Tayyip Erdoğan Ak Parti’deki erimeyi durdurabilecek mi?
Adalet ve Kalkınma Partisi ile onun tartışmasız lideri Recep Tayyip Erdoğan 55 gündür şapkasını önüne koymuş düşünüyor: Ne oldu da ‘hakim parti’ konumumuzu tehlikeye attık, ne oldu da yüzde 50 oy alırken yüzde 30 alamaz hale geldik?
Bu soruların cevapları basit değil. Basit olmadığı için de Tayyip Erdoğan bu kez meseleyi sadece bazı isimleri, hatta kendisi hariç bütün isimleri değiştirerek çözme yoluna gitmiyor, daha köklü bir arayış içinde.
O yüzden, dün Murat Yetkin yazmıştı, bir süredir benim de dikkatimi çekiyor, genellikle kapalı bir kutu gibi olan, gazeteciler açısından içinden güvenilir bilgi almanın bir hayli zor olduğu Ak Parti’den sürekli bilgi sızıyor.
Partinin MKYK toplantılarında sert eleştirilerin yapıldığı, sert tartışmalar yaşandığı, hatta Tayyip Erdoğan’ın bir seferinde MKYK üyelerine dönüp ‘Seçim sonucundan tek başına beni sorumlu görüyorsunuz ama sizin de sorumluluğunuz var’ dediği haberleri geliyor, kimse yalanlamıyor.
Tayyip Erdoğan birkaç kez grup konuşmalarında bu konuya değindi, partisine moral vermeye çalıştı. Açıkçası partisinin de o morale ihtiyacı var; evet özeleştiri iyi ve sağlıklı bir şey ama dozunda olmak şartıyla, çünkü eleştiri bir noktadan itibaren kendi kendini yıkmaya kadar varabilir.
Fakat tabii ortadaki sorun sadece moral vermekle çözülecek gibi değil. Sorun Ak Parti’nin temsil yeteneğinin azalmasından kaynaklanıyor. Peki bu temsili yeniden genişletmek, yeniden ‘Biz Türkiye’yiz’ demek mümkün olacak mı?
Teorik olarak elbette mümkün ama pratikte bunu başarmanın şartları nelerdir? Sadece temsil yeteneğinin azalmasını getiren sebepleri ortadan kaldırmak yeterli midir, yoksa topyekûn yeni bir yol mu lazım?
Bunlar temel sorular.
Ama bir de temel problemler var.
Birincisi şu: Tayyip Erdoğan 2028’de ne olacak? Bir takım siyasi mühendisliklerle, parlamento içi oyunlarla belki 2028’de yeniden Cumhurbaşkanı adayı olması temin edilebilir ama bu partinin çıkarına mıdır? O seçimi hiç değişmeyen Tayyip Erdoğan kazanabilir mi? Eğer değişecekse, örneğin MHP ile olan işbirliğinin kendisine ve partisine yarattığı maliyeti gözden geçirecek olursa yeniden adaylığını sağlamak mümkün olamayabilir.
İkinci bağlantılı problem şu: Başkanlık sistemi, yönetim ile partinin arasındaki mesafeyi açtı, parti icraatın daha az parçası haline gelirken bir takım bireyler veya minik gruplar icraatın faydasını elde etmeye başladı. Acaba başkanlık sistemi yanlış mıydı veya nasıl düzeltilip eski koordinasyona geri dönülebilir?
Üçüncü bağlantılı problem yine Tayyip Erdoğan’ın şahsıyla ilgili: Başkan Erdoğan daha fazla şahsi yönetime yönelen, karar alırken ya hiç kimseye danışmayan veya çok yakınındaki dar bir çevre dışında hiç kimseye fikrini sormayan bir insan artık. Oysa parti konuların etraflıca konuşulmasını ve ortak karar alınmasını arzu ediyor.
Dördüncü ve son problem: 15 Temmuz kalkışması Türkiye’de bir ‘bayrağın altında toplanma’ etkisi yarattı. Tayyip Erdoğan bu etkiyi kutuplaşmanın gazına da basarak çok uzun süre devam ettirdi. Ama acaba bu etki sona mı erdi? Kutuplaşma artık eskisi kadar iş yapmıyor, ‘Tayyip Erdoğan kutbu’ bırakın yüzde 50’yi yüzde 40’ı bile zor bulur bir duruma mı geldi? Kutuplaşma işe yaramayacaksa, bundan sonra işe yarayacak olan ne?
Bu saydığım dört ana problem hem Tayyip Erdoğan’ın hem de Ak Parti’nin 55 gündür yürüttüğü iç tartışmaların bel kemiğini oluşturuyor.
Kabul etmek gerekir ki bu konularda bir karara varmak da, ‘Doğrusu bu’ deyip yola çıkmak da kolay değil. Çünkü garantili bir doğru yol yok.
Tayyip Erdoğan ve partisi önünde duran, ne olduğunu bildiği soruna o yüzden hala neşter atmış, yeni bir çıkış yolu bulup oraya hareketlenmiş değil.