16-08-2024
İsmet Berkan

İsrail-Filistin sorunu: Türkiye’nin ayakları yere ne kadar basıyor?

İsrail-Filistin sorunu: Türkiye’nin ayakları yere ne kadar basıyor?

Türkiye açısından dün önemli bir gündü. Bağımsız Filistin Yönetiminin dünya tarafından da kabul edilen başkanı Mahmud Abbas geldi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde konuşma yaptı.

Olay sadece sembolizmiyle önemli değildi; Türkiye’nin Filistin-İsrail barışında ve Filistin halkının geleceğinde oynamak istediği rol bakımından da önemliydi.

Bazılarının kafası karışık. Daha birkaç hafta önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Mahmud Abbas’a kamuoyu önünde kızmış, ‘Bizden özür dilemesi lazım’ demişti. Bildiğimiz kadarıyla Mahmud Abbas özür dilemedi, ama geldi Meclis’te konuştu.

Daha önce Abbas’ın TBMM’ye gelip konuşma yapma davetini reddetmesinin sebebi Türkiye’nin Filistin konusunda yaşadığı kafa karışıklığını anlatır nitelikteydi.

Türkiye aynı gün birlikte veya art arda konuşma yapmaları için hem Hamas’ın öldürülen lideri İsmail Haniye’yi, hem de Mahmud Abbas’ı davet etmişti. Abbas bu davete çok kızmıştı; çünkü Türkiye kendisini Hamas lideriyle bir ve eşit seviyede görüyordu. Abbas’ın daveti reddetmesinin sebebi buydu.

Mesele şu: 7 Ekim’de İsrail’e düzenlediği saldırılarla yaptığı katliamla İsrail’in intikam saldırılarının önünü açan ve 40 bin Gazze’linin ölmesine, yüz binlercesinin defalarca evlerinden göç etmesine, bu daracık toprak parçasında neredeyse taş üstünde taş kalmamasına neden olmuş olan Hamas dünyanın geri kalanına göre bir ‘terör örgütü.’

Dolayısıyla, dünya bugün dahil İsrail’in Gazze’de ateşkes ilan etmesini sağlamaya ve kalıcı bir barış oluşturmaya çalışırken bile aslında buna başlıca engel Hamas. Gerçi ateşkes görüşmeleri Hamas’la (dolaylı olarak) yapılıyor, dün Katar’da görüşmeler Hamas’ın ‘Biz katılmayacağız’ demesine rağmen başladı ama bu örgütün Filistin’in geleceğinde ne kadar rolü olacağı tartışmalı. Hamas, İsrail’in tamamen yok edilmesi hedefinden hala vazgeçmediği için temelde ‘terör örgütü’ kabul ediliyor.

İsrail’in Gazze’de kalıcı barış için başlıca ön şartı burada veya başka bir Filistin toprağında Hamas’ın yönetici olmaması, hatta bulunmaması.

Filistin toplumu iki siyasi örgüt arasında bölünmüş durumda. Bir yanda meşru ve kabul edilen El Fetih ile işte onun lideri Mahmut Abbas var; bir yanda ise gayrimeşru kabul edilen Hamas.

Fetih ile Hamas yıllardır silahlı çatışma dahil kavga halinde. Türkiye bu kavgayı bitirmek, Filistin’in hiç değilse bu mücadele aşamasında tek yumruk olmasını sağlamak için çalışmak yerine Fetih’e karşı Hamas’ı daha fazla kayırmasına Mahmud Abbas’ın ses çıkarmaması mümkün değildi zaten.

Peki ne oldu da Abbas geldi Ankara’da konuştu?

Dediğim gibi normalde Türkiye’nin yapması gereken Fetih ile Hamas’ı uzlaştırma görevini ta uzaklardan Çin geldi yaptı. İki örgüt (ve diğer örgütler de) Çin’de el sıkıştı, Fetih tarafından temsil edilmeyi kabul ettiler. Yani Hamas kendisi bir adım geriye çekildi.

Anlaşılan Çin’de elde edilen bu sonucu Türkiye de kabullendi, Mahmud Abbas’ı tek başına davet etti; yolu sık sık Türkiye’ye düşen yeni Hamas siyasi büro şefi Yahya Sinvar’ı çağırmadı.

Sadece bu basit karışıklık bile Türkiye’nin Filistin politikalarında ne kadar ayağı yere basan bir noktada durduğunu tartıştırıyor aslında.

Nasıl İsrail’de Binyamin Netanyahu savaşın devam etmesinden siyasi çıkar umuyor ve biraz da o yüzden savaşın bitmesine yanaşmıyorsa, benzer şekilde Hamas da İsrail’in Gazze’ye saldırmaya devam etmesinden siyasi çıkar umuyor, bu sayede varlığını uzatıyor.

