21-12-2025
İsmet Berkan

Selçuk Bayraktar: Bir kişi, bir ülkenin kaderinde ne kadar rol oynayabilir?

Selçuk Bayraktar: Bir kişi, bir ülkenin kaderinde ne kadar rol oynayabilir?

Babasını tanıdım ama Selçuk Bayraktar’la bir tanışıklığım yok.

Herkes gibi ben de onun başarılarını medyadan takip ediyorum.

Bu köşede Selçuk Bayraktar ve şirketi Baykar’dan çok kez övgüyle söz ettim. Bu yazı da bir övgü yazısı olacak, baştan söyleyeyim. Ama konunun Baykar’la, onun İHA’larıyla vs bir ilgisi olmayacak.

***

Bayraktar ile ilgili övgülerime kendi kısa bir hikayemle başlamak istiyorum.

Yıllar önce şimdi adını vermeyeceğim bir Sanayi ve Teknoloji Bakanına bir öneride bulundum:

Biz Türkiye’de yaşayanlar bilimin Batıda bir yerlerde yapıldığına ve bizim de iyimser ihtimalle bu Batı bilimlerini öğrenip uygulayacağımıza dair bir inanca sahibiz.

Bu inancı kırmak, bilimin burada da yapılabilir bir şey olduğunu ağır ağır da olsa zihinlere yerleştirmek için yapabileceğimiz şeylerden birinin de bir Türk tarafından yazılıp Türkler tarafından yapımı gerçekleştirilmiş bir bilim tarihi belgeseli hazırlamak olduğunu düşünüyordum.

Bilim yabancımız olan ve illa tercüme etmek zorunda olduğumuz bir şey değildi, bunu zihinlere yerleştirmeye başlamalıydık önce.

Bu projem herhangi bir destek görmedi, benim kafamdaki raflardan birinde kalmaya devam etti.

***

Ben hala meselenin başlangıç noktalarından birinin bu olduğunu düşünüyorum. Bilim ‘Orada bir yerde’ yapılıp buraya tercüme yoluyla gelen bir şey değil; burada da yapılıyor ve yapılabilir.

Selçuk Bayraktar çok özel bir konuma sahip.

Sadece işinde dünya çapında başarılı değil; Türkiye böyle nice dünya çapında iş yapan vatandaşını bozuk para gibi harcamış ülkenin adı.

Selçuk Bayraktar’ın konumu çok özel, çünkü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kızı Sümeyye ile evli.

İki genç ve başarılı insanın aşk ile gerçekleştirdikleri bu evlilik Selçuk Bayraktar’ın sadece Erdoğan ailesi ile hısım olmasını sağlamadı, bana soracak olursanız Cumhurbaşkanı Erdoğan’a çok büyük bir katkıyı da beraberinde getirdi.

Dediğim gibi bir kez bile konuşmuşluğum yok Bayraktar’la ama o TeknoFest’i başlattığında Türkiye’de bilime olan bakışın değişmesi, zihinlerin farklı çalışmaya başlaması konusunda aynen benim gibi düşündüğünü anladım.

TeknoFest bu milletin, en çok da gençlerin içindeki inanılmaz bir enerjinin ortaya çıkmasını sağladı. Amerika’da 70-80 yıldır liseliler birbirleriyle roket yapma konusunda yarışır örneğin; Türkiye’de aynı yarışma TeknoFest sayesinde yapıldı ve müthiş sonuçlar alınıyor.

Böyle onlarca yarışması var TeknoFest’in. Hepsinde yeni teknolojiler, yeni bilimsel araştırmalar devreye giriyor. TÜBİTAK’ın veya Milli Eğitim Bakanlığı’nın 50 yılda yapamadığını TeknoFest şu birkaç yılda yaptı; müthiş bir heyecan yarattı, teknolojiyi ve bilimi bir festival ve eğlence olarak milyonlarca gencin katılımına açtı.

***

Selçuk Bayraktar’ın vizyonu Baykar’ın insansız hava araçları veya TeknoFest ile sınırlı değil.

Uzaya yakından bakıyor ve kurduğu uzay şirketi Fergani ile ilk uydusunu gönderdi bile. İlk hedefi Türkiye’ye ait bir GPS sistemi kurmak. Bunun ne kadar önemli bir bağımsızlık adımı olduğunu anlatmam uzun sürer, o yüzden bir başka güne bırakıyorum ama şunu bilelim: Kendi küresel konumlama sisteminiz yoksa modern savaşlara 1-0 yenik başlarsınız.

