İnsan belirli bir yaştan sonra yalnızca geriye değil, ileriye de bakıyor.
Kafanın bir köşesine yerleşen soru basit ama etkisi derin:
“Ben daha ne kadar yaşarım?”
Bu çoğu zaman korkunun değil; kalan yılları daha bilinçli, daha özenli yaşama isteğinin dışavurumudur.
Ben de bir süredir aynı merakın peşindeyim.
Sigara kullanmayan, alkolü neredeyse olmayan, günlük hareketliliği yüksek, Akdeniz tipi beslenen, diyabetini ve kalp sağlığını kontrol altına almış bir erkek bugün tıbben kaç yaşına kadar yaşayabilir?
Dinin ve kaderin alanını ayrı tutarak, modern bilimin vereceği yanıtı aradım.
Soru beni Harvard ve Stanford tıp fakültelerinden uzun ömür kliniklerine, “longevity medicine” çalışan hekimlerden dünyanın en uzun yaşayan topluluklarını inceleyen Blue Zones araştırmalarına kadar götürdü.
Ortaya çıkan tablo hem gerçekçi hem de şaşırtıcı derecede teşvik ediciydi.
Bugün Türkiye’de bir erkek için ortalama yaşam beklentisi 81–83 yıl arasında.
Ancak bu ortalama, sigara içenlerin, hareketsiz yaşayanların, sürekli stres altında çalışanların ve dengesiz beslenenlerin yoğun olduğu geniş bir nüfusun sonucudur.
Benim — ve benimle benzer yaşam tarzına sahip olanların — profili ise bu tablonun dışında.
•Sigara yok → +7 yıl
•Çok az alkol → +2 yıl
•Akdeniz tipi beslenme → +5 yıl
•Günlük hareket, yürüyüş, seyahat, aktif çalışma hayatı → +6 yıl
•Diyabet ve kalp sağlığının iyi yönetilmesi → +5 yıl
•Sürekli okuma, yazma, üretme, konuşma → bilişsel yaşlanmayı 10 yıl geriye çekiyor
Tıp literatürü bu tabloyu “genç biyolojik yaş” olarak tanımlar.
Yani nüfus cüzdanındaki yaş ile hücrelerin yaşı birbirine eşit olmak zorunda değildir.
Medical longevity uzmanlarına göre bu yaşam profili, 90 yaşına ulaşmayı istisna olmaktan çıkarıp, istatistiksel olarak güçlü bir olasılığa dönüştürüyor.
Harvard’ın uzun ömür çalışması şu sonucu veriyor:
•60–70 yaşları arasında hiç sigara içmemiş,
•düzenli hareket eden,
•dengeli beslenen erkeklerin
%70’i 90 yaşını geçiyor.
Aynı örüntü Japonya’dan İtalya’ya, Yunan adalarından Kaliforniya’ya kadar farklı kültürlerde de görülüyor.
Bugün ABD ve Avrupa’daki uzun ömür kliniklerinde sık duyulan cümle şu:
“Sağlıklı bir erkek için 90–95 yaş, yeni ortalamadır.”
Genetik elbette önemli ama sanıldığı kadar belirleyici değil.
Bilim insanlarına göre genetik katkı yalnızca %20–25.
Geri kalan %75 tamamen yaşam tarzına bağlı.
Çağdaş tıp; kaza, afet, pandemi gibi dışsal riskler devre dışı bırakıldığında, doğal insan ömrünün 100–105 yıl aralığında seyrettiğini düşünüyor
Bu sınırı belirleyen üç temel biyolojik gösterge var:
1. Damar yaşı
En kritik belirleyici. Damarlar gençse organlar da genç kalır.
2. Kas kütlesi
“Kas uzun ömrün sigortasıdır.”
Kas kaybı hızlandıkça hastalık riski artar; korunması ömrü uzatır.
3. Enflamasyon (iltihap seviyesi)
CRP seviyesi düşük olan bireyler istatistiksel olarak daha uzun yaşıyor.
Kendi hayatıma baktığımda bu üç başlıkta da avantajlı olduğumu teslim etmek gerekiyor.
Dışsal tehditleri — büyük salgınlar, ağır kazalar, doğal afetler — denklemden çıkardığımızda ortaya çıkan en rasyonel aralık şöyle:
•Muhtemel yaşam süresi: 90–98 yaş
•Potansiyel üst sınır: 100 yaş.
Bu tahminin ardındaki bilimsel gerekçe net:
Sigara içmeyen, sağlıklı beslenen, düzenli yürüyen, zihinsel olarak her gün üretmeye devam eden birinin biyolojisi, 60’lı yaşlarda bile çoğu zaman 50’li yılların seviyesinde işliyor.
Bugün dünyada uzun yaşayan erkeklerin profili de tam olarak bu.
Bir başka deyişle:
Benim kuşağım için gerçek yaşlılık 85’ten sonra başlıyor.
90’lı yaşlar ise artık bir istisna değil; iyi yaşanmış bir hayatın doğal devamı.
Elbette bütün bu hesaplar yalnızca sürenin kendisine ilişkin.
Çünkü bir noktadan sonra mesele kaç yıl yaşadığınız değil, bu yılları nasıl yaşadığınız oluyor.
Yatağa bağlı, hareket kabiliyetini yitirmiş, hafızası aşınmış, seyahat edemeyen bir hayatın uzunluğu ne kadar anlamlı olabilir?
Tıbbın da yeni kabulü bu zaten: Önemli olan yaşam süresi değil, sağlıklı yaşam süresi.
Japonların bir sözü vardır:
“Yaş değil, canlılık sayılır.”
Benim için değerli olan da tam olarak bu.
90 ya da 100 yaşına ulaşmak değil; o yaşlara hâlâ yürüyebilen, üretebilen, yazabilen, konuşabilen, dünyayı gezebilen, sevdiklerine katkı sunabilen bir insan olarak gidebilmek.
Dünya bilim literatürü buna healthspan diyor:
Yaşam süresinin değil, sağlıklı yaşanılan yılların toplamı.
Eğer bir hedef olacaksa, bu olmalı.
Hiçbir insan kaç yıl yaşayacağını kesin olarak bilemez.
Ama nasıl yaşayacağını seçebilir.
Benim modern tıbbın verilerine sorduğum soru şuydu:
Benim yaşam tarzıma sahip bir insan en fazla kaç yaşına kadar yaşayabilir?
Bilimin cevabı sade ve net:
Dışsal riskler devre dışı kaldığında, 90–100 yaş arası tamamen rasyonel bir ömür aralığıdır.
Bu bilgi kaygı değil; özgürlük getiriyor.
Çünkü kalan yıllar, bir gerileme dönemi değil; daha bilinçli, daha sakin, daha anlamlı bir hayat tasarlamak için eşsiz bir fırsat.
Belki de asıl mesele, ne kadar yaşayacağımızdan çok,
kalan yılları ne kadar “iyi” yaşayacağımızdır.
11 Aralık 2025 - Ömrümüz Ne Kadar? Benim Yaşam Tarzıyla Kaç Yaşına Kadar Yaşanılabilir?
10 Aralık 2025 - Irak ve Suriye’de Türkmenlere Yönelik Yeni Doktrin Gereği
8 Aralık 2025 - Kösedere’nin “Köy Kokusu” ve “Mavi Boncuk”u: Bir Gastronomi Köyünün Doğuşu
7 Aralık 2025 - Dünya, İlk Adımı Atmaktan Korkan Yalnız İnsanlarla Dolu