Ama Türkiye’yi yönetenler Filistin sahasında 7 Ekimden itibaren oluşan yeni gerçekliğin ya çok farkında değiller veya yeni gerçeği kabullenmek istemiyor, Hamas’ı oksijen çadırında tutmaya devam ediyorlar.

Nasıl Netanyahu iktidarının devamı daha fazla Filistinli’nin ölmesi anlamına geliyorsa Hamas’ın devamı da aynı anlama geliyor: Daha fazla Filistinlinin ölmesi.

O bakımdan Mahmud Abbas’ın dün Ankara’da itibarının iade edilmesi, eğer Türkiye’nin ayaklarının suya değmesi, Filistin konusundaki yeni gerçeği kabullenmesi anlamına geliyorsa bu sevindirici bir gelişme olabilir ancak.

Tayyip Erdoğan ve çevresindeki eski tüfek İslamcılar, İhvan söz konusu olunca gerçekleri hep epey geç kabullenmek zorunda kalabiliyor. Biz bunu Mısır’da yaşadık, Sisi darbesi sonrası Müslüman Kardeşler örgütü yok oldu gitti, ama biz onları savunmayı sürdürdük. Bugün de aynı şeyi Hamas konusunda yaşıyoruz, bu örgütün 7 Ekimdeki saldırılarının intihar saldırısı olduğunu hala anlamadık.

Çözümün değil sorunun parçası haline geldik Filistin’de.

Umarım bu süreç dün itibariyle tersine dönmeye başlamıştır.

Rexx sineması ve ortak tarihe saygı

Rexx sineması ve ortak tarihe saygı

Kadıköy’deki Rexx sineması etrafında yaşanan tartışmayı izliyor musunuz?

Burası belki de Kadıköy’den geriye kalan son sinema salonu olduğu için çok konuşuluyor. Yoksa yıllardır kapalı duruyor zaten.

Belli ki binanın sahibi Rum vakfı buradan daha çok gelir elde etmek, o yüzden de binayı yıkıp yerine daha büyük bir ticari alan inşa etmek istiyor.

Ama bunu bir türlü açık söylemiyor. Binanın yıkılacağı söylentisi çıkınca ‘Evet yıkmak ve yerine de şöyle bir şey yapmak istiyoruz’ demiyor, onun yerine tuhaf haber yalanlamaları yapıyor.

Ya CHP’li Kadıköy Belediyesine ne demeli? Onlar da, yıkım söylentileri sorulunca ‘Biz öyle bir şey duymadık’ diyorlar; oysa duydular, duymakla kalmadılar, yıkımın gerçekleşmesinde kritik bir rol de oynuyorlar.

Kadıköylü olmamama, sadece teyzemler Kalamış’ta oturduğu için çocukluk ve gençliğimde zaman zaman bu yakaya geçmeme rağmen, o yakadaki pek çok sinemayla ilgili benim de anım var. Bugün kaç kişi hatırlıyor Altıyol’daki Kent sinemasını?

Maalesef Türkiye’yi saran AVM kültürü kendilerini yenileyemeyen bu sinema salonlarını yok etti. Bugün Beyoğlu’nda da aslında sinema kalmadı gibi.

Beni üzen şu: Bu türden kamusal mekanlar sahiplerinden ve işletmecilerinden bağımsız bir hayata sahiptir; bir biçimde pek çok insanın hafızasında yer edinirler çünkü.

Eskiden mesela Harbiye’de Konak Sineması vardı. Şimdi her önünden geçişimde Star Wars filmini gösterime girdiği ilk gün seyrettiğim bu sinemanın tam yerini bir kez daha aklıma kazımaya çalışıyorum. Çünkü Harbiye’de eskiden öyle bir sinema olduğuna, yüzbinlerce insanın bu sinemada türlü çeşitli anılar biriktirdiğine dair tek bir iz yok artık.

Rexx de böyle bir yerdi. Belki yüzbinlerce, belki milyonlarca insanın anılarında yer alan bir mekan.

Orayı yok ettiğinizde, bizi geçmişimizden ve daha önemlisi kimliğimizi oluşturan önemli referans noktalarından birinden yoksun bırakmış oluyorsunuz.

Bu referans noktaları sadece sinema salonlarıyla ilgili değil. Tanıdığınız, bildiğiniz, mesela bahçesinde sevgilinizle ilk kez el ele tutuştuğunuz bir yer yok oluveriyor. Başka bir gün, yıllarca kapısından girip çıktığınız bir bina ortadan kayboluyor. Bazen çocukluğunuzun geçtiği mahalleyi, sokakları tanıyamıyorsunuz, çünkü geriye tek bir referans noktası kalmamış oluyor.

Anlıyorum ki o bina depreme karşı dayanıksız. Peki ama yıkmadan güçlendirmenin, yok etmeden var etmenin bir yolu yok mu?