08-04-2024
İsmet Berkan

Önceden Haber Verilmiş Bir Cinayetin güncesi: Futbol nasıl öldü?

Önceden Haber Verilmiş Bir Cinayetin güncesi: Futbol nasıl öldü?

Futbol kelimesiyle ‘skandal’ ve ‘fiyasko’ yakıştırmalarının çok sık yan yana geldiği bir ülkede yaşıyoruz.

O kadar çok oluyor ki bu yan yana gelmeler, o kelimeler artık normalde ifade etmeleri gereken anlamı, yani ‘skandal’ veya ‘fiyasko’yu değil, daha sıradan bir durumu ifade ediyor sanki.

Türk futbolunu nitelemede yakıştırmalar kifayetsiz kalıyor artık anlayacağınız.

Bunların en sonuncusunu, artık ister ‘skandal’ı tercih edin ister ‘fiyasko’yu, dün gece yaşadık.

Aslında normal şartlarda olan çok büyük bir olaydı: Türkiye’nin en büyük taraftar kitlesine sahip iki dev kulübü bir final maçı oynayacaktı. Ama kulüplerden biri sahaya 19 yaş altı takımını sürdü, üstelik maç sadece bir dakika oynanabildi, o kulüp genç takımını da sahadan çekti.

Fakat Türkiye bugün bu büyük olayı öyle ‘büyük olay’ gibi yaşamıyor. Dün gece sosyal medyada vs biraz geyiği oldu, bugün üç beş köşe yazısı var, sonra olay sönecek gidecek.

Oysa diyorum ya, olay aslında çok büyük.

Peki neden algısı bu kadar küçük ve olayın büyüklüğüyle uyumsuz bir tartışma çıktı?

Sebebi son derece basit: Dün akşam bu büyük olayın yaşanacağını bilmeyen tek bir futbolsever yoktu ülkede.

Fenerbahçe bundan altı gün önce olağanüstü genel kurul yapıp dün akşam yaşanacakları önceden ilan etmişti.

Hala anlamayan kalmasın diye Fenerbahçe’nin ikinci başkanı çıkıp ‘Maça U19’la çıkacağız ama maç 90 dakika sürmeyecek’ demişti.

Olayın taraflarından biri bunlara karar alır, bağıra bağıra söylerken ülkemizde futbolun paydaşı olan herkes kulağının üstüne yatmıştı.

Fenerbahçeli olmayan tek bir kişi bile çıkıp ‘Yahu arkadaşlar ne yapıyorsunuz, bir barış görüş yolu bulalım, bu saçma durum sona ersin’ dememişti.

Futbol Federasyonu ne yapacağını bağıra çağıra açıklayan Fenerbahçe ile en ufak iletişime geçmemiş, ortadaki sorunu çözmeye çalışmak için kılını kıpırdatmamıştı.

Galatasaray rakibinin U19 takımıyla geleceğini bildiği halde sahaya tam kadro çıkmış, daha o gün öğle saatlerinde zaten zorlu bir maç oynamış olan genç Fenerbahçelilere hiç acımadan 43. saniyede gol atmış, yetmezmiş gibi 19 yaşından küçük ve üstelik yorgun çocuklara atılan gole abartılı biçimde sevinmişti. Fenerbahçe sahadan çekilmeyip maça devam etse Galatasaraylı oyuncular 10 gol daha atacak, attıkları her gole ayrı sevinecek ve sonra sanki hakkıyla kazanmışlar gibi kupayı da kaldıracaklardı belli ki (Nitekim Fenerbahçe sahadan çekildikten sonra Galatasaraylı bir oyuncu kenardaki kupayı kapıp kendi yedek kulübesine götürdü bile).

Sorsanız Galatasaray yönetimine, ‘Onlar da A takımlarıyla çıksaydı’ diyecekler.

Makyavel yüzyıllar önce İtalya’da yaşamış bir adamdı; ruhu bugün Türkiye’de hemen hemen her alanda yaşıyor maalesef.

Ya Fenerbahçe’ye ne demeli? ‘Ligden çekiliyoruz’ afralanmasıyla başlayan Türk’ün Türk’e propagandası sürecini sahaya 19 yaş altı çocukları atarak tamamladı. Ali Koç yönetimi tebrik bekliyor olmalı, zaten camiasından tebrik edeni de bol ama bu yapılanın yanlışlığını, korkakçalığını söylemeye bir tek Aziz Yıldırım cesaret edebildi (Birkaç yıl önce Beşiktaş kendince gerekçelerle Fenerbahçe ile oynayacağı kupa maçına çıkmamış, cezasını da çekmişti. Fenerbahçe neden bunu yapmadı, onun yerine U19 takımını sahaya sürdü, sonra da sahadan çekti, anlamaya imkan yok).

