Modern çağın en görünmez baskısı şudur: Başkalarının değerlerini, sanki bizim değerimiz olmak zorundaymış gibi içselleştirmek. Sosyal medya akışları, başarı listeleri, piyasa ölçütleri ve “herkes böyle yapıyor” cümlesi, fark etmeden aynı teraziyi hepimize dayatır.
Oysa değer evrensel bir metrik değildir. Aynı ölçüyle tartılan hayatlar yoktur.
Bunu hayatımın oldukça erken bir aşamasında fark ettiğim için kendimi şanslı sayarım. Çünkü bu farkındalığa geç uyananların hayatları çoğu zaman dağınık, yorgun ve mutsuz geçiyor.
Yanlış değerlere hizmet ederek tüketilen bir ömür, dışarıdan “başarılı” görünebilir ama içeriden çöker. İnsan, değer vermediği şeyler uğruna yaşadığında, kendi hayatının figüranı hâline gelir.
Bu durumu anlatmak için sıkça paylaşılan eski bir hikâye vardır; ama her defasında aynı derinliği taşır.
Bir baba, oğluna dedesinden kalma eski bir saat hediye eder. Oğlan önce mahallesindeki bir dükkâna gider. Dükkân sahibi saate şöyle bir bakar ve “Bunun modası geçmiş, en fazla birkaç yüz eder” der. Oğlan üzülür. Sonra bitpazarına gider; orada da benzer bir muamele görür. Saat sıradan, hatta değersizdir.
En sonunda babası oğluna saati iyi bir antikacıya götürmesini söyler. Antikacı saati eline alır, dikkatle inceler, mekanizmasına bakar ve büyük bir heyecanla başını kaldırır: “Bu nadir bir parça. Çok kıymetli. Koleksiyonluk.”
Saat aynıdır. Değişen tek şey, baktığınız yer ve bakan kişinin değer dünyasıdır.
İnsanlar da böyledir. Fikirler, tercihler, hayatlar da öyle. Yanlış yerdeyseniz değersiz hissedersiniz; doğru yerdeyseniz kıymetiniz ortaya çıkar.
Çoğu insanın mutsuzluğu, kendisinin değersiz olmasından değil, yanlış dükkânda dolaşmasından kaynaklanır.
Evet, doğrudur: Başkalarının değerini, bizim değerimizmiş gibi algılayamayız. Birinin çok büyük anlam yüklediği bir şey, sizin için önemsiz olabilir. Yeterince değerli gelmeyebilir.
Bu ne sizi eksik yapar ne de onu. Ama doğru yönetilmezse çatışma üretir.
Çözüm, başkasının değerini benimsemek değildir. Çözüm, başkasının değerine saygı duymaktır. Saygı, kör kabullenme değildir. Anlamaya çalışmaktır. İhlal etmemektir. Ve karşılığında, kendi değerlerinize saygı gösterilmesini sağlamaktır.
Bunu yapamayanlarla ilişkiyi yeniden düzenlemek gerekir. Çünkü değerin yok sayıldığı yerde ilişki sürdürülemez. Bu bir kopuş değil; çoğu zaman sağaltıcı bir ayarlamadır.
Kimisi için en büyük değer paradır; güveni, özgürlüğü ve geleceği orada bulur. Kimisi için aile; eşi, çocukları, anne-babası, kardeşleridir hayatın merkezi. Kimisi için iş ve profesyonel yaşam; üretmek, başarmak, iz bırakmaktır. Kimisi için en büyük değer kendisidir; yalnızlığı sever, kalabalıkta kaybolmak istemez. Kimisi doğayı, sadeliği, sessizliği seçer.
Bunların hiçbiri evrensel olarak “daha doğru” değildir. Doğru olan, kimin için neyin doğru olduğudur. Değerler çoğuldur; hiyerarşileri kişisel bağlamla şekillenir.
Sorun, kendi değerlerimizi netleştirmeden başkalarının değerleri etrafında hayat kurduğumuzda başlar.
Değer vermediğiniz şeylerin üzerine inşa edilen bir hayat kısa sürede yorar; uzun vadede çöker. Çünkü sizi ayakta tutacak anlam yoktur. Mutsuzluk çoğu zaman buradan doğar: Kendi pusulasını kaybedip başkasının haritasında yürümekten.
Yanlış harita sizi çok koşturabilir; ama doğru yere götürmez.
