31-08-2025
İsmet Berkan

Beslenmenin farklı yollarından kaçış yok

Beslenmenin farklı yollarından kaçış yok

Birkaç yıl önce bir haber okudum. Finlandiya merkezli bir şirket protein üretmenin kolay, ucuz ve çevreci bir yolunu bulmuştu. Bu buluşun dünya çapında beslenme endüstrisini etkilemesi bekleniyordu.

İlk okuyuşta tepki gösterdim. Hiçbir laboratuvarda veya makinede üretilen proteinin şöyle güzel, yumuşak bir etin yerini tutamayacağını düşünenlerdenim çünkü. Ama sonradan aklıma düştü: Ne kadar ön yargılıydım.

Elbette hepimiz sadece beslenmek değil, yiyip içerken zevk de almak istiyoruz. O yüzden lokantalara dünyanın parasını ödüyor, TV başında yemek pişirme programlarını izliyor, gittiğimiz ülkelerdeki ünlü lokantalara gitmekle övünüyoruz.

Ancak biraz yakından baktığınızda bütün bunların kültürle ve yemek pişirme yöntemiyle ilgili olduğunu görüyorsunuz. ‘Beslenme’ dediğimiz şeyin ana malzemesiyle değil.

Ana malzeme dediğiniz proteinler, karbonhidratlar, yağlar ve lifler ile bunların içerdiği vitaminler ve mineraller dahil ‘besleyici ögeler.’

Dünya üzerinde bu kadar milyar insan yaşıyor. Hepimiz bir diğerimiz kadar hayatta kalmaya ve doğru düzgün beslenmeye ehiliz. Ama hepimiz güzel bir sığır etini yeterli sıklıkta yemeye kalktığımızda buna dünyanın kaynakları yetmiyor. O yüzden bazı insanların mevcut tarım endüstrisinin ötesinde yeni yiyecek üretme yöntemleri araması boşuna değil. Sonunda herkes beslenecek bir biçimde.

Bazıları protein ihtiyacı için böceklere yöneliyor. Çeşitli karıncalar ve diğer kabuklu böceklerden elde edilecek proteinin dünyanın ihtiyacını karşılamasını bekliyor. 

Bazıları laboratuvarlarda hücreleri veya bakterileri/mikropları besleyip onlardan protein elde etme, sonra da bu proteini türlü çeşitli biçimlerde (ilk akla gelen şey nedense etsiz hamburger oldu) tüketiciye sunma peşinde.

İşte bakın Finlandiyalı şirket Solar Food da, güneş enerjisinden elektrik elde edip suyu elektrolize tabi tutuyor, buradan elde ettiği hidrojeni havadaki karbondioksitle birleştiriyor, yanına başka materyaller ekleyip bakterileri besliyor, sonra da bakterilerden kalanları kurutup yüzde 60’a yakın protein, yüzde 10 civarı yağ ve yüzde 25-35 arası karbonhidrat içeren bir besin buluyor.

Hayır, o besini doğrudan ağzınıza atmayacaksınız. Şirket şimdiden bu tozu gıda katkısı olarak ne bileyim lazanyaya, çorbaya vs katmanın yollarını bulmuş.

Bu çeşit gıda veya gıda katkılarının ‘yapay’ olduğunu, buna karşılık ne bileyim kuzu etinin ‘doğal’ olduğunu düşünenler de yanılıyor. Sonuçta hepsini güneş ışığıyla oksijenin bir araya gelmesi ve karbonu yakmasıyla elde ediyoruz. İster protein olsun ister karbonhidrat…

İçtiğiniz süt yılın 12 ayı kendilerini hamile zannetmeleri sağlanan ineklerden geliyor; yediğiniz et her yıl en az iki kez doğurmaya zorlanan sığırlardan; ekmeğiniz veya makarnanız, havadaki iki azot atomunu dünyanın doğal gazını harcayıp birleştirip amonyak elde etmeden sofraya gelemiyor.

Biz beğensek de beğenmesek de, bir mecburiyetten ötürü dünya laboratuvar ortamında üretilecek yiyeceklere doğru ilerliyor. Gıda endüstrisi, biyo teknolojinin en fazla yatırım yapılan ve açıkçası son 20 yılda en fazla icadın gerçekleştirildiği alanı. 