Gelelim Futbol Federasyonu’na… Bu sezonun skandallarını (fiyaskolarını) Cüneyt Muharremoğlu yazısında tek tek sıralamış. Bu skandalların hepsinin bir ortak özelliği var: Tamamı federasyonun yönetim hatalarından, beceriksizliklerinden, kararsızlıklarından, tutarsızlıklarından, adaletsizliği bir sistem haline getirmesinden kaynaklanıyor. Dün akşam yaşanan da açıkça federasyonun yönetimsizliği yüzünden yaşandı.

Federasyon, adı üzerinde herkesin federasyonu ve ortaya bir sorun çıktığında çözmek onun görevi. Bizim federasyonumuz Trabzon-Fenerbahçe maçından itibaren son 20 gündür züccaciyeci dükkanındaki dev gibi fili görmezden gelerek vakit geçirdi.

Açıkçası gücünü tam olarak nereden aldığı bilinmeyen Mehmet Büyükekşi’nin bir gün bile gecikmeden istifa etmesi gerek ama etmiyor; en azından 18 Temmuza kadar görevinde kalmak istiyor. Futbolun paydaşları ise küçük çıkar hesaplarıyla bu duruma göz yumacak gibi duruyor.

Yaygın inanış Mehmet Büyükekşi’ye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın arka çıktığı. Ben bunun doğru olduğunu düşünmüyorum ama velev ki doğru, futbol paydaşlarının önce kendi işlerine sahip çıkıp futbolu böyle bir boyunduruktan kurtarması gerekmez mi? Eğer siyaset uzaktan futbolu yönetiyorsa, alın size futbolu siyasetten kurtarmak için muhteşem bir fırsat.

Ama tabii bir de ‘futbolun paydaşları’ meselesi var. Kulüpler, hakemler, yayıncı kuruluş, medya… Bu listeye yazdığım ve yazmadığım bütün bu paydaşlar ordusu adeta elbirliğiyle futbol endüstrisini küçültmek, güdükleştirmek, anlamsızlaştırmak için çaba içinde.

Futbol bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de eğlence sektörünün çok büyük ve önemli bir parçası. Ama futbolun paydaşları ülkemizde bu sektörel payı küçültmek için çalışıyor, oysa tam tersini yapmaları gerek.

Sağır sultan bile duydu, Türkiye’de futbolun en büyük sorunu bu oyunun adil şartlarda oynandığına inanan tek bir kişi bile olmaması. Türkiye’de futbolun sorunlarını çözme iddiasındaki herkesin ilk yapması gereken bu: Adaleti, yani aslında ‘Fair play’i sağlamak.

Burada en büyük sorun hakemler ve onların kasıtlı/kasıtsız hataları gibi duruyor ama adalet sorunu sadece bundan ibaret değil. Şampiyonluk söz konusu olduğunda üç büyükler adı verilen kulüplerden başkasının adının geçmemesi, bu üçlü tekeli sadece Trabzonspor, Bursaspor ve Başakşehir’in kırabilmiş olması futbolumuzun adalet sorunu hakkında bize çok şey söylüyor zaten.

Fair play bizde anlamını tamamen kaybetmiş, içi tamamen boşalmış bir başka kavram maalesef.

Dün akşam Türk futbolunun ne büyük bir yara aldığını anlatmaya kelimeler yetmiyor. Ama bu cinayet göz göre göre, hatta önceden ilan edilerek ve herkesin gözü önünde işlendi.

Abdülkadir dur bir sakin ol, daha dört yıl var

Abdülkadir dur bir sakin ol, daha dört yıl var

Abdülkadir Selvi sevdiğim bir gazeteci dostum. Onu YeniŞafak yıllarından beri merakla izlerim, yazılarını da hep dikkatle okurum.

Bugünkü Hürriyet’teki yazısı ‘İmamoğlu ile Yavaş arasında cumhurbaşkanlığı yarışı başladı’ başlığını taşıyor. Devamını okumak çok gerekmiyor, yazının ne söylediği başlığında açıkça yazılı zaten.

Bana soracak olursanız eksik bir yazı. CHP içinde yaşanacak yarışta artık bir üçüncü aday daha var: CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel de Cumhurbaşkanlığı yarışına rahatça girebilir artık; çünkü partisinin oy rekoru kırmasında herhalde onun da önemli rolü var.

