Siyasete her gün analiz kasanlara bir öneri: Gündüz televizyonu izleyin
Genç olsam Türkiye’de sosyoloji doktorası yapmak isterdim.
Elbette hepimiz hatırlıyoruz 14 ve 28 Mayıs’tan sonra yapılan yüksek perdeden yorumları.
Seçimle birlikte Türkiye’nin artık daha ‘milliyetçi’ olduğunu söylüyorduk hepimiz MHP’nin, İyi Parti’nin ve Zafer Partisi’nin oylarına bakıp.
Ak Parti’ye oy verenlerin tamamının muhafazakar dindarlar olduğuna dair bir kesin kabul vardı siyaset analizi kasan herkeste.
CHP seçmeni ise nesli tükenmekte olan ulusalcı-Kemalist bir azınlıktı.
Sadece dokuz ay önce bunları konuşuyorduk.
Bir de bugüne bakın. Nerede o ‘daha milliyetçi’ Türkiye? MHP’nin oyu yüzde yüzde 5, İyi Parti’nin oyu yüzde 4 bile değil, Zafer Partisi’ninki ise yüzde 1,5. Bundan 10 ay önce yüzde 20’ye varan oy alan üç parti toplamda yüzde 10’a gerilemiş.
Ne oldu, şimdi de daha az milliyetçi mi olduk?
Uzaydan seçmen mi geldi de CHP’nin oyu yüzde 34,5’a fırladı?
Bazı şehirler dinden mi vazgeçti ki Ak Parti buraları kaybetti?
Hayır, hiçbiri olmadı; çünkü geçmişte durum bu diye inandığımız şeyler gerçek değildi.
Ben yetişkin hayatımın neredeyse tamamında ‘Türk milleti’ adlı milleti tanımaya çalıştım. Sadece gazetecilik değil, ister siyasi görüş olsun, ister gofret, herhangi bir şeyi satma başarısının da hitap etmek istediğiniz kitleyi tanımaya çalışmakla ilgili olduğunu biliyorum.
Her akşam TV ekranlarında bize Türk milletinin kim olduğunu parmak sallayarak anlatanların ve o milleti çok iyi tanıdıklarını iddia ederek konuşanların aslında hiçbir şey bilmediği, Türk milletinin kim olduğuyla ilgili en ufak fikre sahip olmadıkları bir kez daha tescil edilmedi mi bu seçimle birlikte?
Yıllarca Türkiye’deki siyasi mücadelenin laik-anti laik mücadelesi olduğunu iddia edenlerle kavga ettim. Keşke Türkiye’de siyasi mücadelenin konusunu anlamak o kadar kolay olsaydı.
Derken bu sözde laik-anti laik kavgası lafı ortadan kalktı, yerine dindar milliyetçi muhafazakarlık ile geri kalanların mücadelesi lafı geldi. Buna da itiraz ettim. Ak Parti ve MHP’ye, Tayyip Erdoğan’a oy verenlerin tamamının ‘dindar muhafazakar milliyetçi’ formülasyonuna indirgenemeyeceğini anlatmaya çalıştım.
Ama bu formülasyon türlü çeşitli sebeplerle herkese daha kolay geliyordu. İslamcılar Ak Parti seçmenini kendileri gibi İslamcı (muhafazakar) sayıyordu; oysa Türkiye’de İslamcılık akımı yüzde 5-7’yi geçmemesi gereken bir oya sahipti. Elbette seçmenin yüzde 90’ı aşan bölümü dindardı, inançlıydı ama inanç sahibi olmak İslamcı olmakla aynı anlama gelmezdi. Dindarlık, Ertuğrul Özkök’ün söylediği gibi koca bir toplumu homojen, tek düze yapmaz.
Milliyetçilik, Türkiye’de aynen dindarlık gibi belki bu toplumun yüzde 100’ünün sorsanız size söyleyeceği şeydir ama Ülkücülük denen hareket temelde çok daha dar bir harekettir. Milliyetçilik şemsiyesinin tamamına onların sahip çıkmaya çalışmasını bir siyasi propaganda olarak anlayabilirim, ancak ‘Bu şemsiye onlarındır’ görüşünü ve milliyetçilerin homojen bir kitle olduğunu kabul edemem. Ne yani, diğer partilere oy verenler milliyetçiliği aşmış enternasyonalistler mi? Nerede öyle bir kitle?
Bu yazıyı bugün 10Haber’e birinci haber olmuş bir öykü bana esin olduğu için yazıyorum. Okumayanlara özetleyeyim:
Serkan 16 yaşında bir çocukken bir cinayet işler, sekiz yaşındaki bir başka çocuğu öldürür. Bu yüzden hapse girer ve dokuz yıl hapis yatar. Çıktığında bambaşka biridir. Artık erkek bedeninde bir kadın olduğunu düşünmektedir. Gider uzun yıllar süren bir tedavi ve ameliyat sürecine başlar, sonunda da kadın olur, adını Meryem olarak değiştirir. Genç ve güzel bir kadın olan Meryem bir ailenin yanında çocuk bakıcısı olarak iş bulur. Sonra zaman içinde o ailenin erkeğiyle aralarında aşk belirir, ilişkiye girerler. İlişki çiftin boşanmasına neden olur. Ama erkek sonradan pişman olup karısıyla barışmak amacıyla bir gündüz TV programına başvurur. Ve o programda Meryem’in geçmişi, geçmişindeki sırlar ortaya çıkar…
Gelin Serkan/Meryem’i ve evlerinde çalışıp çocuklarına baktığı Altun çiftini bizim siyasi analiz kasan konuşan kafalarımızın şablonlarına uydurun bakalım.
Bu toplum sandığımızdan, inanmak istediğimizden çok daha fazla renge, çeşide ve farklılığa sahip.
Erzurum, bir tek içkili lokanta bulamazsınız ama ülkenin en çok içki satılan illerinden biridir.
Konya sözde dindar-muhafazakardır ama internetten en çok seks oyuncağı sipariş edilen ilimizdir aynı zamanda.
Bazıları İzmir’e ‘Gavur’ demekten kendini alamaz ama camileri cuma namazında Türkiye’de nüfusa göre en çok kişinin ibadet ettiği yerdir bu şehir (Yıllar önce Diyanet’in yaptığı bir araştırmada bu sonuç çıkınca Türkiye’nin laikleri çok şaşırmış ve inanmamıştı).
Gündüz televizyonunu izleyin. Müge Anlı veya Esra Erol boşuna reytinglerde inanılmaz başarılar elde etmiyor. Programlarına çıkanlara bakın; başı örtülü, üstü başı tipik Anadolu insanını yansıtan bireyler. Bakın, az önce öyküsünü anlattığım Meryem’in de başı kapalı.
Söyleyeceğim o ki, Türkiye öyle ikili üçlü bölünmelere ve farklara indirgenemeyecek kadar zengin ve renkli hayatların yaşandığı bir ülke. Hepimiz ülkemizi de, içinde yaşadığımız toplumu da daha iyi tanımalı, önyargısız yaklaşmalıyız ona
Siyaset yorumcularına tavsiyem, gündüzleri haber televizyonu yerine Müge Anlı’yı, Esra Erol’u seyretsinler.
Hangi toplumu hangi cendereye sokmak istediklerini daha iyi görsünler.