04-06-2024
İsmet Berkan

Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru ne kadar da safça bir masal haline geldi

Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru ne kadar da safça bir masal haline geldi

Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Alman yazar Heinrich Böll’ün bu ödülü aldıktan sonra yayınladığı ilk romanı Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru’nu genç bir gazeteci olarak 80’li yılların başında okumuştum.

Bu kısa roman yeni yeni yapmakta olduğum gazetecilik mesleği hakkında düşünmeme neden oldu; çünkü romanda bir genç kadının hayatının medya tarafından nasıl mahvedildiği anlatılıyordu.

Roman 1974’te yazılmıştı ve şimdi bakınca daha iyi görüyoruz: Bugün tamamen başka bir dünyada, tamamen başka bir ahlak ve onur anlayışıyla yaşıyoruz.

Evet, romancı dünyanın ahlak ve onur anlayışının bozulmaya başladığını saptamak bakımından belki son derece önemli bir gözlem yapıyor ama bugün baktığınızda Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru çocuk saflığında bir bakış gibi geliyor insana.

Bugün karşımızda sosyal medya diye bir canavar var. Bu canavar yarattığı ekonomiyle insanın içindeki en kötüyü ortaya çıkardı, yaptığı yetmezmiş gibi en kötünün daha da kötüsünü her gün arayıp onu ödüllendirmeyi sürdürüyor.

Dün sabahın erken saatlerinde bilgisayarımın başında oturmuş 10Haber için çalışırken üyesi olduğum kimi WhatsApp gruplarından gelen mesajlar dikkatimi çekti.

O an vaktim yoktu bu mesajlara bakmaya ama işim bitip bakabilir hale geldiğimde de iş işten çoktan geçmişti.

Hikaye şu: Önceki gece yarısını dün sabaha karşıya bağlayan saatlerde Türk kadın milli voleybol takımı ABD’nin Dallas kentindeki turnuvada ABD milli takımı ile oynamıştı. 3-2 Türkiye’nin galibiyetiyle biten maç son derece heyecanlı geçmişti ve maçın kazanılması da büyük sevinç yaratmıştı.

Sevinenlerin başında Dallas’ta o maçı sahada seyredenler vardı kuşkusuz. Türkiye’de TRT Spor tarafından o saatte canlı yayınlanan maçı TV başından seyreden insan sayısı maçın saatinden ötürü çok da fazla değildi. Ama TRT yayınında salondaki sevinç görüntülerine Türkiye taraftarı genç bir hanımın dekoltesinden taşan memesi de yansımıştı.

Dedim ya maçı canlı seyreden insan sayısı çok yüksek olamazdı ama o az sayıda insandan biri TRT ekranına yansıyan meme görüntüsünü yakalamış, koca maçı paylaşmak, büyük zaferin tadını çıkarmak dururken ağzından salyalar saça saça o meme görüntüsünü paylaşmıştı.

Sosyal medyanın sözde ahlak bekçisi ama aslında kadın memesi görünce ağzından salyalar akan vahşi kalabalığı bu paylaşımın üstüne atlamış, o sırada büyük ihtimalle ABD’de uyumakta olan ve Türkiye’de yaşananların farkında olmayan genç kadının onurunu yerle bir etmişti.

Dün o genç kadına yapılan bu yoğun saldırıyı gün içinde okumaya yüreğim yetmedi, midem bulandı yazılanları görünce.

Ama her şeyin üstüne tüy diken bence TRT’nin kalkıp özür dilemesi oldu.

Bugün Ertuğrul Özkök’ün yazdığı gibi TRT aslında o görüntüyü sansürleyemediği, genç kadının yaşadığı kazanın ekrana yansımasını engelleyemediği için özür diliyor.