Yalnız sorun şu, ‘Cumhurbaşkanlığı yarışı’ dediğiniz şey şu an çok uzakta, daha dört yıl var o yarışa. Ne Ekrem İmamoğlu, ne Mansur Yavaş, ne de Özgür Özel o kadar siyaset tecrübesi olan insanlar. Bu üç önemli ismin bugünden o yarışın kavgalarına girmesini beklemek en önce onlara hakaret.

Bugünden bakınca dört yıl sonrasına ilişkin o kadar çok bilinmez var ki CHP’deki adaylık yarışı onlardan sadece biri olabilir ancak.

Abdülkadir Selvi belki şu konuyu da şimdiden yazmak ister: 

Anayasaya göre bu, Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olarak son dönemi. Acaba Erdoğan yeniden aday olmak istiyor mu? İstiyorsa bunu nasıl (erken seçimle mi, anayasa değişikliği ile mi) yapmayı planlıyor? Yeniden aday olmak istemiyorsa Ak Parti’de cumhurbaşkanlığı yarışında hangi isimler var?

Erdoğan’ın gelecek planlarını Abdülkadir’in kaleminden okumak isterim doğrusu…

Kim bilir, belki Abdülkadir de bana döner, ‘Dur İsmet abi sakin ol, daha dört yıl var’ der.

Nur topu gibi bir Dilek İmamoğlu meselemiz oldu

Nur topu gibi bir Dilek İmamoğlu meselemiz oldu

Türk siyasetinde her zaman bir ‘First Lady’ sorunu olmuştur. Nazmiye Demirel’i de, Rahşan Ecevit’i de, Semra Özal’ı da, Özer Çiller’i de tartıştık. Son 21 yıldır Emine Erdoğan var, az tartışıyoruz ama var olduğunu ve kendi başına bir güç oluşturduğunu hepimiz biliyoruz.

Bu konu tartışmalı, çünkü bu isimlerin eşleri halktan oy alıyor, seçiliyor ama bir biçimde onlar da güç sahibi oluyor. O gücün demokratik meşruiyeti konusu da ister istemez konuşuluyor.

Bu sabah T24’te Cansu Çamlıbel’in Ekrem İmamoğlu’nun eşi Dilek İmamoğlu ile söyleşisini okuyunca kendi kendime ‘Nur topu bir yeni siyasi tartışmamız oldu’ diye düşündüm.

Dilek İmamoğlu etkileyici bir hayat hikayesine sahip ve belli ki çok güçlü bir kadın. Bugüne kadar zaman zaman sembolik bazı siyasi çıkışları da oldu, örneğin Başak Demirtaş’la buluştu, bugün de Emine Erdoğan’la yan yana gelme isteğini duyurmuş.

Altı bin metrekare başkanlık katı ve jakuzisi

Altı bin metrekare başkanlık katı ve jakuzisi

Ekrem İmamoğlu’nun başarılı kampanya yöneticisi, reklamcı Necati Özkan dün sosyal medyada küçük çaplı bir fırtınaya sebep oldu.

Özkan CHP tarafından kazanılan Sancaktepe Belediyesine yeni başkanı tebrike gitmiş ve belediye binasında gördüğü başkanlık katından çok etkilenmiş. Başkanlık katı altı bin metrekare büyüklüğünde, diye anlattı Özkan.

Ben önce rakama takıldım. Sahiden Sancaktepe Belediye binası altı bin metrekarelik taban alanına mı sahip? Sanmıyorum, ama bunu fotoğrafa bakıp söylemek de kolay değil.

Necati Özkan’a göre bu katta 200 metrekare özel mutfak vardı. 200 metrekare? Çoğumuzun evinden büyük. Ama en sansasyoneli bu katta jakuzi bulunduğunu söylemesiydi.

Jakuzi neden bu kadar ilgi çekiyor ve tepki görüyor bilmiyorum, sonuçta bir küvet, ama günün en çok konuşulan mevzusu o oldu. Sonunda anlaşıldı ki başkanlık katında jakuzi yok ama başkanın yıkanması, duş yapması için bir banyo mevcut.

Ben hala altı bin metrekare meselesindeyim. Bildiğim, mesela Beşiktaş belediye başkanları da Levent’teki başkanlık binasının en üst katını olduğu gibi başkanlık katı olarak kullanıyor kim bilir kaç dönemden beri. Acaba orası kaç metrekare? Orada banyo var mı, başkan için dinlenme odası var mı?