
Savcılığın yarattığı görünmeyen insani maliyet
Artık hepimiz birer Adli Tıp uzmanı gibi öğrendik: İnsan saçının her bir santimetresi onun son 30 gününe ilişkin pek çok kimyasal ve biyolojik veriyi içinde barındırıyormuş.
Halen tutuklu olarak cezaevinde bulunan Rumeysa Cebeci’nin saçları ne uzunlukta bilmiyorum ama en azından 20 santim olmalı fotoğraflarından gördüğüm.
Onun saçında bazı uyuşturucu ve uyarıcıların izi çıktı. Acaba en dipten itibaren kaçıncı santimde çıktı? Öyle ya, her bir santimetre 30 günse, örneğin eğer yedinci santimde çıktıysa bu izler, demek ki 6-7 ay önceden söz ediyoruz.
Sadettin Saran kendisi hayatında kokain kullanmadığını, bu maddeyi uzaktan dahi görmediğini söylüyor. Ben de ona inanıyorum ama Adli Tıp ondan aldığı 2 santimlik saç örneğinde kokaine rastladı. Yani son 60 günde kullanmış olma ihtimali ortaya çıktı.
Ülkemizin hukuki ortamında böyle tartışmalar yapmak ne kadar anlamlıdır bilemeyeceğim ama yine de söylemeden edemeyeceğim: Günler, haftalar, hatta belki aylar önce işlenmiş bir uyuşturucu kullanma suçunu bugün yargılamak ne kadar adildir?
Kendimden örnek vereyim: Ben kelim, kafamda hala saç çıkan minik bölgeyi de genellikle traş ediyorum, kaldığı kadarıyla uzun yıllardır saçlarımın bir santim uzunluğa bile geldiğini hatırlamıyorum. Genellikle en fazla 15 günde bir saçlarımı jiletle kesiyorum.
Bu durumda Adli Tıbbın benim bırakın uzak geçmişimi, bir hafta on gün önceye dönüp uyuşturucu kullanıp kullanmadığımı saptamasına imkan yok.
Ama Rumeysa Cebeci ve neredeyse bütün kadınlar için durum tam tersi. Onlar saçlarını kestirdiğinde çoğunlukla ucundan birkaç santim kestiriyor, saçları uzun kalmaya devam ediyor ve dolayısıyla geçmişleri de yargılanmaya açık duruyor.
Sadettin Saran benim gibi kel olsaydı ve kafasını da on-onbeş günde bir traş ediyor olsaydı, Adli Tıp onda da bir şey bulamayacaktı.
Bu mu adalet? Bu mu eşitlik?
Son günlerde yaşadığımız uyuşturucu operasyonlarının bir de gözle görünmeyen maliyeti var. Üstelik belki de çok ağır bir insani maliyet bu.
Şimdi savcılık “uyuşturucu kullanıcı” olduğunu saptadıklarını bile tutukluyor, tutuklamasa da teşhir ediyor, onları gözaltına alıp tahlil yaptırıyor, adli kontrol tedbirleri uyguluyor.
Dün yazmaya çalıştım, Türkiye’de herhangi bir verili anda en azından 2-3 milyon kişi uyuşturucu madde kullanıyor.
Bu insanlar bağımlılar ve aslında tedaviye muhtaçlar ama benim ulaşabildiğim rakamlara göre içlerinden 1 milyon 700 bini tedavi görüyor, geri kalanı görmüyor. Oysa bizim onları tedaviye teşvik etmemiz lazım.
Savcılığın İstanbul’da yürüttüğü operasyonlardan uzakta, ne bileyim mesela Çankırı’daki bir bağımlıyı düşünün. Tamamen başka bir sebeple hastaneye gitmesi, kan tahlili veya idrar tahlili vermesi gerektiğinde ne düşünür?
Siz olsanız, “Ya benim uyuşturucu kullandığım ortaya çıkar ve hapse gönderilirsem” diye düşünmez misiniz?
Böyle düşünüp tedavinizden, sağlığınızdan vaz geçebilirsiniz.
İşte sözünü ettiğim insani maliyet bu.
Kullanıcıların peşine düştüğünüz zaman, özel olarak onları hedef aldığınız zaman milyonlarca kullanıcıyı da tedirgin ediyorsunuz ve içlerinden bazılarına belki de az önce söylediğim türden maliyetler yaratıyorsunuz.
Kullanıcıların ardı ardına tutuklandığı, sorgulandığı bir ortamda kaç kişi bağımlılık tedavisi için gönüllü olur sizce?
Onlara dönüp “Bana torbacını ve uyuşturucuyu kimlerle birlikte kullandığını anlatmazsan seni hapse atarım” diyecekseniz kim gider AMATEM’e ve “Ben bağımlıyım, beni kurtarın” der?