Ama bunu derken de, sosyal medyadaki linççi kalabalığa hak verir gibi davranıyor, ‘Kamuoyunun bilmesini isteriz ki, maçın çekimini ve rejisini ev sahibi ABD’li yayın kuruluşu gerçekleştirmiştir. TRT spor ve maçı yayınlayan tüm yayın mecraları ABD’li yayın kuruluşunun anlık ilettiği görüntüleri müdahale imkanı olmaksızın ekrana yansıtmıştır. Dolayısıyla yayın politikamıza tamamıyla ters olan bu görüntü ABD yayın kuruluşu kaynaklıdır ve bu durumdan duyulan rahatsızlık da karşı tarafa iletilmiştir’ diyor.

Sanırsınız tribündeki o kadın bir teşhirci, memesini kasten ve ilgi çekmek için açmış. Birkaç saniyelik görüntüyü izleyen aklı başında her insan görüyor ki kadının yaşadığı bir kaza.

Bugün Zeynep Güven de onu yazmış, TRT illa özür dileyecekse, özür dilemesi gereken durum o görüntüler değil, o görüntüler yüzünden bir genç kadının çiğnenen onuru.

Görüntülerin yayınlanması nasıl TRT’nin elinde ve kontrolünde değilse, memelerinin açılması ve TV ekranına yansıması da o genç kadının kontrolünde değildi. Ve esas sorun ekrana yansıyan o görüntünün bir kısım sosyal medya zebanisinin ağzının sularını akıtması burada; ekrana yansıyan görüntüler değil.

Görüyorsunuz, bunlar artık o kadar sıradan ve gündelik onur çiğnemeler ki Heinrich Böll’ün 50 yıl önce yayınladığı roman artık çocuk saflığında gibi duruyor.

Kayyum sezonu açıldı mı? Aynı film yeniden…

Kayyum sezonu açıldı mı? Aynı film yeniden…

Polis önceki gece yarısı Hakkari Belediyesi’ni kuşattı, dün sabah da içeri girdi. Kısa süre sonra da resmi açıklama yapıldı: Hakkari Belediye Başkanı Mehmet Sıddık Akış görevinden alınmış, yerine de kayyum olarak vali atanmıştı.

Yerel seçimi biz 31 Martta, yani iki ay önce yaptık. Seçimin yapıldığı günden beri Türkiye’nin geçmişten ders çıkarıp çıkarmadığını, Kürt siyasi hareketinin kazandığı belediyelere yeniden sudan gerekçelerle kayyum atanıp atanmayacağını merak ediyorduk, dün sabah itibariyle iktidar merakımızı giderdi. Şimdi yeni merakımız, kayyum atamalarının daha da yayılıp yayılmayacağı, 2019 seviyesine erişip erişmeyeceği…

Elbette halktan yüzde kaç oy almış olurlarsa olsunlar belediye başkanlarının suç işleme özgürlüğü ve dokunulmazlığı olamaz. Ama burada önemli olan, suç işlemeleri.

Biliyorsunuz, evrensel hukuk kuralıdır, mahkeme tarafından suçlu bulunana kadar herkes masumdur. Bu kural belediye başkanları için de geçerli.

Hakkari Belediye Başkanı’nın görevden alınmasına neden olan suçlamalardan biri 2014 yılından, diğeri 2017 yılından kalma. Başkan birincisi için yargılanıyor ama henüz mahkum olmuş değil. İkinci suçlama içinse yargılama yok, soruşturma var sadece.

‘Esnaftan haraç istedi’ denen şey güncel bir suçlama değil.

Ama bunları söylemenin de bir anlamı yok. Çünkü sanki hukuk, evrensel hukuk varmış gibi konuşmuş oluyoruz bunları söyleyince. Oysa evrensel hukuka göre belediye başkanının idari kararla görevden alınamaması gerekir; ancak mahkeme kararıyla olabilir görevden alma.

Siyasette esen yumuşama rüzgarı da sanırım burada sona erecek, en azından büyük yara alacak.

MHP iktidar içinde bir kez daha ağırlığını koymuş, dediğini yaptırmış olacak. Daha iki gün önce Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ‘Hedefimiz daha çok özgürlük ve demokrasi’ demişti.

Alın işte özgürlük ve demokrasi…