Avrupa Birliği ABD’ye güvenmediği için kendi küresel konumlama sistemini yaptı; şimdi Türkiye AB bizi içine almadığı için kendi sistemini Selçuk Bayraktar sayesinde kuruyor.

***

Bayraktar’ın son aylarda koştuğu bir başka cephe, Türkiye’nin enerji bağımsızlığı cephesi.

Birkaç ay önce hem 10Haber’de haberini yaptık hem de ben hakkında yazı yazdım, Türkiye’nin Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile Enerji Bakanlığı beni çok şaşırtan bir hamle yaptı.

Enerji Bakanlığı ve Sanayi Bakanlığı yerli nükleer santral tasarımı veya nükleer santralların kritik bazı materyallerinin tasarımını yapacaklara gerçekten ciddi teşvikler ilan etti.

Şimdi anlıyorum ki bu girişimin ardında da etki gücünü kullanan Selçuk Bayraktar var. Söz konusu tasarım yarışması ve teşvikleri sadece büyük çaplı nükleer santrallar için değil, dünyada çok yükselmekte olan SMR adı verilen küçük modüler nükleer santrallar için de geçerliydi.

İki gün önce Ankara’da sessiz sedasız ve açıkçası oldukça renksiz bir tören yapıldı, söz konusu nükleer santral tasarımı teşviklerinden ve ödüllerinden birincisi Hacettepe Üniversitesi’nin başlattığı araştırma ve girişime verildi.

Bu konuda Türkiye’nin ne kadar geç kaldığını anlatmam bile çok uzun sürer. Uzun yıllar önce İstanbul Halkalı’da İTÜ’ye bağlı olarak kurulan Nükleer Araştırma Enstitüsü’nün öyküsü son derece hazin bir öykü aslında.

Türkiye oradaki mini nükleer çekirdek üzerine araştırmalar başlatıp kendi nükleer santral tasarımını yapmak yerine kulağının üzerine yattı ve on yıllar boyunca uyudu. Nükleer enerji teknolojisi bize uzak, “üstün” ülkelerden gelecek bir şey olarak hep tasavvur edildi. Nitekim öyle de oldu; Türkiye’de halen inşaatı süren Akkuyu Nükleer Santralını biz doğrudan Ruslar’a yaptırıyoruz. Santral bizim değil, Rus devlet şirketinin.

Oysa bu santralı on yıllar önce Türkiye kendisi kurabilir ve işletebilirdi. Ama biz kendimize ait bir santral tasarımı yapmaya hiç kalkışmadık bile. Selçuk Bayraktar olmasa yine de kalkışmayacaktık büyük olasılıkla.

***

Burada önemli olan SMR adı verilen küçük modüler reaktörlere odaklanmak. Bu reaktörlerin hem fiyatı ucuz, hem Akkuyu’da olduğu gibi son derece kirli teknolojiler kullanmıyor hem de uygulaması görece basit.

Bana soracak olursanız bir sonraki en önemli adım Toryum bazlı kendi yakıt çubuklarımızı üretmek olmalı. Arkasından da erimiş tuz kullanan reaktör tasarımı konusunu çalışmalıyız.

Bugün başlanan çalışmaların 10 yıl içinde meyvesini vermesi, ilk yerli ve milli SMR’ın devreye alınması işten bile değil.

Bunu başarırsak belki Sinop değil ama İğneada’ya santral yapmak zorunda kalmayabiliriz. Onun yerine Türkiye’nin dört bir yanına SMR’lar koyabiliriz.

***

Tarihte örneğine pek az rastlanan bir durumla karşı karşıyayız aslında. Selçuk Bayraktar isimli genç bir adam tek başına koca ülkenin kaderini olumlu anlamda değiştiriyor.

Bayraktar bunu bize özgüven vererek ve içimizde zaten var olan enerjinin ortaya çıkmasını sağlayarak yapıyor ve bu yaptıklarıyla da hiç övünmüyor.

Biliyorum, bu köşenin okurları içinde de pek çok kişi bu genç adamın siyasi görüşlerinden hoşlanmıyor ama burada siyasetten söz etmiyoruz, ülkemizde bilime ve teknolojiye yaklaşımdan söz ediyoruz.

