Ege ve Doğu Akdeniz’de Sessiz, Akıllı Ama Caydırıcı Karşılık Şart

28 Aralık 2025

Ege ve Doğu Akdeniz’de yaşananları yalnızca deniz manevraları, karşılıklı NAVTEX ilanları, sert açıklamalar ya da Ankara’ya karşı kurulan geçici ittifaklar üzerinden okumak yanıltıcıdır. Bu coğrafyayı yıllar boyunca hem sahada, hem müzakere masalarında, hem de uluslararası platformlarda gözlemlemiş biri olarak şunu net söyleyebilirim: Belirleyici mücadele silahlarla değil; algılarla, sabırla ve siyasal iradeyle yürütülüyor.

Mesele Türkiye’nin saldırgan mı savunmada mı olduğu değildir. Asıl mesele, meşru menfaatleri en etkili araçlarla savunurken caydırıcılığı koruyabilmek ve bunu yaparken haklı konumu diplomatik zafiyete dönüştürmemektir.

Çevreleme Bir Algı Değil, Bir Desen

Kıbrıs merkezli gelişmelerden Ege’de tırmanan gerilimlere kadar uzanan hatta ortak bir desen görülüyor:

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin hızla silahlandırılması, Amerika Birleşik Devletleri’nin silah ambargosunu kaldırması, İsrail ve Fransa ile derinleşen askerî ve istihbarî iş birlikleri…

Bu tablo bana Washington ve Brüksel’de kapalı toplantılarda yıllar önce sıkça dile getirilen şu ifadeyi hatırlatıyor:

“Türkiye dengeleyici bir güçtür, ama sınırlandırılmalıdır.”

Bu nedenle yaşananlar tesadüf değil. Türkiye’nin çevresinde, AB ve ABD’nin açık ya da örtülü desteğiyle yeni bir baskı kuşağı inşa ediliyor.

Sessizlik Erdem Değil, Davetiyedir

İş dünyasında da diplomaside de geçerli bir kural vardır: Karşı taraf sistematik biçimde üzerinize geliyorsa, menfaatlerinizi aşındırıyor, varlıklarınıza el uzatıyor, psikolojik baskı kuruyorsa; sessizlik erdem değildir, davetiyedir.

Boş protestolar ve rutin kınamalar ise çoğu zaman karşı tarafı sadece cesaretlendirir.

Bu, karşılık vermemek anlamına gelmez. Ama karşılık vermek; bağırmak, tehdit etmek, masayı devirmek de değildir.

Gerçek güç, sessiz ama sonuç üreten; caydırıcı ve gerektiğinde maliyet hissettiren hamlelerle gösterilir.

KKTC ve Caydırıcılığın Sessiz Zemini

Şu gerçeğin altını çizmek gerekir:

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti savunmasız değildir. 1974’ten bu yana adadaki denge, Türkiye’nin garantörlüğü ve askerî varlığı sayesinde korunmaktadır. Bu varlık sembolik değil; fiilî ve inandırıcıdır.

Dolayısıyla mesele sıfırdan caydırıcılık inşa etmek değil; mevcut caydırıcılığı akıllıca, sessizce ve derinleştirerek yönetmektir. Uluslararası tecrübem şunu gösterdi: Manşetlere taşınan silahlanma paketleri, yüksek sesli üs ilanları ve sert retorik; sizi kolayca “statükoyu bozan aktör” konumuna iter. Oysa çoğu zaman statükoyu fiilen bozan karşı taraftır.

Strateji, rakibin sizi çekmek istediği oyunu oynamamaktır.

Askerî Güç Sessiz Olmalı, Ama Hissedilmelidir

Etkili caydırıcılık genellikle şu unsurlarla sağlanır:

– Meşru sınırlar ve ihtilaflı alanlarda ölçülü ama sürekli askerî bayrak gösterme

– İlan edilmeden güçlenen teknoloji ve erken uyarı kapasitesi

– Deniz–hava unsurları arasında kesintisiz koordinasyon ve tatbikatlar

– Esnek ve yüksek hareket kabiliyetli konuşlanma

Gürültülü üsler çoğu zaman etkisizdir. Görünmez denge unsurları, karşı taraf “Acaba nereden gelir?” diye düşünmeye başladığında işlevini zaten yerine getirmiştir.

Medya ve Stratejik İletişim: En İhmal Edilen Cephe

Burada şahsi bir gözlemimi özellikle vurgulamak isterim. Washington’da, Brüksel’de ve Londra’da defalarca şuna tanık oldum:

Haklı olmak yetmez; haklılığınızı anlatmazsanız kaybedersiniz.

Bu nedenle medya, halkla ilişkiler ve stratejik iletişim cömertçe ve sistematik biçimde kullanılmalıdır:

– Uluslararası medyada çok dilli, teknik ve hukuki anlatılar

– Düşünce kuruluşları ve akademik çalışmalarla meşruiyet çerçevesi

– Kriz anlarında değil, önceden inşa edilmiş anlatılar

Bu yaklaşım iki sonuç üretir:

Birincisi, Türkiye’nin haklılık ve mesuliyet vurgusu görünür hâle gelir.

İkincisi, hasımların maliyeti yükselir; algı alanında yalnız kalan aktörlerin diplomatik ve ekonomik manevra alanı daralır.

İttifaklar Dağılır, Yenileri Kurulur

Hiçbir karşı ittifak yekpare değildir. Her yapının mutlaka çatlakları vardır. Akıllı strateji bu çatlakları sabırla genişletir.

Size karşı bir cephe oluşuyorsa; ya o cepheyi içten içe zayıflatırsınız, ya da beklenmedik yeni ortaklıklar inşa edersiniz.

Zayıf hissettiğiniz alanlarda güçlenir, bunu ilan etmezsiniz. Karşı tarafın zafiyetlerine ekonomik, diplomatik, hukuki ve toplumsal kanallardan sessizce dokunursunuz. Devletler dünyasında, örtülü kapasitenin de bu denklemin doğal bir parçası olduğu unutulmamalıdır.

Yumuşak Güç: Sert Gücün Meşruiyet Kalkanı

İnsani yardım, afet müdahalesi, arama-kurtarma faaliyetleri ve yumuşak güç unsurları bu stratejinin ayrılmaz parçasıdır. Sahada defalarca gördüm: Sert gücü meşrulaştıran, onu saldırganlıktan ayıran en önemli unsur budur. Türkiye bu alanda güçlüdür; doğru kullanıldığında askerî caydırıcılığın sessiz ama etkili tamamlayıcısı olur.

Sonuç

Ege ve Doğu Akdeniz’de mesele saldırmak değil; menfaatleri savunurken bedel üretmek—ama bunu bağırmadan yapabilmektir.

Bu coğrafyada kazananlar; en çok silahlananlar ya da en çok konuşanlar değil,
doğru zamanda, doğru yerden ve sessizce karşılık verenlerdir.

Üstelik sınav sadece Yunanistan–İsrail–Güney Kıbrıs hattıyla sınırlı değildir. Suriye, Irak, Kafkasya, Balkanlar, Karadeniz; ayrıca ABD, Rusya, AB ve Çin dosyaları birbirine bağlıdır.
Asıl maharet, bu çoklu cepheleri birbirine çarptırmadan, akıl ve dengeyle yönetebilmektir.

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.