Türkiye-Irak yakınlaşması, yeniden şekillenmeyi bekleyen Ortadoğu’da denklemi değiştirir mi?
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT başkanı İbrahim Kalın’ın bu hafta içindeki Bağdat ziyaretleri ve orada varılan uzlaşmalar daha çok konuşulacağa benziyor.
Aslında ben geçen gün bu konuyu yazarken bir hata yaptım, Bağdat’la varılan yeni uzlaşı zeminini tek boyutlu olarak gördüm, güvenlik boyutuyla.
Ankara-Bağdat anlaşmasının güvenlik boyutu son derece önemli gerçekten de. Türkiye, Irak topraklarında kilometrekarelerce alanı fiili kontrolunda tutuyor, bu alanı daha da genişleteceğini ilan ediyor ve bu alanda kalıcı tesisler (karakollar, askeri üsler, üs bölgeleri) kuruyor. Türk askeri tankı topu, helikopterleriyle 365 gün Irak toprağında.
Kabul etmek gerekir ki hiçbir egemen devlet yabancı bir askeri gücün kendi toprağında bu şekilde yerleşmesine rıza göstermez. Irak da doğal olarak Türk askerinin Irak toprağındaki varlığını sık sık protesto ediyor, bunu elinden geldiğince Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi dahil uluslararası kurumlarda gündeme getiriyor.
Bağdat’taki anlaşma Irak devletinin Türkiye’nin askeri varlığını kabul etmesi veya bu varlığa artık göz yummaya karar vermesi anlamına gelmiyor elbette. Ama şu anlaşılıyor: Merkezi Irak hükümeti Türkiye’nin sunduğu argümanları makul ve inandırıcı bulmaya başlamış.
Türkiye özetle ‘Eğer sınır güvenliğini siz sağlayabilecek ve sınırdan sorumlu olacaksanız biz çıkarız, ama sağlayamayacağınızı görüyoruz, siz bu kapasiteyi edinene kadar biz işimizi yapalım, kendi güvenliğimizi sizin topraklarınızdan başlayarak sağlayalım’ diyor. Irak’a ‘Toprak bütünlüğünüze saygılıyız’ taahhüdü veriyor.
Irak merkezi hükümeti Haziran 2014’te DAEŞ adlı fanatik dinci örgütün 800 ila 1500 kadar militanının 30 bin asker ve bir o kadar da polis tarafından korunan Musul kentini ele geçirmesiyle yaşadığı şoku aslında bugün bile atlatabilmiş değil.
Zamanında Amerikan işgal güçleri tarafından kurulmuş olan Irak ordusu dağıtıldı, yerine yenisi kurulmaya çalışılıyor. Ama bu ordunun gerçek anlamda güvenlik üretmesine daha zaman var.
Her neyse, meselenin güvenlik boyutunu daha önce de yazdım, daha uzatmayacağım. Dediğim gibi bu sadece güvenliğe indirgenemeyecek kadar büyük bir konu aslında; şimdi amacım geçen gün eksik bıraktığım parçaları tamamlamak.
Türkiye’nin temel fikrini 2005 yılında, yani 20 yıl önce oluşturduğu bir başka projesi var, bu proje şimdilerde raftan inmiş ve giderek daha da ciddiyete binmiş durumda. ‘Kalkınma Yolu’ adı verilen bu proje Türkiye sınırından 1200 kilometre ötede, taa Basra’da dev bir liman kurulmasını ve bu limanın hem kara hem de demir yoluyla Türkiye’ye, Türk sınırında Ovacık’a kadar bağlanmasını içeriyor. Yukarıya projenin haritasını koydum zaten. Buraya da Basra’ya inşa edilecek Fav adlı liman için hazırlanan bir videoyu koyuyorum.
Hatırlayın, geçen yıl Hindistan’da yapılan G20 zirvesinde ‘Hindistan-Ortadoğu-Avrupa Ekonomik Koridoru’ adlı bir proje için imzalar atıldı. Hindistan’ın Mumbai limanından Basra Körfezi girişinde yapılacak bir başka limana erişecek malların buradan kara ve demir yoluyla Suudi Arabistan-Ürdün-İsrail üzerinden Hayfa limanına ulaşması, oradan da Yunanistan’ın Pire limanına gönderilmesi söz konusu. Onun haritası da aşağıda:
Burada hatırlatmak gerek: G20 üyesi kimi ülkelere bu yeni ticaret rotasını oluşturtan gelişme Rusya’nın Ukrayna’yı işgale girişerek ambargo altına alınması. Dünyada Çin dahil Güneydoğu Asya’dan ve Hindistan’dan Avrupa’ya doğru yoğun bir ticaret var. Bu ticaretin rotalarından olan Rusya devreden çıkınca alternatif projeler ortaya atıldı.
G20’de bu proje konuşulunca aynı toplantıda bulunan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da Türkiye’nin ‘Kalkınma Yolu’ projesini hatırlattı ve birdenbire raflarda tozlanan Kalkınma Yolu Projesi yeniden canlandı. Çünkü G20’deki projeden dışlanmaktan Irak da rahatsızdı.
Fakat tabii Kalkınma Yolu Projesi’nin gerçek olabilmesinin bir önemli koşulu yolun güvenliğinin garanti edilmesi. Benzer bir sorun G20’nin projesi için de geçerli. Bugün İsrail’in Gazze’ye yaptıklarının da ortaya koyduğu gibi Filistin sorunu çözüm yoluna girmeden Suudi Arabistan ve Ürdün’ün bu ülkeyle böyle bir yürütmesi imkansız gibi. Türkiye ve Irak açısından bakınca da Irak’ın iç güvenliği ve istikrarı, yani ülkedeki Sünni-Şii çatışması, ayrıca Şiiler arasında devam eden iç çatışma ve İran’ın bu ülkedeki eli önemli bir sorun. Bir başka önemli sorun da PKK’nın Irak’taki varlığı tabii.
Bütün bu güvenlik sorunlarının çözülmesi için Irak’ta merkezi hükümetin desteklenmesi ve ülkenin istikrar ve refah üretebilir hale gelmesi lazım.
Şu an Kalkınma Yolu Projesi için çok büyük ümitler var. Ankara ile Bağdat’ın uzun aradan sonra gerçek yakınlaşma adımları atması ümitleri arttırıyor. Bu yolun G20’nin projesinden çok daha kolay ve iyi olduğuna da kuşku yok; çünkü bir sürü ülkeyi kat etmek zorunda kalmayacak, yapım maliyeti görece düşük (17 milyar dolar) ve ucu bir kere Türkiye’ye vardı mı Avrupa’ya zaten ulaşılmış oluyor.
Bu yolun ve G20’nin önerdiği diğer yolun varlığı Ortadoğu’da denklemleri değiştirici, bu bölgenin ülkelerini kendi halkları için güvenlik ve istikrar üretmeye teşvik edici bir unsur.
O bakımdan, Ortadoğu’nun en büyük istikrarsızlık unsuru olan iki ülkesi, İran ve İsrail’in şapkalarını önlerine koyup düşünme vakti de geldi belki: Ne kazanıyoruz, ne kaybediyoruz?