
Kaç gündür Çin-ABD rekabeti yazıyorum, peki Türkiye Çin’in neyine özeniyor?
Amerika’nın yeni Ulusal Güvenlik Strateji Belgesinden başladım, Amerika-Çin rekabetine kadar geldim.
İki gündür Çin’in bu rekabette özellikle bilim ve teknoloji alanlarında ABD’yi geride bıraktığını, bu temel alanda öne geçen Çin’in ABD ile olan yarışını kazanma olasılığının daha yüksek olduğunu anlatıyorum.
Çin bu başarılarıyla bizim bütün ezberlerimizi bozuyor gibi duruyor.
Dünya üzerinde de pek çok kişinin söylediği bir ezber var: İfade özgürlüğü ve serbest tartışma olmazsa bilim ilerleyemez diyoruz.
Ama bakın Çin’e, ne ifade özgürlüğü var ne de serbest tartışma ama işte görüyorsunuz bilimde Amerika’yı geride bırakmış durumdalar.
Aynı şey ekonomi için de geçerli. ‘Demokrasi ve temel demokratik haklar kısıtlı olursa kapitalizm gelişemez’ diyoruz ama Çin’de otoriter kapitalizm almış başını gitmiş durumda.
Bizim liberal ezberlerimiz mi yanlış?
Evet, mutlaka bir yanlışlık var bu ezberlerimizde.
Birinci yanlış şu: Kapitalizm, doğrudur beraberinde demokratik düzeni getiren ekonomik sistemin adıdır ama bu düzenin Batıdaki başlangıç şartlarıdır bunu sağlayan.
Bütün ülkelerin geri dönüp 17 ve 18. yüzyıl Avrupası gibi olması ve işe oradan başlaması gerekmiyor.
Kapitalizm, parlamento ve hukukun ütünlüğüne ihtiyaç duyuyordu, Batı Avrupa’da bu oldu. Ama güvenilir, kendi içinde tutarlı ve adil bir hukuk düzeni aslında kapitalizme yeterli; ülke yönetimlerinin seçimle gelip gelmemesi, muhalefetin var olup olmaması, özgür medya ve kamuoyu denetimi vs kapitalizm açısından ikincil önemde şeyler.
Kapitalist sermayesinin rant elde etmesini, bu rantı biriktirebilmeyi ve keyfini sürebilmeyi ister en önce.
Çin’e baktığınızda bu şartların tamamı yerine geliyor. Kişisel servetler ve zenginlikler artıyor. Merkezi devletin ‘Komünist’ olmasının bir önemi yok, iş insanları bir özel şartı yerine getirdikleri sürece hiçbir engelle karşılaşmadan hayatlarını sürdürebiliyor, isterlerse servetlerini Çin dışına bile çıkartabiliyor.
O tek şart siyasete karışmamak, siyasi eleştiri yapmamak.
Çin Komünist Partisi ve bürokrasisi, “Devlet yönetmek bizim işimiz, para kazanmak sizin işiniz” diyor.
Devlet gücünün büyük olması, devletin rant dağıtma mekanizmasının başında olması ve musluğu tutması normalde yolsuzluğun garantisi kabul edilir. Malum söz vardır: “Güç bozar, mutlak güç mutlaka bozar.”
Çin’de de yaygın yolsuzluk, adam kayırma var. Ama aynı zamanda o yolsuzluğu yapanların gözünün yaşına bakmayan bir sistem de var. Daha geçenlerde bir eski bakanını idam etti Çin. Sebebi rüşvet almasıydı.
Çin, esasen tarihsel ve kültürel nedenlerle özel bir örnek.
Mesela Güney Kore’ye bakın. Onlar da kalkınmalarını otoriter bir rejim altında ve devletin tepeden rant dağıtmasıyla sağladılar. Ama bu kalkınma belli bir seviyeye gelip refah arttığında sokaktan hemen demokrasi talebi geldi. Güney Kore demokrasisi, işçi sendikalarının haftalarca yaptığı sokak gösterileri sayesinde kuruldu, otoriter yönetim sona erdi.
