Erdoğan Sonrası Halefiyet Tartışmaları ve “Haydar Aliyev Modeli”

13 Aralık 2025

Washington’daydım. Uluslararası Enerji Ajansı’nda Asya-Pasifik ve Latin Amerika’dan sorumlu üst düzey yönetici olarak, Dünya Bankası’yla bir dizi görüşme yapmak üzere bulunuyordum. Program yoğundu; toplantılar, kısa notlar, koridor sohbetleri…

Tam bu sırada, Georgetown Üniversitesi’nde Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in bir konuşma yapacağı bilgisi geldi. Büyükelçilikte sevdiğim bir dostum aradı:

“Katılmak ister misin?” dedi.

Tereddütsüz kabul ettim.

Georgetown’a gittiğimde beni üniversitenin o dönemki dekanı Paul Wolfowitz karşıladı. Akademik kimliğiyle tanınan Wolfowitz, ilerleyen yıllarda ABD yönetiminde kritik görevler üstlenecek; Körfez Savaşı ve Irak’ın işgali sürecinde Savunma Bakan Yardımcılığı, ardından Dünya Bankası Başkanlığı yapacaktı. Bildiğim kadarıyla bugün Endonezya’da yaşıyor.

Ofisinde kısa bir sohbet ettik. Ardından, “Haydar Aliyev konuşma öncesi birazdan odama uğrayacak, istersen kal, seni tanıştırayım,” dedi.

Memnuniyetle kabul ettim.

Bir süre sonra Haydar Aliyev göründü. Odada üç kişiydik: Paul Wolfowitz, Haydar Aliyev ve ben.

İlk izlenimim, son derece rahat ve kendinden emin bir liderle karşı karşıya olduğum yönündeydi. Gülümseyen, sıcak ama aynı zamanda karizmatik bir duruşu vardı. Sohbet ilerledikçe bu rahatlık daha da belirginleşti.

Bir noktada, uzun süredir uluslararası yatırımcılarla yaptığım temaslarda sıkça duyduğum bir soruyu sormaya karar verdim. Kolay bir soru değildi; hatta kızdırma ihtimali bile vardı. Ama bu mesele, piyasaların ve dış ekonomik aktörlerin zihninde açık biçimde yer alıyordu.

“Sayın Cumhurbaşkanı,” dedim, “Allah size uzun ömür versin. Ancak Azerbaycan’a yatırım yapmayı düşünen ya da hâlihazırda yatırım yapmış olan birçok uluslararası yatırımcı, temaslarım sırasında bana sağlık durumunuz ve sonrasındaki süreçle ilgili belirsizlik olup olmayacağını soruyor. Halefiyet meselesi sizden sonra ülkenin istikrarını etkiler mi, iş yapma ortamı zorlaşır mı?”

Bir an durdu. Gülümsedi.

Bu arada Paul Wolfowitz, konuğuna yönelttiğim bu hassas sorudan belirgin biçimde rahatsız olmuştu; konuyu yumuşatmaya ve kapatmaya çalıştı.

Haydar Aliyev ise son derece sakin bir sesle şunu söyledi:

“Hiç endişe etmeyin Mehmet Bey. Bir Aliyev gider, bir başka Aliyev gelir.”

O cümle, sadece bir cevap değildi. Devletin sürekliliğine dair bilinçli bir mesajdı. Yıllar sonra İlham Aliyev’in iktidara gelişiyle, bu sözün bir temenniden ziyade, planlı bir geçişin işareti olduğu anlaşıldı.

Yanıltıcı Bir Benzetme

Geçenlerde bir yorumcu, “Erdoğan sonrası için Haydar Aliyev modeli uygulanacak, oğlunu hazırlıyor,” dedi. İlk bakışta çarpıcı görünen bu tür benzetmeler, hem Türkiye’yi hem de Azerbaycan’ı eksik ve yanlış okumak bence.

Haydar Aliyev modeli, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından, kurumsal yapısı zayıf ve güvenlik riskleri yüksek bir ülkede istikrarı koruma refleksiyle şekillenmiş özgün bir geçiş modeli idi. Azerbaycan için süreklilik bir tercih değil, o dönemin koşullarında bir zorunluluktu.

Türkiye ise tamamen farklı bir tarihsel ve kurumsal zemine sahip.

Türkiye’nin Farkı

Türkiye’nin yüz yılı aşan cumhuriyet deneyimi, köklü bir bürokrasisi, yerleşik bir siyasal rekabet kültürü ve güçlü bir devlet geleneği var. Bu nedenle Türkiye’yi Sovyet sonrası devletlerle aynı kategoriye yerleştirmek yanıltıcı olabilir.

Erdoğan sonrası Türkiye’yi “hanedan”, “veliaht” ya da “baba–oğul” kavramlarıyla tartışmak, meseleyi fazlasıyla basite indirger gibi geliyor bana. Türkiye için asıl mesele, kimin geleceği değil; nasıl bir geçiş yaşanacağı.

Bu geçişin sarsıntısız, meşru ve kapsayıcı biçimde yönetilip yönetilemeyeceği, isimlerden çok daha belirleyici, ama neticede Cumhurbaşkanı böyle bir karar alırsa gelebilecek direnci de göğüsleyebilir.

Liderlerden Çok Kurumlar

Türkiye’nin önündeki sınav, iktidar değişiminin — zamanı ve şekli ne olursa olsun — kurumsal çerçeve içinde yönetilip yönetilemeyeceğidir. Hukukun, meşruiyetin ve toplumsal uzlaşının nasıl üretileceği bu sürecin kaderini belirler.

Elbette ki liderler gelir gider. Kalıcı olan, kurumların ve ülkenin gücüdür.

Bu nedenle Erdoğan sonrası tartışmalarını kişilere değil, geçiş mimarisine odaklayarak yapmak daha doğru bence ama bugün liderlik için rekabet eden birkaç güç merkezi olduğu da söyleniyor.

Sonuç

Washington’daki o kısa sohbet bana şunu hatırlatmıştı: Bazı liderler yalnızca bugünü değil, yarını da düşünür. Ancak her ülkenin yarını, kendi tarihsel ve kurumsal bağlamı içinde şekillenir.

Türkiye’nin ihtiyacı başka ülkelerin modellerini kopyalamak değil; kendi birikimine, anayasal geleneğine ve toplumsal dengelerine uygun bir geçiş süreci inşa etmektir.

Benzetmeler bazen açıklamaz; aksine meseleyi gölgeler. Türkiye’nin gücü ise bu tür kolay şablonların çok ötesindedir. Bakalım nasıl bir halefiyet tartışması ve kararı yaşayacagız?

10Haber bültenine üye olun, gündem özeti her sabah mailinize gelsin.