Küreselleşen dünyada toplumsal yapılar hızla değişirken aile ilişkilerinin de bu dönüşümden etkilenmemesi neredeyse imkansız hale geliyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken asıl mesele kültürel evrimin yalnızca yüzeydeki değişiklikleri değil, aile içindeki bireysel özgürlükle geleneksel sorumlulukların nasıl dengeleneceğidir. Çünkü ne aşırı özgürlük ne de katı aile kuralları gençlerin sağlıklı bir kimlik geliştirmesine olanak sağlar. Orta yolu bulmak ve hem özgürlük hem de sorumluluk duygusunu dengede tutmak bizlerin önünde duran en büyük görevlerden biridir.
Batı dünyasında bireyselliğin her şeyin önüne geçtiği bir dönemde, gençlerin bağımsızlıkları arttıkça aile bağlarının gücü de giderek zayıflıyor. Eğitim sistemleri, gençleri özgür, bağımsız ve kendi kararlarını verebilen bireyler olarak yetiştirmeye çalışıyor. Ancak bu süreç, aile içindeki duygusal bağları zayıflatırken, aileyi zamanla yalnızca bir barınak ve zorunluluk alanına dönüştürebiliyor.
Geçen hafta boyunca Fransa’da geçirdiğim zaman aile içindeki bağların zayıflamasına ve gençlerin bencil ve saygısız davranış kalıplarına dair gözlemlerimi pekiştirdi. Paris’teki kültürel alışkanlıklar ve eğitim kalıpları gençleri erken yaşlardan itibaren artan bağımsızlık arayışına itiyor. Bu durum gençlerin hepimizin istediği gibi özgür bireyler olmalarına olanak tanırken ailelerinin onları yönlendirecek ve kollayacak bir arka plan işlevi görmesi de zayıflıyor. Aile bir tür özgürlük kısıtlaması olarak görülmeye başlanıyor; “sadece maddi destek sağlasın, ama ona karışmasın” anlayışı hakim oluyor. Bu aynı zamanda gençlerin yaşamın hızına uyum sağlamaya zorlanmalarıyla da sonuçlanıyor.
Peki bu dönüşüm her anlamda doğru mu?
Özgürlük elbette önemlidir, ancak bu özgürlük, gençlerin ailelerinden ve toplumlarından kopmalarına yol açmamalıdır. Ailelerin, gençlerine duygusal ve psikolojik destek sağlaması, onları kimlik bunalımına sokmamalıdır. Bizler, köklerimizin kuvvetli olduğu bir dönemde büyüdük; ancak günümüz dünyasında bireysel özgürlük bazen aşırıya kaçabiliyor. Bunun sonucunda gençler, ailelerinin sınırları ve beklentileri altında ezilmekte, toplumun dinamikleri ile bireysel bağımsızlık bir arada var olamamakta.
Kültürel evrim içerisinde, aile bağlarını güçlendirmeye çalışırken, gençleri bir beklenti ve kısıtlamalar içine sokmak doğru olmayacaktır. Onlara özgürlüklerini ve sorumluluklarını taşıyabilecekleri bir ortam sunmak, ailelerin sorumluluğudur. Aile bağları bireyi özgürleştirirken aynı zamanda ona duygusal destek sunmalıdır. Aileler çocuklarının özgürlüklerine saygı gösterirken aynı zamanda onları doğru yönde yönlendiren rehberler olabilirler.
Aile bağları sevgi ve sadakat temelinde güçlü bir şekilde devam edebileceği gibi bireyin bağımsızlığını engellemeyen bir alan da oluşturabilir. Özgürlük ile bağlılık arasında bir denge kurarak, gençlerimizi sağlıklı bir kimlik geliştirmeye teşvik edebiliriz. Aynı zamanda, ailelerinin kıymetini bilen, toplumla barışık bireyler olarak yetiştirebiliriz.
Fransa’da gözlemlediğim bir başka önemli noktaysa Fransızca eğitim veren okullardan mezun olan gençlerin çoğunlukla Fransa’ya ve Fransızlara karşı mesafeli bir tutum sergileyebilmesiydi. Bu eğitimde özgür düşünceyi teşvik eden ancak aynı zamanda toplumsal bağları zayıflatan bir yaklaşımın sonucu olabilir. Fransa’nın elitist kültürü, toplumu dışlayıcı bir yapıya büründürürken bireylerin aidiyet duygularını da olumsuz etkileyebiliyor. Ben Fransız dilini Pekin’deki Fransız Kültür Merkezi’nde öğrenirken Fransa’yı ve Fransızları da sevdim onların bazen tepeden bakan tutumlarına rağmen.
Peki, biz de mi Fransızlaşıyoruz?
Türk toplumunda da benzer bir dönüşüm yaşanıyor. Geleneksel aile yapısı, şehirleşme ve ekonomik baskılarla birlikte farklılaşıyor ve modernleşiyor. Bireysel başarıya odaklanan yalnız yaşam biçimleri gelişiyor ve bu durum, aile içindeki dayanışmayı, saygıyı, vefa duygusunu zayıflatıyor. Sosyal medya ve dijital kültür, daha çok benmerkezci bir yaklaşımı destekliyor ve gençler, ailelerinden uzaklaşarak daha bağımsız bir yaşam sürmeyi tercih ediyorlar. Bu dönüşüm yalnızca aile ilişkilerini değil, aynı zamanda toplumsal değerleri de sorgulatıyor.
Türk gençliği, Batı’nın bireysel özgürlük anlayışını benimserken, geleneksel değerlerle çatışabiliyor. Aile içindeki sadakat ve bağlılık gibi değerler, Batı’daki bireyselci düşüncelerle uyumsuz hale gelebiliyor. Batı’da aile bağlarının zayıflaması toplumsal bir tehdit oluştururken, Türkiye’de geleneksel değerlerin korunması hala önemli bir mesele olarak kalıyor.
Bu dönüşümün doğru bir şekilde sağlanması, yeni nesillere hem özgürlük hem de sorumluluk bilincini aşılamak, bizim kuşağımıza aittir. Gelecek, bu dengeyi kurabilen ailelerin, özgürlükleri ve sorumlulukları birleştiren bireylerin elinde şekillenecektir. Kültürel dönüşümün ortasında, kendi değerlerimizi koruyarak özgürlüğün ve bağlılığın kesişim noktasında yeni bir aile anlayışı geliştirmeliyiz.
Başka bir sorunumuz ise yakın zamanda çözüme kavuşturulamayacak gibi görünüyor: Artan ölçüde dinin eğitimde kullanılması ve bu durumun ters tepmeleri.
13 Aralık 2025 - Erdoğan Sonrası Halefiyet Tartışmaları ve “Haydar Aliyev Modeli”
12 Aralık 2025 - Hırsızlık Yeni Normal mi Oluyor?
11 Aralık 2025 - Ömrümüz Ne Kadar? Benim Yaşam Tarzıyla Kaç Yaşına Kadar Yaşanılabilir?
10 Aralık 2025 - Irak ve Suriye’de Türkmenlere Yönelik Yeni Doktrin Gereği