Çin’de belki henüz o raddeye gelinmedi; yani gece gündüz üreten işçiler henüz isyan etme noktasında değil. Ama unutmayın, bundan 40 yıl önce Tienanmen Meydanı katliamı da bu ülkede yaşandı. O zaman demokrasi talep eden Çinliler yarın öbür gün neden etmesinler?
Çin Komünist Partisi, 1989’daki Tienanmen katliamı sonrası doktrin değiştirdi ve ortodoks komünizmin dozunu epey azaltıp milliyetçiliğe ve “ulusal gurur”a ağırlık verdi. Bugün bu milliyetçiliğin Çin’de ciddi biçimde hissedebilirsiniz. Çin ulusal gururu ile parti neredeyse özdeşleşmiş durumda.
Ama yine de Çin’de hiçbir zaman özgürlük ve demokrasi talebi olmayacak demek değil bütün bunlar. Çinliler kendilerine verildiği kadar özgürlükten memnunlar belki ama yarın daha fazlasını istemeyeceklerini kimse söyleyemez.
Çin’de var olduğunu herkesin bildiği bu saatli bombaya rağmen ülkenin ciddi bir yönetim istikrarı içinde olduğunu söylemek gerek. Bu istikrar elbette baskıyla sağlanıyor. Birkaç yıl önce Çin’in en zengin adamı Ali Baba kurucusu Jack Ma minik bir eleştiri dile getirecek oldu, aylarca ortadan kayboldu, servetinin önemli bölümünü kaybetti, şimdi sessizce kenarda işine bakıyor.
Çinli yöneticilerin iş dünyasına ve genel olarak herkese “siyasetle uğraşmayın o bizim işimiz, siz kendi işinize bakın” demesi ve bunda da başarılı olması, sanki Ankara’da da özenilen bir tutum.
Türkiye’de Tayyip Erdoğan iktidarı da kimsenin siyaset konuşmamasını, lider olarak kendisinin aldığı hiçbir kararın tartışılmamasını istiyor. Aradan geçen 23 yıla yakın zamanda bunu başarmaya çok yaklaştığını söylememiz gerek. Artık konuşan değil susan bir Türkiye var.
Yalnız bir sorun var: Çin’i yönetenler bunu sorumlu ve başarılı biçimde yapıyorlar, ülkede halklarının refahını arttırıyorlar. Örneğin birkaç yıl önce bu ülkede, normal bir kapitalist ülkede ciddi ekonomik kriz yaratacak bir konut balonu patlaması yaşandı. Neredeyse kimseye hissettirmeden bu patlayan balonu ortadan kaldırmayı başardılar.
Türkiye’de ise durum böyle değil. İktidar sık sık sokaktaki insanı derinden etkileyen, onun refahını eksilten hatalar yapıyor. Yolsuzluk söylentisinin ve adam kayırmanın bini bir para. Lider olarak Tayyip Erdoğan yarattığı bütün o büyük milliyetçi dalgaya rağmen toplumun yarısının muhalefetiyle karşı karşıya.
Türkiye Çin’e özenmek, “Ah keşke burada da iş dünyası, sendikalar, dernekler ve tüm siviller siyasetle uğraşmak yerine kendi işine gücüne baksa, siyaseti de Tayyip Erdoğan’a bıraksalar” diye düşünmek serbest elbette ama bu düşünceyi herkese benimsetmek kolay değil. Çünkü Türkiye’nin geçmişte de böyle sustuğu veya susmak zorunda olduğu zamanlar oldu ama bunların hiçbiri kalıcı olmadı.
Türkiye’nin Çin’den bir önemli farkı, bizim bu topraklarda 150 yıla varan Anayasal demokrasi ve seçim tecrübemiz.
Evet, Türkiye’de Çin’den farklı olarak muhalefetin de katıldığı seçimler yapılıyor, bunu hiç unutmayın.

