Kemal Derviş, Türkiye’ye nasıl geldi?
Tesadüf bu ya, o sabah efsanevi Merkez Bankası Başkanı Rüşdü Saracoğlu beni ziyarete gelmişti, o zamanlar Radikal’de çalışıyordum, odamda sohbete başladık.
Bir süre sonra asistanım Meltem kapıyı açıp içeri girdi, ‘Murat Yetkin arıyor’ dedi, ‘Acil ve önemliymiş.’
Ankara Temsilcimiz, sevgili arkadaşım Murat, ‘Tuhaf şeyler oluyor’ dedi, ‘Başbakan Ecevit, MGK toplantısının ortasında kalktı Köşk’ten ayrıldı…’
Henüz bilgi yoktu. Televizyonu açtık belki ilave bilgi vardır diye ama biz Rüşdü Beyle sohbete devam ettik.
Biraz sonra Ecevit canlı yayına çıktı, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’le kavga ettiğini anlattı, ‘Bu bir devlet krizidir’ dedi.
Rüşdü Beyin ilk yorumu, ‘Bugün akşama kadar 9 milyar dolar çıkmak ister’ oldu. Meşhur 2001 Şubat krizini böyle karşıladık.
O sırada Türkiye, Uluslararası Para Fonu IMF ile ‘Sürüklenen kur çıpası’ adı verilen bir program uyguluyordu. Buna göre Merkez Bankası aylar önceden her gün için dolar kurunu ilan ve taahhüt etmiş durumda; kurun seviyesini banka piyasadaki TL miktarını kısıtlayarak kontrol ediyor. Yani kur belli ve elinde TL olana satılıyor ama yüklü miktarda döviz almak için kimsenin elinde TL yok.
Yabancı bankalar ve fonlar o gün dolar almak için saldırdı, sahiden Rüşdü Beyin tahmin ettiği seviyede bir alım talebi geldi ama elde TL yoktu, ancak 3,5 milyar dolar civarında bir para alabildiler. Tabii o yüzden faizler birden tavana vurdu, gecelik Repo’da yüzde 400 ve üzerini gördük.
İki gün sonra Türkiye’nin gardı düştü, IMF programı terk edildi ve bugün de uygulanan serbest dalgalı kura geçildi; kurun seviyesi piyasada belirlenecekti. Tabii bir anda çok yüksek bir devalüasyon oldu; gecelik faizler ise düştü.
Kurun serbest bırakılmasıyla birlikte bir anda Türkiye’nin bütün bankaları kağıt üzerinde iflas duruma geldi; çünkü bütün bankalar devasa döviz borçlanması yapmış, o paraları TL’ye dönüp Hazine’ye borç olarak vermişlerdi. Şimdi, hem ellerindeki Hazine bonolarının değeri düşmüş hem de döviz yükümlülükleri karşılayamayacakları seviyelere gelmişti. Türkiye tarihinin en büyük finansal krizine girmişti ve buradan çıkmak kolay değildi.
Kuru serbest bırakan Merkez Bankası Başkanı Gazi Erçel ile o sırada Hazine Müsteşarı olan Selçuk Demiralp görevlerinden istifa ettiler. Bülent Ecevit başkanlığındaki hükümet ekonominin başına bürokrat aramaya başladı.
Tabii çok hızlı gelişmeler oluyordu; örneğin benim bildiğim efsanevi Merkez Bankacılardan, zamanında Rüşdü Beyin yardımcılığını yapan Ercan Kumcu’ya görev teklif edildi, Kumcu’nun şartları vardı, hükümet kabul etmedi. Bürokrasinin başka yıldız isimleri de (Yener Dinçmen, Mahfi Eğilmez gibi) arandı ama hiçbiri hükümete güven duymadığı için görevi kabul etmedi.
O gün akşam üzeri, o sıralar Sedat Ergin ve Fikret Bila ile birlikte CNN Türk’te yaptığımız Ankara Kulisi programı yayını için Ankara’ya yola çıkmıştım, telefonum çaldı. Arayan, Merkez Bankası’nın başkan yardımcılarından, Şükrü Binay’dı.
