Hayatımızdan bir Özcan geçti
Bilen bilir, İstanbul’un Bebek Kahve’si çok özel bir yer.
Neden özel bir yer? Çayı çok güzel olduğu için mi, kahvesi özel olduğundan mı, mönüsünün zenginliği yüzünden mi, manzarası için mi?
Hepsinin bir rolü var kuşkusuz ama esas sahipleri, çalışanları ve müdavim müşterisi yüzünden özel bir yer Bebek Kahve.
İstanbul’un, hatta Türkiye’nin, hatta dünyanın dört bir yanından insanlar bu kahvenin methini duyar ve gelirler. Hele hava güzelse, cumartesi pazar orada yer bulmak imkansızdır.
Bu inanılmaz müşteri kalabalığı içinde bile kahvenin 40 yıllık müdavimleriyle sahipleri ve çalışanları arasında müthiş bir dostluk vardır, karşılıklı anlayış vardır.
Benden daha eski müdavimler, benden daha sadık müdavimler de var ama ben de 80’lerden beri Bebek Kahve’ye giderim. Son birkaç yıldır sabah rutinim değiştiği için daha az gidebiliyorum ama yakın zamana kadar beni her sabah 07.30-09.30 arasında kahvenin en kenarındaki hep aynı masada artık maalesef hayatta olmayan sevgili köpeğim Merlin’le birlikte görebilirdiniz. Merlin’le Hisar’a kadar yürüyüşümüzü yapar, sonra Bebek’te pasajdan gazetelerimi alır kahveye otururdum. İki büyük ıhlamur eşliğinde gazetelerimi okur, en sonunda da bir bazen iki keyif espressosu içerdim.
Kahvenin sabahçısı çoğunlukla Özcan’dı. Benim bir şey dememe gerek yoktu, bazen ben daha masaya oturmadan ıhlamurumu oraya bırakırdı.
Bebek Kahvenin sabah müdavimleri tamamen ayrı bir topluluktu zaten. Herkesin yeri belliydi neredeyse. Olacak şey değil ya, diyelim ki o sabah Can gelmedi, merak edilirdi, ‘Can nerede’ diye sorulurdu, hatta telefon edilir, neden gelmediği öğrenilirdi. Ben de böyle çok telefon aldım. Özcan arardı, selamsız sabahsız, ‘İsmeet, nerdesin’ diye hesap sorardı.
Ben kahveye ilk gelmeye başladığımda Özcan yoktu. Yani kahvede ondan eskiyim. Abdullah Amca hayattaydı o zaman. Aynı anda dünyanın en ters ve en sevimli insanıydı rahmetli. Göbeğini sallaya sallaya içeceğinizi getirir, hal hatır sorar, sizi ne kadar yakından takip ettiğini belli ederdi. Aileniz gibiydi Bebek Kahvenin sahipleri de, çalışanları da. Onlar sizi aileleri gibi görünce siz de onları aileniz gibi görüyorsunuz. Sevgi ve ilgi karşılıklı bir şey. İşte Bebek Kahvenin sırrı da bu zaten. Orada kendinizi yabancı hissetmezsiniz.
Abdullah Amcanın (Atakan) çocukları Çiğdem, Selahattin, Affan, Esra hep kahvede büyüdüler. Bugün gidin, hala Selo ve Çiğdem’i servis yaparken veya müşterilerle sohbet ederken görürsünüz. Orası bir aile işletmesi. Ama aileye müşteriler de dahil.
Her tarafın marifetmiş gibi kafeterya olduğu memlekette İstanbul’un en değerli yerlerinden birinde eski usul içinde tavla oynanan, kağıt oyunları oynanan, okey oynanan bir kahve olması belki de zamanın ruhuna ters bir şey. Ama öyle değil. Hemen Bebek Kahve’nin bitişiğinde kaç ‘kafeterya’ battı veya el değiştirdi, Bebek Kahve taş gibi ayakta. Hem de 1945 yılından beri.
2005 yılıydı, bir gazetecilik toplantısı için Amerika’daydım, telefonum çaldı. Arayan, Bebek Kahvenin bir başka sabah müdavimi olan, bugünün Işık Üniversitesi rektörü Prof. Dr. Hasan Bülent Kahraman’dı. ‘Affan ölmüş’ diyordu.
Affan, hepimizin kardeşi. Kahvede elimizde büyüyen Affan bir trafik kazasında gencecik yaşında aramızdan ayrılmıştı. Otel odamda gözyaşlarına boğulduğumu hatırlıyorum.
Dün sabah Özcan’ın ölüm haberini bir başka sabah müdavimi, Ahmet Utlu verdi. Olduğum yerde kaldım. Sabah kahveye gittim başsağlığına, ağlamamı durduramıyordum.
Özcan, aslında bir sinir küpüydü. Her şeye kızar ve bağırırdı, küfürleri ve patavatsızlıklarıyla meşhurdu aramızda. Ama onun bu hali bizim de sabah neşemizdi. Onun iğneli dilinden kimse kurtulamazdı. Sabahları onunla biz müdavimler arasındaki atışmalar ama en çok da Fenerbahçe atışmaları bazen günler sürerdi.
Özcan çoğu zaman cezai ehliyeti yokmuş gibiydi; herkese her şeyi söyleyebilirdi. Ama içinde bir altın kalp vardı. Bir seferinde Bebek parkında uyuyan bir evsizi alıp Bebek üstündeki taksi duraklarından birine yardımcı diye işe sokmuş, ona kıyafetler almıştı. Ama o evsiz akli dengesi yerinde olmayan biriydi, taksi durağında bir şoföre saldırmış, onu yaralamıştı. Özcan haftalarca o olayın vicdan azabıyla yaşadı.
Çoktan rahmetli oldu, Vahram Abimiz vardı, bir başka sabah müdavimi. İstanbul’un ve Bebek’in köklü ailelerinden birine mensuptu Vahram abi ve sohbetine doyum olmazdı. Bir gün ölüm haberi geldi. Özcan ısrar etti, sabah cenazesi kahvenin karşısında Bebek Camisinde musalla taşına kondu, hep birlikte onun için dua ettik, ondan sonra cenaze kilisesine gitti, toprağa verildi.
Anlayacağınız Bebek Kahve öyle herhangi bir yer değil. Dün toprağa verdiğimiz Özcan da herhangi biri değildi.
Nur içinde yatsın.