Türkiye’de kimsenin bu alana yatırım yapmaması, hiçbir akademisyen veya araştırmacının elinde dosyasıyla kapı kapı dolaşıp yatırım aramıyor olması sahiden akıl alır gibi değil.

Yalnızlık çağının bir icadı ‘Kiralık arkadaş’ servisi

Yalnızlık çağının bir icadı ‘Kiralık arkadaş’ servisi

Amerika’da Obama döneminin Sağlık Bakanlarından Vivek H. Murthy’ye soracak olursanız, çağımızın en büyük salgın hastalığı yalnızlık.

Yalnızlık bu denli yaygın olduğu ve çok yüksek sesle dile getirilmediği için dünya üzerinde milyarlarca insan kendi kendine çareler arıyor.

Eski Amerikan Sağlık Bakanı yalnızlığı “salgın hastalık” olarak tanımlarken bir doktor olarak konuşuyordu. Gerçekten de, yalnızlıkla bağlantılı doktora/hastaneye gitmeyi gerektiren çok sayıda sağlık sorunu var ve bu sağlık sorunlarında ciddi artış gözleniyor. Ülkemiz dahil her yerde.

Bu yalnızlık sorununa karşı Birleşik Krallıkta binden fazla kafede özel masalar var artık, yalnız insanlar için. Alexandra Hoskyn adlı bir kadın 2016’da bir çeşit hareket başlatmış. Kafelerden birbiriyle sohbet etmek isteyen yabancıları buluşturacak masalar koymasını istemiş. Bu işe yaramış olmalı ki, The Financial Times’ın yazdığına göre 1000’den fazla kafe böyle masalar oluşturmuş, insanlar o masalara gelip tek başlarına oturuyor, sonra karşılarına hiç tanımadıkları biri geliyor ve başlıyorlar konuşmaya.

Chicago Üniversitesinden bilimciler yalnız insanları diğer insanlarla tanışma ve konuşma konusunda cesaretlendirecek bir ilaç yapmaya uğraşıyorlar; Kore’de mühendisler insanlarla sohbet edecek ve onları sosyalleşmeye zorlayacak bir robot geliştirdikleri iddiasındalar.

Yalnızlık o kadar yaygın ki, görüyorsunuz yalnız insanların yalnızlıklarını gidermek üzere koca bir endüstri doğmuş durumda. Sadece şirket değerleri üzerinden baksak, neredeyse 100 milyar dolarlık bir endüstri bu. Ve hızla büyümeye devam ediyor, aklına yeni bir fikir gelen herkes bu büyük pazardan bir yer kapmaya çalışıyor.

İşte onlardan sonuncusu Scott Rosenbaum adlı bir genç girişimcinin aklına gelmiş; “RentAFriend” adını verdiği bir web sitesi ve servis kurmuş. Ayda 25 dolar ödüyorsunuz ve sitede listelenen ‘arkadaş’larla buluşma olanağına kavuşuyorsunuz. Bu yazıyı yazmak için baktım; İstanbul’dan siteye ‘arkadaş’ olarak kayıt yaptırmış yüzlerce insan var; içlerinde insan kaynağı yöneticilerinden turizm rehberlerine, üniversite öğrencilerinden eczacılara, banka çalışanlarından taksi şoförlerine kadar her çeşit birey var.

Sistem şöyle işliyor: Siz siteye abone oluyorsunuz ve potansiyel ‘arkadaş’ listesinden istediğiniz birini seçiyorsunuz; sonra sizin o ‘arkadaş’a sizinle arkadaşlık edeceği süre boyunca kaç para ödeyeceğiniz aranızdaki anlaşmaya bağlı.

Elbette bu siteyi kötü, hatta yasa dışı amaçlar için kullanmak isteyen ‘arkadaş’ görünümlü suçlular veya fahişeler olabilir ama gerçekten sadece sizinle vakit geçirme karşılığı para kazanmayı hedefleyenler de var. Bütün bu hikayeyi öğrenmeye başlamama sebep olan şu yazıyı okumanızı tavsiye ederim.