilerseniz, ülkeye demokrasiyi, özgürlükleri ve eşitliği sadece kendiniz için değil herkes için istediğinize dair samimi olduğunuza bu milleti ikna edersiniz.
CHP dünkü tutumuyla samimiyetinde kuşku yarattı.