İş dünyasında herkes aynı zirveye çıkmak zorundaymış gibi davranır: Aynı hız, aynı rota, aynı bedeller… Oysa zirveler çoğuldur. Birinin agresif büyümesi, sizin için kırılganlık olabilir. Birinin küreselleşmesi, sizin yerelde güçlenme fırsatınızı gölgeleyebilir. “Herkes yapıyor” diye yapılan her hamle değer üretmez; bazen değeri tüketir.
Kurumsal bilgelik burada başlar.
Başkasını taklit etmek kolaydır. Zor olan, onun deneyimini kendi bağlamınıza tercüme edebilmektir. Risk iştahınıza, insan kaynağınıza, zaman ufkunuza göre uyarlamak gerekir.
Değer çatışmaları çoğu zaman strateji eksikliğinden değil, yanlış tercümeden doğar.
İlişkilerde saygı sınırlarla başlar. “Benim için önemli olan bu” diyebilmek kadar, “senin için önemli olanı görüyorum” diyebilmek de olgunluktur. Ama tek yönlü saygı sürdürülemez. Kendi değerlerinize sürekli basılıyorsa, bunu normalleştirmek erdem değil; kendini inkârdır.
Başkalarının alkışıyla değer üretmeye çalışmak rüzgârla yön bulmaya benzer. Rüzgâr dinince yön de kaybolur.
Oysa iç pusula sessizdir ama şaşmaz. Karşılaştırma çağımızın en gürültülü ama en yanıltıcı alışkanlığıdır. Unvanlar, gelirler, görünürlük bilgi olabilir; ama kıymet değildir. Kıymet, sizin hayatınızda neyi mümkün kıldığıyla ölçülür.
Burada hayati bir noktayı özellikle vurgulamak gerekiyor: Her ülkenin, her dinin, her toplumun, her cemaatin ve hatta her mahallenin kendine özgü değerleri vardır. Bu değerler soyut kavramlar değildir; o toplulukları oluşturan bireylerin düşünme biçimini, korkularını, beklentilerini ve reflekslerini derinden etkiler.
Bir insanı, bir kurumu ya da bir toplumu anlamaya çalışırken en sık yapılan hata, kendi değer setimizi evrensel kabul etmektir. Oysa değerler, içinde doğdukları kültürel, tarihsel ve inançsal bağlamdan bağımsız okunamaz.
Aynı davranış bir yerde erdem sayılırken, başka bir yerde saygısızlık olarak algılanabilir. Aynı söz bir toplumda cesaret göstergesi olurken, başka bir toplumda provokasyon olarak görülür.
Bu nedenle “niyetim iyiydi” çoğu zaman yeterli değildir. Etkisi hesaba katılmayan niyet, yanlış anlaşılmaya mahkûmdur. Diplomasi, iş dünyası, siyaset ya da gündelik insan ilişkileri…
Hepsinde ortak kural aynıdır: Karşınızdakinin değer dünyasını görmeden, ona göre davranmadan sağlıklı bir ilişki kurulamaz.
Bu durum yalnızca ülkeler ve dinler için değil; cemaatler, şirketler, aileler ve mahalleler için de geçerlidir. Aynı şehirde, hatta aynı sokakta bile değer öncelikleri farklı olabilir. Kimisi için itibar en büyük sermayedir, kimisi için mahremiyet. Kimisi için söz namustur, kimisi için sonuç. Kimisi için bireysel özgürlük vazgeçilmezdir, kimisi için aidiyet.
İşte bu yüzden bilgelik, herkesi kendimize benzetmekte değil; farklı değer haritalarını okuyabilme becerisinde yatar. Bu beceri yoksa, iyi niyetli adımlar bile kriz üretir. Varsa, en zor ilişkiler bile yönetilebilir hâle gelir.
Önce durup sormalı: Benim için gerçekten değerli olan ne?
Sonra seçici olmalı.
Ve nihayet tutarlı kalmalı.
Başkalarının değerlerini benimsemek zorunda değilsiniz. Ama onları görmezden gelme lüksünüz de yok. Görmek, anlamak ve ihlal etmemek; bunun karşılığında da kendi değerlerinize saygı talep etmek…
Sağlıklı bireysel ilişkiler de, sürdürülebilir toplumsal ilişkiler de ancak bu dengeyle mümkündür.
Başkasının değeri, sizin değeriniz olmayabilir.
Ama başkasının değerini görmeden, kendi değerinizi de koruyamazsınız.
Yanlış dükkânlarda dolaşmayın.
Saatiniz sandığınızdan çok daha kıymetli olabilir.
Ve sahicilik, her çağda olduğu gibi, en kalıcı değerdir.