Şükrü, biraz da şaka yollu, ‘Ben’ dedi, ‘Formülü buldum. Kemal gelsin Amerika’dan Merkez Bankası’nın başına, ben de Hazine’ye gideyim, Yener Bey de Başbakanlık Müsteşarı, Rüşdü Bey ekonomi bakanı olsun.’
Kemal dediği, dün aramızdan ayrılan Kemal Derviş’di.
Akşam CNN Türk yayını bitti; TV stüdyosundan Sedat Ergin’le birlikte çıktık, yürüyerek Kavaklıdere’ye, benim kaldığım Hilton Otelini doğru yürüdük, yolda da ekonomik krizi konuştuk. Otelin önüne geldiğimizde Sedat’a ‘Gelsene’ dedim, ‘Bir kadeh bir şey içelim.’
Lobiden girer girmez bizi bir sürpriz bekliyordu. Koca bir masaya yayılmış Odalar Birliği heyeti vardı, o sırada Türkiye Odalar Birliği Başkanı olan rahmetli Fuat Miras ve şimdiki başkan Rifat Hisarcıklıoğlu bize seslendi, mecburen onların masasına konuk olduk.
Masada elbette ‘Memleket nasıl kurtulur’ sohbeti yapılıyordu, bizler gün boyu bu sorulara cevap aradığımız için artık sıkılmıştık, ben işi şakaya vurmaya çalışıyor, Odalar Birliği’nin kendi parasını yüzde kaç gecelik faizde tuttuğunu öğrenmeye çalışıyordum.
Fuat Miras bir ara, ‘Yarın’ dedi, ‘Ecevit’e gideceğiz, ne diyelim? Kimi önerelim?’
Ben yarı şaka yarı ciddi, ‘Kemal Derviş diye bir adam var, onu getirsinler, Türkiye kurtulur’ dedim. Masada uzun yıllar Washington’da görev yapmış, bu arada Kemal Derviş’le de bir dostluk geliştirmiş olan Sedat Ergin hariç kimse bu ismi bilmiyordu.
‘Yahu’ dedim, ‘Nasıl bilmezsiniz? Bu adam Dünya Bankası’nın Başkan Yardımcısı.’
Fuat Miras cebinden Ankaralıların çok iyi bildiği o not kartonlarından çıkardı, üzerine Kemal Derviş’in adını yazdı.
Ertesi sabah ben İstanbul’a döndüm, o günün akşamı bir düşünce kuruluşunun İstanbul’daki bir otelde bir sunumu vardı. Akşam üzeri gazeteden çıkmak üzereyken o sırada Radikal’de yazan Haluk Şahin’in de aynı toplantıya gideceğini öğrendim, birlikte benim arabamla yola çıktık.
Yolda telefonum çaldı. Arabanın hoparlöründen konuştum, Haluk Şahin de şahittir, arayan Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan’dı. ‘Yahu İsmet’ dedi, ‘Sen Kemal Derviş diye birini söylemişsin, bu adamı arıyoruz ama telefonuna ulaşamıyoruz, sende var mı telefonu?’ Hayır, bende yoktu ama öğrenip hemen geri dönecektim.
Kemal Derviş’in çok yakın dostu olduğunu bildiğim Rüşdü Saracoğlu’nu aradım hemen. Rüşdü Bey, ‘Dur, telefon Nurdan’da var’ dedi, telefonu eşine uzattı. Nurdan hanım da numaraları söyledi, ben araba kullandığım için numaraları galiba Haluk Şahin not etti. Yeniden Hüsamettin Özkan’ı aradım ve aldığım numaraları ona verdim. Daha hala varacağımız yere varamamıştık bu arada.
Akşamki sunumda Ercan Kumcu da vardı. Kumcu, onca yakınlığımıza rağmen kendisine hükümetten bir teklif geldiğini ne doğruluyor ne yalanlıyordu, tipik bankacı ketumluğu. Ben Kemal Derviş öyküsünü ona da gülerek anlattım. Gülüyordum ama aslında hükümetin çaresizliğinin boyutları ürkütücü derecede çok büyüktü.
İki gün sonra Kemal Derviş Ankara’da uçaktan indi.
Gerisi tarih.