Meselemiz sadece savunma sanayii de değil; bir bütün olarak ülkemizin kendine güven ihtiyacını karşılıyor aslında Selçuk Bayraktar.

Atatürk hayatta olsa Selçuk Bayraktar’ı alnından öperdi, çünkü o “Türk övün, çalış, güven” sözünün yaşayan örneği bana kalırsa.

Küçük modüler reaktör yarışında henüz çok geç kalmadık

Küçük modüler reaktör yarışında henüz çok geç kalmadık

İngilizce SMR-Small Modular Reactor olarak adlandırılan küçük modüler reaktör tasarımları dünya için görece yeni bir şey.

Halen dünya üzerinde iki tane çalışır durumda SMR var. Bunlardan biri Çin’de Aralık 2023’ten beri çalışır durumda, diğeri ise Rusya’da Mayıs 2020’den beri. (Bu web adresinden dünyadaki bütün aktif SMR çalışmalarını görebilirsiniz.)

Ancak halen dünyanın dört bir yanında (Afrika dahil) yürüyen onlarca proje var. SMR sahibi olmaya yaklaşan ülkeler arasında Suudie Arabistan (2 adet) ve Ürdün de bulunuyor.

Bu reaktör teknolojisi şimdilik Çin, Rusya, ABD ve Japonya’da var gibi gözüküyor ama Avrupalı firmalar da arkadan geliyor; bunlara bir Türk şirketi neden eklenmesin?

Bu SMR’ların gücü 10 megawatt’tan 400 megawatt’a kadar değişiyor. Hatta bir Kanada şirketi 1000 megawattlık bir tasarımı tamamlamış durumda. (Mevcut bütün tasarım ve projeler bu web sitesinde sıralanmış.)

SMR’ların özelliği ve güzelliği, görüldüğü gibi kurulu güçlerinin kolayca değiştirilmesinde ve ihtiyaç olması halinde yan yana birkaç taneyi kurup modüler özelliğinden yararlanılmasında.

Her nükleer reaktörde olduğu gibi esas önemli tasarım konusu nükleer çekirdeğin soğutulması ve enerji üretilmesi zincirinin mümkün olan en yüksek güvenliğe ve verimliliğe sahip olması.

Başlıca altı teknolojik tercihten söz edilebilir bu konuda. Kaynayan su reaktörü (BWR), hızlı reaktör (FBR), ısı pompası mikro reaktörü, yüksek ısılı gaz reaktörü (HTGR), erimiş tuz reaktörü (MSR) ve basınçlı su reaktörü (PWR) başlıca reaktör tasarım türlerini oluşturuyor.

SMR’ın bizim ülkemiz için bir başka güzelliği, bu reaktör yapılarının küçük olması ve dolayısıyla deprem riskinin daha kolay yönetilebilmesi. Bu sayede deprem riski düşük diye on yıllar önce seçilen reaktör bölgeleri Akkuyu, Sinop ve İğneada ile sınırlı kalmak zorunda değiliz. Bu teknolojiye sahip olursak (veya dışarıdan satın alırsak) istediğimiz her kente kurabiliriz.

Türkiye’nin de dünyanın da fosil yakıtlar yakarak enerji üretmekten vazgeçmesi gerekiyor. Bunun için de, bir yandan rüzgar ve güneşe büyük ağırlık verirken bir yandan da mutlaka nükleer teknolojiyi devreye almak gerekiyor.

Akkuyu Nükleer Enerji santralı çok yüksek maliyetli; başlangıçta 24 milyar dolar olarak hesaplandı ama sanırım tamamlandığında maliyet daha yüksek çıkacak. Kaldı ki inşaat da işte görüyorsunuz çok uzun sürüyor. Sözde 2023’ün 29 ekiminde ilk ünite devreye girecekti, ama üç yıla yakın gecikmeyle devreye alınacak.

Buna karşılık SMR’ların inşası çok daha kısa sürüyor, yatırım miktarı bu kadar yüksek değil, her şart altında eşit gücü Akkuyu’dan çok daha ucuza maletmek mümkün.

O yüzden Türkiye’nin SMR düşünmeye başlaması ve kendi SMR’ını yaratmak için çalışması çok yerinde bir karar.